Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       WYE mutabakatı, Camp David anlaşması kadar değilse bile, gene de çok önemli bir belge...
       1979'da Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin tarafından imzalanan Camp David anlaşması ile, İsrail ile bir Arap devleti arasında ilk kez barış gerçekleşmişti.
       Wye mutabakatı, aslında 1993'te Oslo'da İsrail ile Filistinliler arasında varılan anlaşma çerçevesinde, kilitlenmiş bulunan Ortadoğu barış sürecini yeniden canlandırıyor.
       İki tarihi olay arasında ilginç bazı benzerlikler var: İkisi de ABD'nin inisiyatifi ile gerçekleşmiş bulunuyor. İkisinde de "toprak karşılığında barış" ilkesi benimseniyor ve karşılıklı bazı önemli ödünler veriliyor. Nihayet ikisinde de, daha önce uzlaşmaz ve katı görüşlü olarak tanınan iki lider, böyle bir anlaşmayı imzalamak cesaretini gösteriyor. Camp David anlaşmasını imzalayan Menahem Begin sağcı bir partinin lideri ve aşırı bir milliyetçi idi. Wye mutabakatına imzasını atan Netanyahu da, aynen öyle...
       Dokuz gün, 9 gece süren çetin müzakerelerden sonra gerçekleşen bu anlaşma, iki liderin de Ortadoğu barış sürecinde yeni bir sayfa açmak konusundaki kararlılıklarını ve cesaretlerini ortaya koymuştur. Tabii bu olayın, Başkan Clinton'un etkinliği ve diplomatik becerisi - ayrıca hasta yatağından bu vesile ile kalkan Kral Hüseyin'in aktif katkısı - ile gerçekleştiğini de unutmamak lazım.
       * * *
       BU mutabakat ile İsrail nihayet Batı Şeria'dan beklenen toprak ödününü veriyor. Eskiden bir santim topraktan çekilmeyeceğini söyleyen Netanyahu için çok önemli bir tavır değişikliği bu. Buna karşılık Arafat da, FKÖ'nün Anayasasında İsrail devletinin yok edilmesine ilişkin maddeyi kaldırmaya razı oluyor ve "Bibi"nin "güvenlik" şartlarını yerine getirmeyi (yani kendi topraklarında terörist faaliyetine artık izin vermemeyi) taahhüt ediyor.
       Bu koşulların karşılıklı olarak yerine getirilmesi halinde, İsrail ile Filistin arasında, diğer sorunların çözümü için de yol açılmış olacak. ABD Dışişleri Bakanı Albright'ın deyişi ile "Wye mutabakatı, barış yolunda bir duraktır." Öyle umulur ki, taraflar bu "durak"ta çakılıp kalmazlar! Çünkü açıkçası yolun bundan sonraki kısmı engellerle doludur.
       Camp David'den sonra tarafların o anlaşmayı nasıl gerçekleştirebileceği soruluyor ve şüpheler ifade ediliyordu. Gerçi Enver Sedat bunu hayatı ile ödedi, ama sonunda anlaşma hakikat oldu.
       Wye zirvesinden sonra da şimdi aynı soru soruluyor ve aynı kuşkular dile getiriliyor. Nitekim hem İsrail, hem Filistin tarafında, mutabakata karşı sesler yükseliyor. İlginç bir benzerlik daha: Her iki tarafta da, çözüme karşı çıkanların başını dinci güçler çekiyor! Oysa yapılan anketler, halkın çoğunluğunun artık şiddet değil, barış istediğini gösteriyor...
       * * *
       TÜRKİYE açısından İsrail ile Filistin arasında anlaşmaya varılması sevindirici bir gelişmedir.
      
Ankara öteden beri Ortadoğu barış sürecinin tıkanmasından rahatsızlık duyuyor, bunun yeniden canlandırılması için çaba harcıyordu. Şimdi bu mutabakat ile Filistin sorununun çözümü ve bölgede istikrarın kurulması için, önemli bir adım atılıyor.
       Suriye'nin bu anlaşmaya karşı cephe alması anlamlıdır.
Şam artık Arafat'a hain gözü ile bakıyor. Bu da herhalde Hafız Esad'ın saf dışı edilmesinden kaynaklanan bir tepkidir. Suriye bu politikası ile kendisini daha da izole olmaya mahkum ediyor. Bu da Türkiye'nin Şam karşısındaki pozisyonunu güçlendirir...
       Eğer Wye mutabakatı, ümit edildiği gibi gerçekleşirse, Ortadoğu dengelerinde önemli değişiklikler olabilir. Aslında bunun aksi de olursa bölgedeki konjonktür yeni durumdan etkilenecektir.
       Türkiye her iki halde bunun, kendi Ortadoğu politikasına nasıl yansıyabileceğinin hesaplarını şimdiden yapmalıdır.





Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr