GEÇEN ay İtalyan parlamentosu, "sürgündeki Kürt Meclisi"ne ev sahipliği yaptı... Geçen haftanın başında Rus Meclisi "Duma" Apo'ya siyasi sığınma hakkının verilmesini isteyen bir karar aldı... Hafta sonu da Yunan parlamentosunda iktidar partisi PASOK'a mensup bir grup milletvekili, PKK liderine bir davetiye çıkardı...
Her üç olayda da bu ülkelerin hükümetleri kendi parlamentolarının sergilediği tavrın resmi politikalarını yansıtmadığını, kendilerinin PKK terörizmine karşı olduklarını beyan ettiler. İtalyan hükümeti olay bittikten (yani toplantı yapıldıktan sonra) Türkiye'ye bu konuda güvence verdi... Rus hükümeti "Duma"nın kararının kendisini bağlamadığını bildirdi; ama Apo'yu iade edeceğine veya sınır dışı edeceğine ilişkin açık bir işaret vermedi... Yunan resmi makamları da Meclis üyelerinin yaklaşık üçte birinin girişimine pek tepki göstermedi...
Bu ve benzer olaylar, yabancı ülkelerin hükümetler düzeyinde, PKK (ve Apo) konusunda Ankara'yı karşılarına almamaya gayret ettiklerini ve konu terörizm ile sınırlı kaldığı ölçüde Türkiye'den yana bir tavır sergilediklerini ortaya koyuyor. Ancak yönetimlerin, bu politikası parlamentoların, partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve basının, açıkça PKK terörizmini değilse bile, "Kürt davası"nı desteklemelerine engel olmuyor.
Bu artık yüzeye iyice çıkan yeni bir durumdur. Ve Türkiye bu gerçeğe göre yeni stratejiler oluşturmak zorundadır.
* * *
SON zamanlarda PKK'nın askeri alanda uğradığı yenilgiden - ve son olarak Suriye'nin yeni tavrı ile yediği darbeden - sonra, taktik değiştirdiği görülüyor.
Açıkçası örgüt ve yandaşları, artık mücadeleyi giderek uluslararası platforma ve siyasi alana kaydırmaya çalışıyor. Amaçları dikkatleri "Kürt sorunu"na, Kürtlerin "etnik hakları"na çekmek, kendilerine FKÖ, IRA veya ETA benzeri bir imaj yaratmaktır.
Dünya kamuoyunun bu gibi sorunlara karşı duyarlılığı, böyle bir kampanya için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Hatta bazen Türkiye'nin gerçek dostları olarak bilinen çevreler veya kişiler dahi, bu duyarlılığı ve ilgiyi paylaşmaktadır.
Son zamanlarda Kürt yanlısı kampanyanın Batı Avrupa'dan Güney Afrika'ya, Kanada'dan İskadinavya'ya, Latin Amerika'dan Avustralya'ya kadar yayıldığı açıkça görülüyor. Belli ki PKK'nın yan örgütleri, siyasal platformda bu ülkeleri, kamuoyu oluşturduktan sonra, kendi lehlerinde bir politika izlemeye sevketmek peşindeler. Kuşkusuz (son olarak İtalya ve Rusya örneklerinde görüldüğü gibi) bu sorun yüzünden bu ülkelerle Türkiye'nin arasının açılması da başlıca hedeflerinden birini oluşturuyor.
Kabul etmeli ki son olaylar, bu bağlamda Türk dış politikasında ciddi sıkıntılar yaratmış bulunuyor.
* * *
TÜRKİYE'nin, yabancı ülkelerin PKK veya Kürt yanlısı hareketlerde bulunması karşısında tepki göstermesi gayet doğal.
Ancak bunda bazı zorluklar ortaya çıkıyor. Kürt yanlısı davranışlar hükümet dışındaki çevrelerden geldiğinde, (İtalya örneğinde olduğu gibi) verilecek karşılığın devlet düzeyindeki ilişkileri zedelememesi gerek. Ama böyle durumlarda Ankara suskun da kalamaz tabii. Bu ikilem, Türk diplomasisini çok nazik bir sorunla karşı karşıya bırakıyor.
Kürt sempatizanı bir davranışta bulunan her kuruluşun ait olduğu ülkelere karşı misillemede bulunmanın veya sert çıkmanın da sakıncaları var. Diğer bir deyişle, Türkiye bütün bu ülkelere karşılık vermek için, elçisini geri çekmek, ticari ilişkilerini kısmak, ihaleleri iptal etmek, temaslarına son vermek gibi yöntemlere mi başvurmalı? Her defasında bu yönteme başvurmak, sonuçta Türkiye'yi zarara sokmaz mı, onu birçok ülke ile kavgalı duruma düşürmez mi?
İşte bu durum, Ankara'da yeni ciddi değerlendirmeler yapılmasını gerektiriyor. PKK tehdidinin şimdi uluslararası platforma kayması karşısında Türkiye'nin dışta ve içte yeni stratejiler üretmesi acil bir zorunluluk. Dışişleri'nden Bakanlar Kurulu'na, parlamenterlerden akademisyenlere kadar çeşitli çevrelerin bu konuyu ele alması lazım. Sadece "reaktif" politikalarla sonuç alınamaz çünkü...
Yazara E-Posta: s.kohen@milliyet.com.tr