MARK PARRIS: Parris ile Ankara'da Türk-ABD ilişkilerindeki son durumu konuştuk. SORU: Türk-Amerikan ilişkileri zorlu bir dönemden geçti. Bu ilişkinin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?PARRIS: Mevcut durumu tanımlayan en bariz şey, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın ziyaretidir. Dışişleri bakanlarımız Türkiye'yi pek ziyaret etmezler. Geçmişe baktığınızda bunu görürsünüz. Buna rağmen bir yıl gibi bir süre zarfında iki ziyaret gerçekleşiyorsa bunun bir anlamı var. Türk-Amerikan ilişkileriyle yakından ilgilenmeye devam eden ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris'e göre Washington'un "AKP'yi gözden çıkarması" söz konusu değilmiş. Parris, Dışişleri Bakanı Rice'ın, Türkiye'yi pek ziyaret etmeyen eski meslektaşlarının aksine, bir yıl gibi kısa süre içinde Ankara'ya iki kez gelmesini buna kanıt olarak gösterdi. Birlikte yapmamız gereken çok önemli işler var. Bu ziyaret ilişkileri tekrar rayına oturtma çabasını yansıtıyor. Kanımca bu da olmuştur. SORU: Bu ziyaretten bir Stratejik Vizyon Belgesi üzerinde çalışma mutabakatı çıktı. Nedir bu belge? PARRIS: Bu belge yeni bir zemin oluşturmaya çalışacaktır. Benim buradaki büyükelçiliğim sırasında da benzeri bir belge çıkmıştı
Danimarka parlamentosunu barındıran Christianborg Sarayı'ndaki bir günlük konferans, karikatürleriyle İslam âlemini karıştıran sağ eğilimli Jyllands Posten gazetesi ile "Danimarka Özgür Basın Cemiyeti" tarafından düzenlenmişti. Konusu ise "Türkiye'de fikir özgürlüğü"ydü. Oysa tartışma hep karikatür krizi etrafında döndü. Bu arada, "düzenleyici" olmasına rağmen Jyllands Posten'den bir konuşmacının olmaması dikkat çekti. Bizi karşılayan ve bizimle ilgilenenlerin arasında yabancı düşmanı diye bilinen Danimarka Halk Partisi mensuplarının olması da gözden kaçmadı. Jyllands Posten'in yaklaşımı malumken, Danimarka Özgür Basın Cemiyeti'in ne olduğunu öğrenmek için internet sayfalarına girmek yetiyor (www.trykkefrihed.dk). Danimarka kendisini uygar ve hoşgörülü sayar. Ancak, Kopenhag'da cumartesi günü konuşmacı olarak katıldığım konferansta Danimarkalıların pek de güzel olmayan bir yanını gördüm. Cemiyetin başkanı Lars Hedegaard Jensen de zaten konferansta yaptığı konuşmada hiçbir şeyi gizlemedi. Jensen'e göre Müslümanlar uygarlıktan, bilim, felsefe ve kültürden nasiplerini alamamışlar çünkü kendilerini sorgulama yeteneğinden yoksunlar. Bu arada Türkler -ki o 'Müslümanlar' dedi- Anadolu
Ankara, basında yansıtılan "Irak'la sınır ötesi gerilimi" yaklaşımından rahatsız. Çünkü, yeni hükümetin şekillenmeye başladığı bir sırada, Bağdat'la "gerilim" değil, "işbirliği"ni hedefliyor. Ortam gerilince bazı gelişmelerin önemli ince ayrıntıları göz ardı edilebiliyor. "Irak Türkiye'ye protesto notası verdi" haberlerinde olduğu gibi. Burada suyun başındakilerden edindiğim bilgileri aktarmak istiyorum. Bu arada, Irak'ın, "Askerleriniz topraklarımıza giriyor" iddiasıyla Türkiye'ye "protesto notası" vermesi de söz konusu değilmiş. Buradaki kilit kelime "protesto." Çünkü Türkiye'ye gerçekten nota verilmiş. Ancak bu, "protesto" değil, "bilgi edinme" notasıymış. Konuştuğum yetkili, bu konuda şunları söyleme ihtiyacını da duydu:"Nedense 'nota' dendi mi Türkiye'de otomatik olarak 'protesto notası' akla gelir. Oysa, bir büyükelçiliğin önündeki araba parkıyla ilgili bilgi bile notayla istenir. Bunu lütfen okurlarınıza iletin." Bilgi notası Biz de iletmiş olarak devam edelim. Bağdat'ın notasında sorduğu soru şuymuş: "Sınırınızda askeri hareketlilik var. Basınınızda da sınır ötesi operasyon yapılacağı konusunda yoğun spekülasyon var. Bunlar ne anlama geliyor?" Türkiye de, Dışişleri
Çünkü bu ziyaretten "çok büyük bir şeylerin çıkmasını" zaten beklemiyorlarmış. Hal böyle olunca, alınan sonuçların "beklentilerin fevkinde" olduğunu söylüyorlar. Peki nedir bu "alınan sonuçlar"? Her şeyden önce iki taraf da, Türk-Amerikan ilişkilerinin "vazgeçilmezliği" üzerinde bir kez daha mutabık kalmışlar. Bunun "sayılamayacak kadar çok" nedeni varmış ve bunların büyük bölümü, "günün bazı konuları"ndan ziyade, uzun vadeli beklentilerle ilgiliymiş.Ancak taraflar, aynı zamanda, ilişkilerde çok zorlu bir dönemden geçilmekte olduğunu da samimi bir şekilde kabul ederek, "stratejik bağlar"ın yeniden tanımlanması gereği üzerinde de görüş birliğine varmışlar. Üzerinde çalışılacak olan "Stratejik Vizyon Belgesi" işte bunu yapacakmış. Biz yorumcular ne düşünürsek düşünelim, Türk ve Amerikalı yetkililer ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Ankara ziyaretinden son derece memnunlar. Nedeni ise kendilerine göre basit. Bu belge, Soğuk Savaş sırasında var olan ve bugüne kadar Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde yürütülen ilişkileri günün gereklerine göre "güncelleştirecekmiş."Bu belge sayesinde, tarafların birbirleri için yapabilecekleri ve yapamayacakları daha
Kürtler ile Sünnilerin de onayını alan Şiilerin başbakan adayı Cevat el Maliki'nin önünde, şimdi, herkesin bir an evvel ortaya çıkmasını arzuladığı "ulusal uzlaşma hükümeti"ni kurma görevi var. Bu hükümetin Şiiler, Kürtler ve Sünniler arasındaki hassas dengeleri yansıtması gerekecek. Irak nihayet yeni başbakanını çıkarabildi. Seçimler üzerinden aylar geçmesine rağmen hükümetin bir türlü kurulamamasıyla gelen siyasi belirsizliğin giderilmesi yönünde, böylece, önemli bir adım atılmış oldu. Bu gelişmeyle birlikte ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getiren dağılma sürecinin önüne geçileceği umuluyor. Hangi görevin hangi gruba gideceği bilinirken, bazı gözlemciler seçilecek şahıslar üzerinde tartışmaların olabileceğini söylüyorlar. Hükümetin, bu kez de bu nedenle, bir an evvel kurulup görevine başlayamamasından endişe ediyorlar. Diğer gözlemciler ise "Üstteki isimler belirlendikten sonra arkası gelir. Önemli olan çatıyı kurmaktı" görüşündeler. Buradaki diğer önemli gelişme ise Şiiler ile Sünnilerin cumhurbaşkanlığı için Kürtlerin adayı olan Celal Talabani üzerinde mutabık kalmış olmalarıdır. Talabani böylece, aslında beklendiği gibi, bu görevi bir dönem daha yürütecek. Başlıca görevi de
Türkiye güçlü servisini çekerek, "Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı niçin harekete geçmiyorsunuz?" diye soruyor. ABD tarafı da pek ikna edici olmayan bahaneler üreterek, "Bu konuda yanınızdayız" diyor ve sıkı bir "backhand" hamlesiyle, "Siz de terörist Hamas'ı niçin cesaretlendiriyorsunuz?" diye soruyor.Bu kez Türk tarafı, pek ikna edici olmayan bir çıkışla "Cesaretlendirmiyoruz, yola getirmeye çalışıyoruz" diyor ve tenis maçı tam bir sağırlar diyaloğu şeklini alıyor. Bu kısır döngünün yakında kırılmasını beklemek ise gerçekçi değil. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Ankara'da beklendiği şu sıralarda Washington'la ilginç bir "ters diyalog" içindeyiz. Bunu garip bir tenis maçına benzetmek de mümkün. Önceki gün katıldığım bir yemekte bunu tekrar sezdim. Ev sahipliğini Türk-Amerikan Dostluk Grubu Başkanı İstanbul Milletvekili Egemen Bağış yapıyordu. Onur konukları ise Amerikan Dış Politika Derneği üyeleriydi. Davetli olan CHP milletvekili ve eski Washington büyükelçimiz Şükrü Elekdağ, konuya bodoslama daldı. Başkan Bush'un "11 Eylül sonrasında söylediği "Ya bizlesiniz, ya da bize karşı" sözünü tersine çevirerek, bu algılamanın Türkiye'de PKK konusunda Amerika'ya karşı kullanıldığını
Aygün, Sabah gazetesinin Ankara ekindeki sütununda geçen gün yazdı. Danimarka Büyükelçisi'ni Roj TV konusunda sorgulamaya kalktığında, "İyi de biz de terörist Hamas'ın üyelerini başkentimizde kabul etmiyoruz" çıkışıyla karşılaştığını belirtti. Ardından da kanaatini şöyle açıkladı: "Maalesef bu Hamas konusunda yanlışlık yaptık. Birilerinin eline müthiş koz verdik. Haklıyken haksız duruma düştük..."Bunun böyle olacağını zamanında yazdığımızda, başta Dışişleri Bakanı Gül olmak üzere, birçok kişi tepki gösterdi. Oysa, bu ziyaretin Türkiye için baş ağrısı yaratacağı ortadaydı. Ancak, ders alınmışa benzemiyor. Bir Batılı büyükelçinin ifadesidir. Hamas'ın sürgündeki siyasi lideri Halid Meşal'in baskın Ankara ziyareti Türkiye için tam bir "baş ağrıtan bumerang"a dönüştü. O kadar ki, Batı'ya duyduğu antipatiyi hiçbir zaman gizlemeyen Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün bile bunu kabul ediyor. Dışişleri Bakanlığı'ndan önceki gün yapılan yazılı açıklamada, Hamas'a "halel getirmeme" çabası açıkça seziliyordu. Açıklamada, Türkiye'nin, Tel Aviv'deki son bombalama olayını "şiddetle kınadığı", Bakan'ın da İsrailli meslektaşını arayarak "üzüntülerini" bildirdiği duyuruluyordu.Güzel de, Tel
Kimi hesaplara göre yönetimin sadece birkaç haftalık parası var. Oysa 140 bin memur maaş bekliyor. Ödenmediği takdirde bunun ciddi toplumsal patlamalara yol açacağından endişe ediliyor. Nitekim, onlarca Filistin polisi maaşları ödenmediği için cumartesi günü hükümet binasını bastı. Durum o kadar kritik ki, Hamas internet üzerinden acil yardım çağrısı dahi yapmış. İsteyen Hamas'ın, Fransız Société Générale bankasına ait olan Kahire'deki "Mısır International Bank"ta bulunan hesabına para gönderebilir. Türkiye bu hafta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı ağırlayacak. "Ebu Mazen"in amaçlarından biri de kuşkusuz para istemek olacak. Zira, Batı'nın ambargosuyla karşı karşıya olan Filistin yönetimi zorda. ABD ve AB, seçimleri kazanarak Filistin'de dümeni ele geçiren Hamas hükümetini, terörizmden vazgeçtiğini açıklamadığı ve İsrail'i tanımadığı için, cezalandırıyor. Mahmud Abbas da Türkiye'den ne kadar parayla dönerse o kadar memnun olacaktır. Ancak, söylenenlere bakılacak olursa, Ankara'dan çok fazla bir şey koparamayacak. Zira, hükümet bu konuda da arada kalmış durumda. Gözle görülür bir yardım yapacak olsa, ABD ve AB'ye yine ters düşecek. Hamas'ın siyasi lideri Halid Meşal'in