Bi tweet attım, hadi tut!

5 Mart 2017

En İyi Film kategorisi açıklanırken zarfların karışması sonucu bombastik bir kapanışa imza atan Oscar Ödül Töreni geçtiğimiz hafta çokça konuşuldu. Gerçi daha da konuşulmaz çünkü günümüzde bir skandalın ömrü bir kelebeğinki kadar.

Sürpriz şekilde kendini törenin ortasında bulan bir otobüs dolusu turist, izleyicilerin üzerine gökten yağan şekerler falan hoştu da benim en aklıma kazınan bölüm “Kaba Tweet’ler” (Mean Tweets) idi. Samuel L. Jackson, Eddie Redmayne, Emma Stone, Miles Teller, Ryan Gosling ve Natalie Portman kendileriyle ilgili atılan tweet’leri bizzat okuyup yorum yaptılar. Bu tweet’ler “Aman da ne başarılı oyuncusunuz, benim evladım da büyüyünce sizin gibi Oscar alacak” tonunda değil, “Hay ben sana ödül verenin...” tonundaydı. Hollywood yıldızlarının ekrana çıkıp bu paylaşımları okuması elbette kendilerine ne kadar güvendiklerinin göstergesiydi de ben daha çok diğer tarafı düşündüm durdum, yani bu tweet’leri atanları.

Zibidi Ryan

Misal, çizgili pijamanla evde göbeğini kaşıya kaşıya oturup Oscar’ları seyrederken içine bir his doluyor, diyorsun ki “Dur yahu, şu Ryan Rosling zibidisine bi saydırayım”. Ve başlıyorsun yazmaya: “Bakın bana, ben Ryan Gosling! Mükemmel bir kemik

Yazının Devamı

Adım adım İstanbul

26 Şubat 2017

Burnumuzun dibindekini fark etmemek hobi gibi bir şey oldu artık. Kimi zaman bizi gerçekten seven yanı başımızdaki insanı, kimi zaman da yanı başımızdaki tehlikeyi fark etmiyoruz. O başımız hep yukarda, hep dimdik bir halde uzaklara bakınıp duruyor. Artık ne halt arıyorsa uzaklarda...

Yaşadığımız şehrin güzelliğini de göremediğimiz oluyor bazen. Şimdi bu şehir cepte ya, hep bir kopup başka diyarlara gitme arzusu var bünyede. “Şu şehir şahane, öteki muhteşem, beriki yıkılıyor” diyoruz sık sık. Geçen gün bir röportajda bana sordular, “Yazarlığınızı besleyen şehir neresi?” diye. Bildiğim tüm şehirler gözümün önünden geçti ve son karede İstanbul kaldı. “İstanbul” dedim, “Alternatifi yok. Kesinlikle İstanbul.”

Tarihse tarih, kaossa kaos, sürprizse sürpriz. Çikilop gibi şehir. Aradığım ilham ve daha fazlası kesinlikle burada. Sonra da kendi kendime neden İstanbul’u daha detaylı keşfetme girişiminde bulunmadığımı sordum. Yani tamam, şimdiye dek her yeri gezdim de bu sefer ezber bozan bir gezinti yapmak istedim. Huyum kurusun, pek sonuç odaklıyımdır. İstanbul’un DNA’sına sızmak üzere hemen kolları sıvadım.

Kutsal bilgelik

İlk durağım Ayasofya’ydı. Daha önce kaç kez gördüğüm yer. Ama hep

Yazının Devamı

Dağdan bir kız geliyor döne döne

19 Şubat 2017

Tam on yıl sonra yeniden kayak pistindeyim. Ayağımda en havalısından kayaklarım, aynalı gözlüklerim, tepemde parlayan güneşim, pofuş pofuş bulutlarım var. Kendimi şu bembeyaz yokuştan aşağı bırakıp on yıl önce kaldığım yerden kayak sporuna devam edeceğim az sonra. Nerede mi kalmıştım? Kar sapanı... Peki kar sapanı yaparak bu 85 derece eğimli pistten inebilir miyim? Hayır. O zaman neden bu piste çıktım, manyak mıyım ben? Asla.

Ta Kanadalardan buraya gelen yakın arkadaşım Judith, iki yıl aradan sonra buluşmamızın şerefine zirvede inanılmaz bir fotoğrafımızı çekmek ve bu anı ölümsüzleştirmek istedi. İyi de oldu. Zira ben bu pistin sonunu görebileceğimden pek umutlu değilim. Bari fotoğrafım güzel çıksın, Instagram’da çok like alsın.

Küfür ve dedikodu yok

Çoluklu çocuklu kalabalık bir ekiple Courchevel’deyiz. Bir de Judith var. Neyse ki Meriç burada değil. Bizim ekipteki çocukların hepsi gayet pozitif iletişim kurulabilir türden, çok tatlılar. Sabahtan akşama kadar kayak okulunda, önlerinde kayak hocasıyla mavi (en kolay) pistten sülün gibi süzülüyorlar. Şu an aralarında olmak için aynalı gözlüğümü feda etmeye razıyım.

Courchevel, Güney Fransa’da bulunan St. Tropez’nin kışlık versiyonu

Yazının Devamı

Dikkat Meriç çıkabilir (Bölüm 2)

12 Şubat 2017

Kaliforniya Üniversitesi’nin yaptığı sosyolojik araştırmaya göre, sekiz yaşındaki bir kız çocuğuyla iletişime geçen bir yetişkinin en çok dikkat etmesi gereken husus kılık kıyafetiymiş. Yani çocuğun karşısına doğru kombinle çıkarsan bağ, yanlış kombinle çıkarsan dağ olurmuş.

Tabii ki böyle bir araştırma yok. Tamamen salladım.

Wi-Fi var mı?

Arkadaşımın bana günübirlik emanet ettiği sekiz yaşındaki kızı Meriç’le ara sokaktaki bir kafede karşılıklı pozisyon aldık. Erteleyemeyeceğim bir toplantım olduğundan, Meriç de sabahleyin gökten elma gibi kafama düştüğünden mecbur onu da buraya getirdim. Oturur oturmaz tipimi baştan ayağa inceleyip “O pantolonun üstüne o kazak olmuş mu?” diye sordu. Kendime şöyle bir baktım. Olmamıştı. İçimden “Keşke başka bir kazak giyseydim” diye geçirdikten sonra Meriç’le aramızdaki buzları eritmek üzere “Sana portakal suyu söyleyeyim mi?” dedim. Yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı, “Latte alırım. Burada Wi-Fi var mı?” “Yahu sen sadece sekiz yaşındasın, ne lattesi, ne Wi-Fi’ı?” demekten tırstığım için garson ablamızdan beleş internet şifresini isteyip iki de sütlü kahve sipariş ettim. Bizimki üzerinde “Frozen / Karlar Ülkesi” çizgi filminin baş karakteri

Yazının Devamı

Dikkat Meriç çıkabilir!

5 Şubat 2017

Henüz bir evladım yok, o da olur inşallah kısa zamanda. Yine de yarıyıl tatiline büyük bir anlam yüklüyorum. Çünkü el ayak çekilince, okul servisleri yolları terk edince ulaşım bir anlam kazanıyor. Ne tarz bir anlamı mı? Ulaşabiliyorsun. Hele ki İstanbul’da, gün içerisinde çekmen gereken birden fazla kapı varsa bir yere ulaşabilmenin dayanılmaz hafifliğiyle oradan oraya kelebek gibi konuyorsun. Olayın bu kısmını gayet güzel ifade edebildiğimi düşünüyorum. Gelelim ikinci kısma...

Şebnem ablası

Bazen basiretimiz bağlanır, paralize oluruz ve hayatta yapmam diyeceğimiz şeyleri yaparız. Bu sabahın köründe de aynen böyle oldu. Omuzumda koca bir çanta, elimde poşetler, dişlerimin arasına sıkıştırdığım berem ve eldivenlerimle dışarı çıkmak üzere kapıyı kilitlemeye çalışıyordum ki telefonum cayır cayır çalmaya başladı. O panikle boş bulunup kimin aradığına bakmadan telefonu açtım. Açmaz olaydım. Hattın diğer ucunda Hülya isimli bir arkadaşım vardı ki buraya kadar bir problem yok. Çok konuşur ama iyi kızdır Hülya. Ne zaman ki fonda “Anneeeee!” diye bir çığlık duydum, işte o zaman bana bir kal geldi. Bu çığlığın sahibi Hülya’nın sekiz yaşındaki kızı Meriç’e aitti. Meriç dıştan bakınca böyle

Yazının Devamı

Kim bu Niyazi?

29 Ocak 2017

Psikoloğa gitmeye başlayan bir arkadaşıma nasıl bir deneyim yaşamakta olduğunu sorunca bana aynen şunu diyor: “Ne güzel ot gibi yaşayıp giderken annemin anlayışsızlığıydı, iki önceki sevgilimin basiretsizliğiydi falan derken geçmişime bombalama atlattı adam beni. Yarım kalan duygular, yediğim kazıklar ortaya dökülünce sinirlerim hepten bozuldu. Bir de ben anlatırken uzaklara dalıp konudan kopuyor...”

Hararetle içini döken arkadaşımın karşısında onu numaradan dinler bir pozisyon alıp kendi kendime düşüncelere dalıyorum. Bir yandan “Geçmişle işini halletmeden geleceğe adım atamazsın”, bir yandan da “Geçmişe mazi, geleceğe Niyazi” diyorlar ve kafam çok karışıyor. Geçmişle işimiz bitmedi mi? İşimiz bitti sanıp da kendimizi mi kandırıyoruz? Ve hepsinden önemlisi, kim bu Niyazi?

Buradan Küba’ya yol

Arkadaşım konuşmaya devam ederken Haluk Bilginer’in “Pencere” isimli tiyatro oyunu aklıma geliyor. Bilginer, David Hare’in “Skylight” isimli eserini Türkçeleştirmiş; Esra Bezen Bilgin ve Kürşat Demir’le birlikte harikalar yaratmış. Altı yıl boyunca aşk yaşayan ve sonunda ayrılan bir çiftin yüzleşmesi anlatılıyor oyunda. Farklı hayat görüşlerine sahip iki insan yıllar sonra buluşup eteklerinde ne

Yazının Devamı

Lale Devri çocuklarıyız biz

22 Ocak 2017

Geçtiğimiz gün WhatsApp’ıma daldan dala konup gelen bir mesaj şöyle başlıyordu: “Bu yazıyı 1985 öncesi doğanlar okusun.” İçimden “Bir canımız kaldı, onu da alın emi” dedikten sonra mesajı okumaya başladım. Gerçekten de o zamandan bu zamana neler değişmiş neler... Peh, hey gidi günler hey!

Cep telefonu yoktu

Evet dostlar, bir zamanlar ağızdan çıkan söz gerçekten sözdü. Evde kendimi o duvardan bu duvara çarparak, yerlerde tepinip zar zor alabildiğim gündüz vakti arkadaşlarla buluşma iznimi yalan söyleyip de kaybetmeye niyetim hiç olmadı. Eve şu saatte geleceksin denirse o saati asla geçirmedim. Hep sanki annem enseme bir çip taktırmış gibi hissetim ki ki o zamanlar çip falan da yoktu. Resmen saftorikliğin zirvesinde geziniyordum. Hadi izni aldın diyelim, arkadaşlarla buluşmak bile ayrı bir meseleydi. Kah buluşma yeri kah saati yanlış anlaşılınca kaç kez Kadıköy meydanındaki boğa heykelinin yanında buzağı heykeli gibi saatlerce beklediğimi bilirim. Aşk konusuna gelecek olursam, eve gelir gelmez önce telesekreter kontrol edilir, sonrasındaysa o çocukla saatlerce telefonla konuşulurdu. Zaten “Konuştuğun çocuk” lafı da buradan geliyor. Bu dönemi “Ara beni her canın istediğinde” olarak

Yazının Devamı

Gitti bizim mahremiyet

15 Ocak 2017

Geçtiğimiz hafta hafızamın zayıflığıyla ilgili yürek burkan yazımı takiben bir arkadaşım meşhur bir teknoloji firmasının yakın zamanda bu derdime çare bulacağını müjdeledi. Söz konusu firmanın yaşanan her şeyi kayıt altına aldığı, hatta ileri geri sardığı kameralı lens üretmek için kolları sıvadığını duyduğumda sevinçten havalara uçtum. Neden mi? Miyobum var, hiç öpmeyeyim canım. Uzaklar bana haram.

Lensi veya gözlüğü seyrek kullandığımdan herhangi biri el salladığında aşırı samimiyet gösteren bir uzak akraba edasıyla ben de el sallıyor, hatta arada gülücük falan atıyorum. Huyum bu. Havalara uçmamın ikinci nedeniyse, istisnasız her şeyi unutmamdı. Hadi kötü anları unutayım da güzel birkaç anı kalsa fena olmazdı, değil mi? Yok, şu kafamın içi hep pırıl pırıl. Sözün özü, bir çift lensle hem görebilecek hem de olayları kayıt altına alabilecek olmanın hafifliğiyle keyfim bayağı yerine geldi.

Kullanışlı ama tehlikeli

Beni heyecanlandıran bir öneri duyduğum zaman sonuçlarını düşünmeden olaya bodoslama atlamak outdoor hobilerim arasındadır. Neyse ki çevremde “Bi dur, bi düşün önce” diyen aklıselim insanlar var da durup düşündükten sonra bazı öneriler hakikaten saçma geliyor ve

Yazının Devamı