Konu dönüp dolaşıp - halk dili ile - şu soruya dayanıyor: "AB bizi alır mı?" Veya - daha politik bir lisanla - AB içinde bu yönde bir istek ve siyasi irade var mı?"
AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu ile Strateji Belgesi'nin ayrıntıları tartışılırken, Türk kamuoyunda sorulan esas soru bu.
Biz de bunu dün İstanbul'da bir grup köşe yazarı ile bir araya gelen AB'nin Türkiye'deki temsilcisi Büyükelçi Hansjörg Kretschmer'e sorduk. Ve de şu hatırlatmayı yaptık: Türkiye'de yaygın bir görüşe göre, Türkiye Kopenhag kriterlerine tam uyarsa bile, peş peşe yeni şartlar öne sürülecektir. Halen Kıbrıs şartı koşulduğu gibi. Oysa, AB standartlarına tam uymayan başka aday ülkelere farklı davranılıyor... Bu doğru mu ve böyle ise nedeni nedir?
* * *
BÜYÜKELÇİ Kretschmer'in AB Komisyonu'nun resmi görüşünü yansıtan izahını şöyle özetleyebiliriz:
AB içinde Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatmak konusunda istek ve irade var. Arada bazı kişilerin verdiği (aksine) demeçlerin etkisi altında kalmamalı. Önemli olan AB Konseyi'nin tutumu ve vereceği karardır...
Karar, Türkiye'nin özellikle Kopenhag kriterleri alanındaki performansına göre verilecektir. AKP iktidarı kısa zamanda yaptıkları ile AB yöneticilerini şaşırttı. Önümüzdeki aylarda da şaşırtabilir...
Kriterlere uymak konusunda yüzde yüz bir mükemmelliyet aranamaz. Diğer adaylar için de bu böyle olmuştur. Ama kabul etmeli ki, Türkiye henüz bu standartlardan uzak bir mesafededir. Diğer adayların, örneğin ifade özgürlüğü, azınlık hakları, işkence gibi konularda durumu mükemmel olmasa bile, AB kriterlerine çok daha yakındır...
AB'nin Kopenhag kriterleri pazarlık konusu olamaz. AB ile müzakereler bu şart yerine getirilmeden başlayamaz...
Kıbrıs ilintisi bir gerçektir. Sorunun çözümü, AB Konseyi'nin Türkiye lehinde karar vermesini kolaylaştıracaktır.
* * *
BÜYÜKELÇİNİN dile getirdiği AB argümanlarına iki şekilde bakmak mümkün:
Birincisi, iyimser bir yaklaşımla, "AB bizi almaya istekli; iş bize düşüyor, ev ödevimizi tam yaparsak, 2004'ün sonunda müzakere tarihini koparabiliriz" diyebilirsiniz...
İkincisi, daha karamsar bir bakışla, "ne yapsak AB bizi almaz; bugün önümüzde Kopenhag kriterleri, Kıbrıs gibi şartlar var, yarın başka siyasi koşullar empoze etmeye kalkışacaklar, çünkü temelde Türkiye'yi istemiyorlar" diye düşünebilirsiniz...
Birinci nokta üzerinde iyimserliği saflık noktasına, ikinci nokta üzerinde de karamsarlığı aşırı şüpheciliğe kadar götürmeye gerek yok. Eğer meseleye ideolojik veya siyasal saplantılarla yaklaşmıyorsak, gerçeği bu iki şık arasında aramalıyız. Şöyle ki:
AB daha önceki angajmanları ile Türkiye'yi kendi arasına almak üzere yola çıkmış bulunuyor. AB içinde çatlak sesler olsa da, Türkiye'ye üyelik olanağının verilmesi lehinde bir trend var. Bu trendi egemen kılmak, Türkiye'nin performansına ve ikna yeteneğine de bağlı. Türkiye "icapları" yerine getirirken çizmeyi aşan şartlara karşı da pekala dik durabilir.
Eğer AB'den vazgeçmek gibi bir yöne sapmıyorsak, en iyisi mücadeleyi gerçekçi bir zeminde sürdürmek ve bu arada ev ödevini de layıkı ile yerine getirmektir. Türkiye'nin iç ve dış sorunlarını çözmek ve Avrupa standartlarına uymak konusundaki çabaları, kendi çıkarlarının gereğidir. Yani AB, sonunda 'almıyoruz' dese bile, kat edilen yol Türkiye'nin kazanımı olacaktır. Kaldı ki, o noktada AB öyle demeyebilir de...