Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     İlk bakışta Türkiye’nin Irak krizi boyunca izlediği politika, çelişkiler ve tutarsızlıklar ile dolu. Daha baştan, Ankara ABD’nin istekleri konusunda tereddütler geçirdi, kararsızlıklarla bocaladı, sonunda da zikzaklar çizerek yürüdü...
Bunun en basit örneği, üç tezkere konusunda sergilenen tavırdır. Birincisi ile üs ve limanların modernizasyonuna izin veren Türkiye, ikincisi ile Amerikan kuvvetlerine kuzey cephesine geçişe karşı çıktı, ama üçüncüsü ile ABD’ye hava sahasını açtı. Başta meşruiyet gibi ilkeleri ön plana alan Ankara, ABD ile stratejik ortaklığın zedelendiğini fark etmesi üzerine, daha pragmatik bir tavır takındı ve bu kez "koalisyon"un ("muharip" olarak olmasa dahi) içinde olduğunu ilan etti.
Son bir örnek daha: ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın ilişkilerdeki düzeltmeyi amaçlayan ziyaretinin ardından, Türk diplomasisi Washington’un bir nevi kara listeye aldığı İran ve Suriye ile bir yakınlaşma inisiyatifine girişti. Şimdi de ABD politikasının Avrupa’daki iki ana muhalifi, Fransa ve Almanya’nın Dışişleri bakanlarına ev sahipliği yapacağından söz ediliyor.
***
BU çelişkili veya tutarsız görüntüye rağmen, Irak konusunda bugün gelinen noktanın, Türkiye’nin çıkarları açısından, o kadar da kötü olmadığını söyleyebiliriz.
Evet, özellikle ikinci tezkere krizi, ABD ile ilişkilere (ve ekonomik işbirliğine) çok olumsuz şekilde yansıdı. Kuzey cephesinin planlandığı gibi gerçekleşmemesi, belki savaşın uzaması tehlikesini de yarattı... Ama, ABD her şeye rağmen, Türkiye’nin "gönlünü almak"; Ankara da Washington ile stratejik ilişkilerini canlı tutmak için karşılıklı jestlerde bulundular. İki taraf da, birbirlerine olan ihtiyacın devam edeceğinin bilinci içinde, işbirliğini sürdürmeye kararlı görünüyor.
Irak konusundaki zikzak politika, bir bakıma Ankara’nın daha dengeli ve çok yönlü bir politika izlemesi olanağını yarattı. Örneğin ikinci tezkerenin reddi, birdenbire Fransa - Almanya eksenindeki Avrupalıları ve ayrıca Arap - İslam ülkelerini Türkiye’ye daha sıcak bakmaya itti. "Koalisyonun içindeyiz" demesine rağmen, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, İranlı meslektaşı ile yaptığı ve bu hafta sonu Suriyeli meslektaşı ile yapacağı görüşmelerin bu ülkelerde iyi karşılanması gibi...
***
TÜRKİYE’nin "üç tezkere serüveni", bütün tutarsızlıklara ve çelişkilere rağmen Ankara’nın Irak savaşına karşı daha mesafeli davranması ve çeşitli ülkelerle olan ilişkileri olumlu şekilde etkilemesi gibi bir sonuç yaratmıştır.
Ne var ki, bu sonuç, önceden düşünülen, planlanan ve ona göre uygulamaya konan bir stratejinin ürünü olmaktan çok tesadüflerin yardımı ile gerçekleşmiş görünüyor. Krizin başında, daha yeni işbaşına gelen hükümet acemi ve kararsızdı. Partinin tabanını ve genelde kamuoyunun eğilimini dikkate almak zorundaydı. Ayrıca Çankaya’dan MGK’ya kadar çeşitli etkin kurumlar da net bir tavır sergilemekten çekiniyordu...
Gerçekten o günlerde iç ve dış tüm faktörleri dikkate alarak bir düz çizgi üzerinde yürümek hiç kolay değildi. Ama nedenleri ne olursa olsun, ortaya çıkan sonuç - en azından bu aşamada - "ehveni şer" sayılabilir.
Şimdi Türkiye’nin önünde bir manevra alanı var. Diğer bir deyişle, bugüne kadar izlenen "ne şiş yansın, ne kebap" politikası ile böyle bir noktaya gelinmiştir. Bundan sonra bu "diplomatik ip cambazlığı"nı başarı ile sürdürmek için daha planlı, akılcı ve kararlı hareket etmek gerekiyor.