Bundan yıllar önce dedemle anneannemin evine akşam oturmasına kızlarıyla birlikte bir çift arkadaşları gelmiş. Kekler börekler yenmiş, meyveler soyulmuş, çay faslına geçilince kızımız kendisiyle yemeğe çıkmak isteyen iki genç adamdan söz edip hangisinin teklifini kabul edeceğine bir türlü karar veremediğini eklemiş ve dedeme fikrini sormuş.
Yeşil gözlerini kırpıştıran dedem lafa şöyle başlamış: “Genç bir adam seni evinden alıyorsa, arabaya binerken kapını açıyorsa, restorana girerken seni önden buyur ediyorsa, masaya otururken sandalyeni çekiyorsa, restorandan çıkarken pardösünü tutuyorsa ve seni evine kadar bırakıp apartmandan içeri girmeni bekliyorsa bu kişi bir centilmen demektir. Hangisini seçmen gerektiği konusuna gelecek olursak... Bir çizelge hazırlamamız gerekiyor.”
Tam zamanlı isyan
Yıl 2000. Üniversite sınavımın sonuçları gelmek üzereydi. Tam zamanlı bir isyan içindeydim. Kafam karışık, moralim bozuktu. Stresten yanağımda beyaz bir leke belirmişti. Çok lazımmış gibi tam da bu dönemde annemler 14. kez evden taşınmaya karar vermişti. Bizimkiler taşınmayla ilgili bana hiçbir şey hissettirmeyeceklerini söyledikten sonra evdeki tüm eşyalar gitmiş, salonda bıraktıkları tekli
İllüzyonist Harry Houdini, gazeteci Joseph Pulitzer, aktris Zsa Zsa Gabor, piyanist Franz Liszt ve model Barbara Palvin’in memleketi Macaristan’dayım.
An itibarıyla başkent Budapeşte’nin en havalı mekanı New York Cafe’de bir yandan latte’mi yudumlamakta, bir yandan da Budapeşteli gazeteci arkadaşımın Macar mitolojisiyle ilgili anlattıklarını dinlemekteyim. Mesela “Turul, anka kuşuna benzeyen, halkımıza önderlik etmesi için yeryüzüne gönderilen efsanevi bir kuştur” diyor. Bardağın dibinde kalan süt köpüğünü hüpletip lafa giriyorum: “Turul dediğin, bildiğin bizim Tuğrul. Tugi. Amma çok benzer yanımız var.”
Tarih de gösteriyor ki hakikaten benzerlikler var Macarlar ve Türkler arasında. En başta tiplerimiz. O yüzden Budapeşte yollarını arşınlarken yabancılık çekmiyorsunuz. Genç nüfusun bir hayli yoğun olduğu bu “cool” şehrin güzelliğinin yanında iki şey beni mest etti, havalara uçurdu. İlki restoranları (çünkü can boğazdan gelir), ikincisi ise Budapeşte Opera ve Balesi (çünkü sanat ruhun gıdasıdır). Bu iki konuyu toplarsak Budapeşte’nin beni doyurduğunu söyleyebilirim.
“Kar Yağdı Sultan”
İç mimar ve ressam olan annem opera ve baleye pek düşkündür. Babamla ilgili olarak da hep şu örneği
Her şeyimiz tam olmalı. Yaz tatilimiz, kış tatilimiz, marka kıyafetimiz, son model arabamız, yemek yediğimiz pahalı restoran, cep telefonumuz, bilgisayarımız, özellikle de evimiz dört dörtlük olmalı. Hele ki yeni evlenmişsek muz dilimleyici, kiraz çekirdeği ayıklayıcı ve hamur inceliğine göre ayarlanabilir oklava mutfakta yerini alana kadar evden içeri adım atmamalı. O hamuru ancak rüyamızda açacağımızı bilsek de hayatımızda tek bir eksik bile kalmamalı ki içimiz rahat etsin.
Mikonos tatil kredisi
İşte tam olarak bu kafayla hareket ettiğimizden bir türlü para biriktiremiyoruz. Maaşı elimize almamızla helvasını kavurmamız bir oluyor. Mikonos’a gitmek için tatil kredisi çekip ev mi alınır? Alan varsa bir yol göstersin de emekliliğimizde başımızı sokacak bir evimiz olsun. Tamam tüketim toplumunda yaşıyoruz da tüket tüket nereye kadar? Hayata “Allah Allah!” sesleriyle cengaver gibi bir giriş yapıp “Allah Allah... N’oldu böyle?” diye bir çıkış yapmak da var.
Tarih şahittir ki zenginliğin formülü tek bir kelimeden ibaret, o da tutumluluk. Anneden babadan kalma zenginlikten değil, dişinden tırnağından artırıp mücadele ederek kazanabileceğin bireysel zenginlikten söz ediyorum. Peki parayı bu
Arkadaşım “Beş yaşındaki kızım Mira’yla dolaşırken yerde yaralı bir güvercin gördük. Nasıl üzüldüm, içim gitti, bakamadım hatta. Mira ise soğukkanlılıkla bunun her canlının başına gelebileceğini, bir veterinere götürürsek iyileşebileceğini, dert etmememi söyleyip kolumu okşadı. Teselliye gel. Bir an için ben mi onun annesiyim yoksa o mu benim annem diye düşündüm. Bu yeni nesil tuhaf değil mi?” diye sordu.
Gelecek beklentileri
O konuşmaya devam ederken içimden düşündüm, “Ben anneanneme tuhaf geliyorum, annem bana tuhaf geliyor, ben bazen kendimi çok tuhaf buluyorum, o zaman bu çocukların da bize tuhaf gelmesi gayet normal” diye. E tabii, “baby boomer”, X, Y, Z kuşağı diye boşuna etiketlenmedik. Her kuşağın kendi içinde bir alametifarikası mevcut.
1946-1964 arası doğan “baby boomer” larla başlayalım. Neden “baby boomer” demişler? Çünkü II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir nüfus patlaması olmuş. Bu patlayan nüfus otoriteye saygı duyarak büyümüş. Mektup yazmış, zarf yalamış, pul yapıştırmış. Yüz yüze ve birbirine dokunarak iletişime geçmiş. Geleceğiyle ilgili en büyük hedefi rahat bir emeklilik olmuş.
Onları takip eden 1965-1980 arası doğan X kuşağı o dönemde yaşanan ekonomik krizlerden
Bünyesinde 4.1 milyon yapım ve 7.7 milyon kişisel bilgi barındıran, internet üzerindeki en büyük film arşivi IMDb’nin kurucusu Col Needham, 50 yaşında bir İngiliz. Yılda 1100 civarı film izleyen bir çılgınken kafayı kırıp bir film arşivi oluşturmak için kolları sıvıyor ve 1990’da IMDb’yi hayat geçiriyor. Bu girişim yıllar içinde o kadar büyüyor ki sonunda 1998’de Amazon.com’la birleşmeye kadar gidiyor.
Needham’ın ne bir asistanı var ne de ofisi. Site için çalışan editörleriyle dahi yüz yüze tanışmamış. “Hayatımdaki en büyük desteği eşim Karen’dan gördüm” demiş bir röportajında. Canım benim, aynı zamanda pek de tatlı.
Bir insanın yaşayabileceği en büyük lüks, hobisini işe dönüştürmek olmalı. Gerçi hobi işe dönüşüp de içine para girdikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor ama konumuz o değil. Konumuz IMDb. Çünkü yıllardır bu siteye göz atmadan film izlememem bir yana, şimdi bir de pıtırcık gibi çıkan yabancı diziler konusunda bilgi edindiğim en etkin kaynak IMDb.
Onlar halka değil, fil
Bu yabancı dizi şeysi bende tam bir hastalık durumunu aldı. Sabahlara kadar oturup hadi şu sezonu da bitireyim derken sağlığımdan olacağım sonunda. Gözümün altındaki mor halkalarımla sanki dün gece
Küba’nın başkenti Havana için alçalmaya başlıyoruz. Lütfen kemerlerinizi bağlayınız ve koltuklarınızı dik konuma getiriniz. Cep telefonlarınızı kullanabilirsiniz fakat baştan uyaralım, normalin dört katı yazacaktır. Boyunuz kadar valiz getirmişsiniz de şort-tişörtten başka bir şey giyemeyeceksiniz zira hava kırk derece. Turla mı geldiniz? Çok tatlısınız. İnşallah güzel arkadaşlıklar edineyim derken birbirinize girmezsiniz çünkü tam on gün boyunca dip dibe gezeceksiniz.
Bildiğiniz gibi oyuncu Andy Garcia, Küba doğumludur. Şarkıcı Nat King Cole’un “Quizas, Quisaz, Quisaz” isimli şarkısının bestecisi Kübalı Osvaldo Farres’tir. Buena Vista Social Club’ın İbrahim Ferrer’i ve onun ustası Beny More bu renkli ülkenin insanlarıdır. Nobel ödüllü yazar Ernest Hemingway’in Küba’nın Cohimar köyünde muazzam bir evi vardır. Ülkenin politik hayatında önemli bir rol oynayan Che Guevara aslen Arjantinlidir. Kendisi 1.72 boyundadır. Bu bilgiyi neden verdiğimizi biz de bilmiyoruz.
Sivilce garantili krem
Küba’nın her köşesinden önünüze bir tavuk fırlayacaktır. “Serbest gezinen tavuk” lafının bu ülkeden çıkmış olabileceğinden şüphe etmekteyiz. Istakoz acayip ucuzdur fakat ucuz diye sarıp evinize götürmeye
Akıllı telefonumun içinde böyle küçücük, mor renkte bir kurtçuk yaşıyor. Bu kurtçuk, bütün gece fişten çıkarmadan şarj ettiğim telefonumun şarjını evden çıktığım andan itibaren içten içten kemirmeye başlıyor. Telefonu çılgın gibi kullanmasam bile henüz iki saat geçiyor ki bir bakıyorum, şarjım bitmiş. Hemen bir kafeye oturuyor, mecburen içecek bir şey sipariş ediyor, boş priz bulup mor kurtçuğu besliyorum. Şöyle ki artık aksesuar olarak kolye değil, şarj takıyorum boynuma. Siz de deneyin, hatta şarjın kablosunu uzun tutup çift sıra dolayın. Ucuna da melek kanadı falan asın. Sempatik olur.
Ters açı
Akıllı telefon kullanmaya başladığımdan beri aklımın her geçen gün biraz daha azaldığını düşünüyorum. Bende ters açı yaptı. En başta telefon numarası ezberleme olayım bitti. Zaten sayılarla aram kötüydü, şimdi hepten papaz olduk. An itibarıyla bir tek annemin ve babamın telefonunu ezbere biliyorum, o da uzun yıllardır kendilerinin kızı olduğum için. Telefon rehberim kazara silinse bir banka oturup dizlerime kareli battaniye örttükten sonra beni bulmaları için beklemekten başka yapacak hiçbir şeyim yok.
Zalim Twitter’la vedalaşalı çok oldu. Facebook’ta yapılan hastane paylaşımları beni bu
Bu hafta size inanılmaz bir yazı yazmak niyetindeydim. Aklıma acayip bir fikir gelmişti. Var ya, onu yazsam muazzam olacaktı. Fakat olmadı.
Önümde, arkamda, sağımda, solumda inşaat çalışması olduğundan bitmek bilmeyen bir gürültü bulutu içerisindeyim. Beynim sütlü bebek bisküvisi kıvamını aldı. Ne yazacağımı unuttum. Adımı sorsalar uzun uzun düşünüp “Mehtap” diyeceğim. Geçen hafta bozuk attığım bir arkadaşım az önce arayınca, “Kuşuum” diye açtım telefonu. Neye bozulmuştum acaba?
Neyse ne. Durum vahim.
Sabah sekizden akşam sekize kadar sürüyor inşaatlar. Bir ara durup dinleyeyim, belki alışırım diyorum ama ıh ıh, olmuyor. En sonunda pencereden iş makinelerini seyrederken “Ne güzel çimento döküyorlar”, “Anaa, dozere bak” diye kendi kendime konuştuğumda dedim ki “Kızım kendine gel. İşine sahip çık. Sakin bir kafe bul. Kır dizini, yaz yazını.”
Yapacak başka bir şey olmadığından ben de koltuğumun altına bilgisayarımı aldım, vurdum kendimi yollara.
Seviyorum sanıyor
Sessiz bir kafe ararken girip çıktığım sekiz kafenin sekizinde de müzik son ses açıktı. Sabahın bu saatinde masa örtüsünü belimize bağlayıp ellerimizde yeşil çaylarla ayağa kalkıp göbek atsak garip kaçmazdı, o derece. Garsonlar