Eski çağlarda, insanlar doğdukları zaman kulaklarına sihirli sözcükler fısıldayan perilerin olduğuna inanılırmış. Mesela Oğlak burcunun perisi Titanya, yeni doğan Oğlacıkların kulağına eğilip “Hafızan bir fil kadar güçlü olacak, yalan söylemeyeceksin, cesur olacaksın, hassas olacaksın” dermiş.
Keçi yavrusu
Burcum Oğlak. Hafızam bir Japon balığından hallice. Yalan söyleyemiyorum, zira başıma ne geldiyse dürüstlükten geldi. Cesur olduğum doğrudur, kafayı duvara az toslamadım. Hassasım. Kırıldığımda sümüğümü çeke çeke bir köşeye sinerim ve henüz bu eylemin bir faydasını görmedim. En son okuduğum burç yorumumda “Genç yaşta kimlik bunalımına giren keçi yavrusu, bu naifliğinle 2017’de etlerini yiyecekler” demiş birisi. Sağ olsun. Allah da onun yüzünü güldürsün. Ha unutmadan, kan grubum 0 RH negatif. Bir o eksikti zaten.
Astroloji haritamda yıllardır dolu olan tek ev, iş evi. Diğer evlerin hepsi boş. Haritamın suyu eksik olduğundan astrologlar mutluluğu Yengeç burcunda bulacağımı iddia edip duruyor ancak hayatımda tek bir Yengeç’le tanışmadım. Sırf bir Yengeç’le tanışmak için Akdeniz’e taşınmayı bile düşündüm ama nakliye olayı dert.
Neyse ne... Oğlak burcunda aradığımı bulamayınca gözümü
Yıl 1954. İngiliz politikacı Winston Churchill’in sekseninci yaşının şerefine bir portresinin yaptırılmasına karar verilir ve dönemin ünlü ressamlarından Graham Sutherland bu iş için kolları sıvar. Politikaya damgasını vurmuş, edebiyat alanında Nobelli, beş yüzden fazla tablo resmetmiş, altmış yıl boyunca karısı Clementine’le büyük bir aşk yaşamış olan eksantrik kişilik Churchill’in portresini yapma işi Sutherland’i bir parça gerse de ressam renk vermez. Hatta çalışmaları süresince aralarında bir dostluk bile oluşur. Derken Churchill’in doğum günü gelir çatar. Parlamento binasında tüm önemli simaların önünde tablonun örtüsü açılır. Fakat o da nesi? Hayaller anlı şanlı, genç, yakışıklı, zımba gibi bir Winston’ken, gerçekler seksen yaşının tüm ağırlığını üzerinde taşıyan, yaşlı ve yorgun bir Winston’dır.
Winston bu, durur mu? Alır Sutherland’i karşısına ve “Seni dost bildim, bağrıma bastım, beni nasıl böyle çizersin? Zalimlik bu!” diye haykırır. Ressam derin bir nefes alır ve cevap verir: “Yaşlanmanın kendisi zalimdir. Var olan şeyler için beni suçlayamazsınız. Yapabileceğiniz tek şey bu tabloya zaman vermektir.”
Öyleydi böyleydi derken, Clementine’in tabloyu evlerinin bahçesinde
Ben sana inandım, güvendim, içimi açtım, tüm sırlarımı paylaştım. Şimdi bana bunu nasıl yaparsın hayin bilgisayar!
İki cihan bir olsa virüs girmeyeceği vaat edilen dizüstü bilgisayarıma virüs girdi geçtiğimiz hafta. Elim, ayağım, her şeyim bilgisayarım bana küstüğünden dış dünyayla bağlantım şak diye kesildi. O an, “Ben iç dünyama dönüyorum, orada hayal kırıklığına yer yok” diyen Oğuz Atay aklıma gelse de içim içimi yedi ve harekete geçmeye karar verdim. Evet, mahallemizdeki bilgisayarcıyı aramam şarttı. Şarttı da bilgisayarcı beni bu tipimle görmeye hazır mıydı bakalım? Zira nedeni bilinmeyen bir alerji yüzünden orta boy karpuz kadar olan suratımı merheme bulayıp streç filmle sarmıştım. Hem hava da buz gibiydi. Ah, tabii boşunaydı tüm bu bahaneler. Esas çekincem bilgisayarcının kendisiydi.
“Farmville”de turp gönderemiyorum
Lafı evirip çevirmeyeceğim, bilgisayarcı beni sevmiyordu. “Farmville’de turp gönderemiyorum!” tarzı sofistike şikayetlerimi efendilikle karşılayıp göğsünde yumuşatmış bu insanı en son aradığımda “İnternet çalışmıyor!” diye yalvar yakar eve çağırmıştım. İşinin ustası bilgisayarcı kan ter içinde gelip fişi çıkan modemin fişini prize takmış ve tek kelime etmeden tüm
Bir arkadaşım geçen yıl “Yanlış zaman, yanlış insan sözü sana ne hatırlatıyor?” diye sormuştu. Açıkçası bana Tarkan’ın “Kış Güneşi”ni hatırlatmıştı. Hatta içimden bir kuple söylemiş fakat ona ses etmemiştim. Meğerse eşini kastediyormuş bizimki. Sonuç, boşandılar. Karı-koca her ikisini de tanıyorum. Tatlı başlayıp tatsız biten, sekiz yıl süren bir evlilik yaşadılar. Birbirlerini delice sevdikleri günlere şahidim. Fakat yaşam koşulları değiştikçe onlar da değişti. Onlar değiştikçe duyguları değişti. Başladıkları noktada belki birbirleri için doğru insandılar, geldikleri noktadaysa yanlış. Peki ya sonrası?
Ayrıldıktan sonra tecrübelerini ceplerine doldurdular. Cepleri dolup taştıkça akıllandılar. Hatta o kadar akıllandılar ki duygulara yer kalmadı. Kendilerini eleştirmeyip birbirlerini suçladılar. Yaşadıkları hayal kırıklığı aşk konusunda her ikisini de temkinli hale getirdi. Hiç unutmam, arkadaşım konuyu şu sözlerle toparlamıştı: “Bu ilişkide benim tek bir hatam olmadı ama onun bana yaşattığı bu tecrübeyi asla unutmayacağım. Bundan sonra ince eleyip sık dokuyacağım.”
Bonibon mu sandın?
Genel olarak benimsediğimiz formül şöyle; burnunun dikine git çarpı en doğrusu senin bildiğindir bölü