KASIM, Türk dış politikası açısından oldukça zorlu bir ay olacak. İlginç bir rastlantı sonucu, Türkiye'nin özellikle yakın ülkelerde ilişkilerini belirleyecek gelişmeler hep bu ay içerisinde gerçekleşecek.
Suriye ile, son krizden sonra, ilişkilerin nasıl bir yön alacağı önümüzdeki birkaç hafta içinde anlaşılacak. Bu arada Rusya'ya gittiği bildirilen Apo'nun ne yapacağı ve Moskova'nın Ankara ile bu alanda işbirliğine ne kadar yanaşacağı da bugünlerde görülecek...
Bu hafta, Iraklı Kürt liderlerin Ankara'ya yapması beklenen ziyareti de gündemde. Washington'da Barzani ile Talabani'nin vardığı mutabakattan sonra planlanan Ankara toplantısının (Talabani'nin şimdi şüpheli görülen katılımı ile) gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belli değil. Ancak Türkiye, bugün Ankara'da beklenen Barzani'ye Washington'da eski rakibi ile vardığı mutabakatın bir "federatif sisteme" yol açmasına karşı tavrını açıkça ortaya koyacak...
Türkiye'nin çok önem verdiği Bakü - Ceyhan boru hattının geleceği de, bu ayın ortalarında, petrol şirketleri Konsorsiyumunun vereceği kararla belirlenecek. Ankara'da liderler düzeyinde son varılan mutabakatın şirketlerce ne kadar benimseneceği ve bu projeye gerçekten yeşil ışık yakılıp yakılmayacağı iki hafta içinde ortaya çıkacak...
Nihayet Türkiye - AB ilişkilerini ve Kıbrıs sorununu etkileyecek önemli bir olay da 10 Kasım'da bekleniyor. O tarihte AB, Güney Kıbrıs ile "tam üyelik müzakere sürecini" başlatacak. Böylece aylardır sözü edilen ve olumsuz sonuçlar yaratabilecek olan bu olay da gelip çatmış bulunuyor...
* * *
AB, sadece Rum kesimini kapsayan "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile masaya oturmakla, aslında uzun süredir planlanan, geçen martta da resmen ilan edilen bir kararı hayata geçirmiş olacak.
Aslında Yunanistan'ın yoğun çabası sonunda alınan bu karara katılan AB üyeleri, başta Kıbrıs Türklerinin de üyelik avantajlarından yararlanmak için, Rum yönetiminin başvurusunu destekleyeceklerini ve bunun Kıbrıs sorununun çözümünün kolaylaşacağını düşünmüşlerdi. Ne var ki, AB'nin önde gelen ülkeleri, Türkiye'den ve KKTC'den gelen uyarıları hiçe saydılar ve Yunan - Rum tarafının şişirdiği bu umutlara kapılmak gafletine düştüler. Nitekim sonradan en azından bazı AB üyeleri, bu hali ile "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin başvurusunu kabul etmenin ve hele onunla üyelik için masaya oturmanın ne kadar yanlış olduğunu - ve bunun çözümü ne kadar zorlaştırdığını - anladılar.
Gerçekte, bunun anlaşılması da fazla bir şey değiştirmiyor. "Yunan şantajı" AB'yi bu olayda da felce uğratıyor. Atina, AB'nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile müzakereye oturmaması halinde, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile "genişleme süreci"ni veto etmekle tehdit ediyor.
Peki, bu durumda Türkiye ne yapacak?
AB ve Kıbrıs işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel sorumuza şu yanıtı veriyor. "Özel bir tepki göstermemize gerek yok. Türkiye daha baştan söylenmesi gereken şeyleri söyledi. Eğer AB Rum tarafı ile görüşmeleri sürdürür ve ilerletirse, biz de aynı doğrultuda (KKTC ile) çalışmalarımızı sürdüreceğiz... AB'nin bu yolda devam etmesi iki bakımdan büyük bir yanlışlıktır. Birincisi, bu durum Kıbrıs'ta tarafları yaklaştırmayacak, aksine uzaklaştıracak ve aynı zamanda (BM'nin yeniden başlatmaya çalıştığı) çözüm sürecini tıkayacaktır. İkincisi, bu tavır Türkiye - AB ilişkilerine katkıda bulunmayacak, Türkiye'de AB'ye karşı duyulan güvensizliği derinleştirecektir"...
AB gerçekten martta aldığı kararla, kendisini "dönüşü olmayan bir yol"a sokmuştur. Bazı AB liderleri bunun farkında. Bu, AB yöneticilerini müzakerelere oturduktan kısa bir süre sonra, "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile görüşmelere ara vermeye iter mi? Yani bir nevi "aç - kapa" olur mu? Göreceğiz. Ancak AB yetkilileri bir hatırlatma yapıyor: Bu müzakere süreci çok uzun sürecek. Yani AB, ilk sıradaki adayları dahi ancak 2005 veya sonrasında kendi bünyesine katabilecek. Bir AB'li diplomatın deyişi ile "o zamana kadar Kıbrıs'ta da herhalde durum değişir - yani düzelir"...
O zamana kadar durumun ne yönde değişeceği önemli. Türk tarafı, Gürel'in deyişi ile, "adanın bölünmüşlüğünün daha derinleşeceği", yani bugünkü "de facto" durumun kesinleşeceği kanısında. Bu nedenle AB'nin şimdiden "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile görüşmelerine "ara" vererek, önce iki tarafın mutabık kalacağı bir çözümü ve AB'ye "ortak bir başvuru" yapacak noktaya geleceği günü beklemesi gerek.
Aksi halde ne olur? Yollar tamamen ayrılır. Kıbrıs AB ile, KKTC de Türkiye ile bütünleşmenin yolunu tutar...
Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr