Berlin Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik'in, şikâyet edilen türban konusunun Ankara'dan gelen bir genelgeye dayandığını, bunun da sadece kimlik ve pasaport için geçerli olduğunu anlatmaya çalışmasını duymazlıktan gelmesi ise, Erdoğan'ın bu türban konusunda otomatik bir tepki mekanizması geliştirdiğini gösteriyor. Oysa, söz konusu genelge ne İrtemçelik'in icadı ne de Dışişleri Bakanlığı'na ait bir tasarruf. İçişleri'nden çıkmış bir genelge bu. Buna rağmen, Erdoğan oradaki başörtülü kızın sözlerinin neyle ilgili olduğunu anlamaya çalışmadan hıncını İrtemçelik'ten almaya kalktı. Başbakan Erdoğan'ın, konunun özünü bilmeden, kendi devletinin bir büyükelçisini -üstelik kendisinin bile "Buraya provokasyon için mi geldiniz?" diye azarladığı bir kitle önünde- küçük düşürmesi Türkiye Cumhuriyeti adına güzel bir görüntü vermedi. 1970'li yıllarda 6 yıl boyunca Dublin Büyükelçiliğimizde mahalli kâtip olarak çalıştım. Elçiliğimiz küçüktü ve pasaport işleriyle de ilgileniyordum. O yıllardan anımsadığım şey, bize vize için gelen, örneğin Suudi Arabistan vatandaşlarının eşleri ve kızları için yüzü ve başı açık fotoğraf istememizdi.Başka bir ifadeyle, Başbakan yeni öğreniyor olsa da, burada
Gözlemciler de, "Oylansaydı, tasarı geçerdi" diyorlar. Meclis Başkanı Debre'nin tasarıyı oylatmamasının bunu engellediğini belirtiyorlar. Şimdi, tasarının yıl sonunda tekrar gündeme getirilmesinden söz ediliyor. Konuyla ilgili son yazımda Ermeni soykırımı iddiasının reddini cezalandırmayı amaçlayan tasarının Fransız parlamentosundan geçeceğini belirtmiştim. Ortaya çıkan görüntü "geçmedi" dememize el vermiyor. Özetle, Fransa'da "aklıselimin" hâkim geldiğini henüz söyleyecek durumda değiliz. Ancak, mevcut durumdan Fransız Ermenilerinin de memnun olmadıkları görülüyor. Onlar tasarının genel kuruldan geçip yasal prosedür çerçevesinde sürüncemede kalmasını tercih ederlerdi. Gönüllerinde yatan "Demokles'in kılıcı" buydu.Fransız Ermenilerinin sıkıntısını Halk Hareketi Birliği (UMP) Milletvekili Patrick Deveciyan açıklamalarıyla zaten dışavuruyor. Deveciyan, her şeyden önce, Dışişleri Bakanı Douste-Blazy'ye ateş püskürüyor.Douste-Blazy'nin parlamentoda yaptığı konuşmasında Fransa'nın Türkiye ile olan çok büyük ekonomik ve siyasi çıkarlarına işaret ederek Ermeni tasarısının reddini istemesini "ahlaksızlık" olarak niteliyor. 'Demokles'in kılıcı' Ancak, Fransızların şu andaki başlıca
Alman dostlarımız, dönemin Alman İçişleri Bakanı Otto Schilly'nin, "Antisemitizm yapıyor" gerekçesiyle, söz konusu gazetenin Almanya'daki dağıtımını durdurduğunda Türkiye'de kopan fırtınayı anımsatma gereğini duydular. Konrad Adenauer Vakfı ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen 20. Türk-Alman Gazeteciler Semineri için geçen hafta Antalya'nın güzel beldelerinden Göynük'teydik. Oradaki değerlendirmelerimizi Danıştay saldırısının ağır gölgesi altında yaptık. Seminer sırasında Alman katılımcılardan bazılarının "Vakit" gazetesiyle ilgili "müstehzi hatırlatmaları"na maruz kaldık. Haklıydılar da. Zira, bu gelişme, başta TGC olmak üzere, Türkiye'deki basın meslek kuruluşları tarafından kınanmıştı. Oysa, aynı gazete hakkında bu kez Türkiye'de suç duyurusunda bulunulduğunu öğreniyoruz.Meseleyi seminere katılan TGC Başkanı Orhan Erinç abimize sordum. Vakit gazetesine o dönemde arka çıktıklarını doğruladı. "Bizim ilke olarak karşı olduğumuz şey, bir gazetenin İçişleri Bakanı tarafından toplatılmasıydı, çünkü bu, Türkiye açısından da kötü bir emsal oluşturuyordu. Yoksa gazetenin yazdıklarını desteklemedik" dedi. Vakit'e arka çıkma Alman dostlarımız, Schilly'nin yasalar
Kemal Kerinçsiz ve dostlarının Hrant Dink ile ilgili davayı gören mahkemede önceki gün yarattıkları görüntüler, Fransa'daki Ermeni lobisi için tam bir hediye oldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir mahkemesinde Ermeni asıllı vatandaşımız Dink'in can güvenliğine dönük çirkin tehditler de işin "ikramiyesi" oldu. Ermeniler bugün Paris'te yapacakları gösterilerde bu tehditleri, "1915'ten bu yana Türkiye'de değişen bir şey yok" diyebilmek için kullanacaklar. Kanımca, Kerinçsiz ve dostları, bu tasarının kabul edilmemesi için en küçük bir ihtimal varsa bunu ortadan kaldırdılar. Fransız Parlamentosu Ermeni soykırımını reddedenlerin cezalandırılmasını öngören tasarıyı bugün görüşüyor. Sonucun ne olacağı ise kesin değil. Fransız diplomatlar bile ne çıkacağını bilmiyorlar. Ancak kesin olan bir şey var. Bunda yanılıyorsam gam yemem. Aksine, sevinirim. Ama umutlu değilim. Bence tasarı geçecektir. Fakat, Fransa'daki "prosedürel süreç" nedeniyle uygulanması uzun zaman askıda kalır. Ermenilerle Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştırmaya çalışan Fransızlar açısından da bu son derece elverişli bir durum olur. Nedeni ise ortada. Bu durum, Türkiye'nin üzerine bir "Demokles'in Kılıcı"nın yerleştirilmesi
İşin ilginç yanıysa, bundan kimsenin söz etmemesidir. Güya okumuş olan insanların konuya "aile içi mesele" diye bakarak görmezden gelmesidir. Oysa, sadece kalpler değil, burunlar kırılıyor, yüzler dağıtılıyor. Yani suç işleniyor. Aile içi şiddet Türkiye'ye veya Türkiye'de bir kesime has bir durum değil. AKP Milletvekili Halil Ürün'ün ilkelliği, kendilerini "uygar" diye tanımlayan toplumlarda ve kesimlerde de görülüyor. Utanarak söylüyorum, ama bu olgu kendi çevremde bile var. Bu nedenle, AKP Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf'ın, Esma Ürün'ün kocasından dayak yemesi karşısında "Aile içi şiddete karışamam" sözleriyle yansıttığı ilkellik de sadece AKP'ye mahsus değil. Tabii, bu arada, Halil Ürün'ün, Cumhuriyet'in temel yasalarını ihlal ederek, "poligami", yani "çokeşlilik" suçunu işlemesi de sadece AKP'ye mahsus bir şey değil. Bunun da ülkemizin geri kalmışlık sorunları arasında baş sıralarda yer tuttuğu aşikâr. İlkellik AKP'ye mahsus değil Kadına karşı şiddetin daha okul yaşlarından itibaren erkeklerimizce uygulandığını her gün gazetelerden okuyoruz. "Kızını dövmeyen dizini döver" şeklindeki "büyük özdeyişimiz"in, "Kız arkadaşını dövmeyen, bıçaklamayan dizini döver" anlayışına
Daha önce alt komisyonda reddedilmiş olmasına rağmen, söz konusu tasarının 18 Mayıs'ta genel kurulda geçeceği söyleniyor. Peki, geçti diyelim, Türkiye ne yapacak? Alın size bir kehanet: Türkiye'de kıyamet kopacak. Gazeteler "Adieu France" manşetleri atacak. Büyükelçiler tekrar geri çekilecek. Resmi ziyaretler iptal edilecek. Fransız mallarını boykot etme tehditleri savrulacak. Ermeni soykırımı iddiasının reddini cezalandırmak isteyen Fransız milletvekilleri elbette ki ikiyüzlü davranıyorlar. Kendi tarihinizi "cilalamak" için yasalar çıkarmaya çalışırken, başkasının tarihini yasama yoluyla saptamaya kalkarsanız bu tür sıfatları hak edersiniz. Fakat bir süre sonra hayat normale dönecek. "Yaptırımsız" olan 2001 tarihli "Ermeni Soykırımı Yasası"nın Fransız Parlamentosu'nda kabul edilmesinin ardından aynen bu olmuştu. Nedeni ise iki ülke arasındaki karşılıklı maddi çıkar yumağı. Bu o kadar yoğun ki, ne Türk Silahlı Kuvvetleri (başta Oyak nedeniyle olmak üzere), ne kamu sektörü, ne de özel sektör Fransa ile köprülerin atılmasını göze alabilirler. Bu söylediğime kızanlar çıkacaktır. Ancak, öfkelerini kehanetimin doğru çıkıp çıkmayacağını görene kadar dizginlemelerini salık veririm.
Zira, Kıbrıs Yayın Kurumu CyBC tarafından yapılan son kamuoyu yoklaması, Rumların çözüm konusunda bölündüklerini gösteriyor. Yoklamaya göre, sorgulanan 1200 kişiden yüzde 48'i Kıbrıslı Türklerle birlikte yaşamak istemediklerini belirtmiş. "Birlikte yaşarım" diyenlerin oranı ise yüzde 45'te kalmış. Başka bir ifadeyle, Papadopulos'un, Annan Planı referandumu öncesinde başarılı bir şekilde ortaya koyduğu "bozguncu" tutum prim yapmaya devam ediyor. Ancak, halkın yüzde 45'i hâlâ "Türklerle yaşayabiliriz" diyorsa, demek ki "ret cephesi" adına biraz daha çaba sarf etmesi gerekiyor. Kıbrıs Rum lideri Tassos Papadopulos son günlerde sert açıklamalar yapıp "İki devletli bir çözümü asla kabul etmeyeceğiz" diyor. Bu yaklaşımıyla 21 Mayıs'ta yapılacak genel seçimler öncesinde "ret cephesi"ni güçlendirmeye çalıştığı açık. Bunu da yapıyor. Ama yaparken kendisi açısından bir "Siyasi Frankenştayn"ı yaratmakta olduğunu da ya görmüyor, ya da görmek istemiyor. Peki nedir bu "Siyasi Frankeştayn?" Bunu anlamak için Rum kesiminde İngilizce yayımlanan Cyprus Mail gazetesinin yorumcularından Lukas Haralambus'un birkaç gün önce yazdıklarına bakmak gerekiyor Aslında yazısının başlığı bile durumu ortaya
Ancak, meselenin "AKP'nin AB'ye sırt çevirmesiyle" sınırlı olduğunu sanmıyorum. Türkiye'de artan bir "Batı düşmanlığı" var. Bunu kendi çevremde bile görüyorum. Batı'da bunu körüklemek için ellerinden geleni yapanlar da var tabii. Zira, "kolay celallenen" Türkleri nasıl tahrik edeceklerini öğrendiler. Avrupalılar, AKP'nin performansına bakarak, "Türkiye'nin AB'ye sırtını çevirip yanlış yönde gitmeye başladığını" sık sık belirtiyorlar bu günlerde. Bu görüşü son olarak İngiltere'nin etkin siyaset ve ekonomi dergisi "The Economist" dile getirdi. Burada altı ilk çizilecek şey, AKP'nin "Batı'ya sırt çevirmesi"nin hem bu parti, hem de tabanı açısından bir sorun yaratmayacağı gerçeğidir. Bu kesimin, Türkiye'nin tümüyle Batı'dan esinlenerek oluşturduğu siyasal, sosyal ve yasal temele bağlılığı da zaten "göreli." Başka bir ifadeyle, Türkiye yarın şeriatla yönetilecek olsa, bu kesim buna anında intibak eder. Öte yandan, CHP'nin temsil ettiğini iddia ettiği perspektife bakacak olursak, esas kafa karışıklığının burada yattığını görürüz. AKP için sorun değil Aslında neyi temsil ettiğini bir türlü anlayamadığımız bu partinin, varoluş nedenleri olarak ortaya koyduğu faktörlerin hepsi Batı'dan