Bir şehrin ruhunu meydanları anlatır… İstanbul’un kayıp meydanlarının hikâyesi...
İstanbul, günümüzde meydan açısından oldukça fakir bir şehirdir. Her ne kadar gerek İstanbul’da gerekse Beyoğlu bölgesinde “Meydan” adıyla anılan bazı alanlar bulunsa da bunların hiçbiri geleneksel meydan anlayışını yansıtmaz. “Meydan” sözcüğü, sözlüklerde “Üzerinde bina vb. şeyler bulunmayan düz, açık ve geniş yer; açıklık” olarak tarif edilir.
İstanbul
İstanbul içinde Ayasofya Meydanı, Sultanahmet Meydanı, Beyazıt Meydanı, Aksaray Meydanı gibi isimlerle anılan büyük alanlar mevcutsa da bu alanların meydan olarak nitelenmesi, yalnızca bir yakıştırmadır. Dünyaca kabul edilen meydan vasıflarına sahip değillerdir. Geçmişte “Augustaion” adıyla anılan Ayasofya Meydanı ise her ne kadar ağaçlarla kaplı olsa da belki de bu alanlar içinde gerçek meydan vasfına sahip tek alandır.
Sultanahmet Meydanı, yeşil alan düzenlemeleri ve sağına soluna dikilen ağaçlar nedeniyle meydan olarak hizmet vermekten uzaktır. Bir dönem Forum Constantinus adıyla bilinen ve günümüzde Çemberlitaş’ın bulunduğu alan ise yoğun yapılaşma nedeniyle meydan olarak değerlendirilemez. Divanyolu üzerinde daha ileride yer alan ve bir dönem Forum Theodosius’un bulunduğu Beyazıt Meydanı’nın büyük bir bölümü ise taşıt yoğunluğu nedeniyle kullanılamaz durumdadır. Bir dönem meydan olarak varlığını sürdüren kısım da anlaşılması güç düzenlemeler nedeniyle bu vasfını kaybetmiş, çeşitli kotlara bölünmüştür.
1960’lı yılların başlarına kadar varlığını sürdüren, bir dönemin “Forum Bovis / Aksaray Meydanı” ise taşıt trafiğine kurban olmuş; bırakın meydan olmayı, çevresini kaplayan yapılar arasında dar bir aralığa dönüşmüştür. Aksaray’da çatallaşarak Altın Kapı / Yedikule’ye doğru devam eden, bir dönemin Mese Caddesi üzerinde bulunan Forum Arcadius ise yüz yıllar boyunca inşa edilen yapılar sonucu ortadan kaybolmuştur. 1950’li yılların ikinci yarısında yapılan istimlâkler sonucu boşaltılan alan, yeniden düzenlenerek Eminönü’nde büyük bir meydan oluşturulmuştur. Ancak her zamanki gibi ağaç sevgimiz ağır basmış ve bu yeni meydanın çeşitli noktalarına ağaç dikilmiştir. Önceleri küçük bir fidan hâlinde olan bu ağaçlar, kısa sürede büyüyerek bir yönde Yeni Cami’yi, diğer yönde ise Rüstem Paşa Camii’ni görünmez kılmıştır.
Beyoğlu bölgesi
Beyoğlu bölgesinde ise bir dönem Karaköy Meydanı, Şişhane Meydanı, Tünel Meydanı ve Taksim Meydanı gibi meydanlardan söz edilmekteydi. Karaköy Meydanı da meydan olarak nitelediğimiz pek çok alan gibi trafiğe kurban gitmiştir. Tünel Meydanı olarak isimlendirilen alan ise herhâlde bu şehirde yaşayan insanlarla alay etmek için meydan olarak nitelenmiş olmalıdır. Koskoca, Avrupa’nın en büyük şehir nüfusuna sahip olan İstanbul’a kala kala Taksim Meydanı kalır. Son dönemde yapılan bir çalışmada bu alanın da ağaçlandırılması düşünülmüş ve bu yönde bir proje hazırlanmıştı. Allah korudu da uygulamaya geçilmedi. Kısa bir süre önce, Tarlabaşı-Elmadağ aksındaki taşıt trafiği yer altına alınarak meydan alanının büyümesi sağlandı.
Mesleğinde yetkin, öncü ve örnek olarak kabul edilen pek çok mimar, basit çözümlerin her zaman iyi sonuç verdiğini söyler ve yapılarında da bu yönde çözümler üretirler. Bizim toplumumuz ise basit ve sade işlerden hoşlanmaz; illâ ki kendilerine benzer şekilde şehirleri de süsleyip donatmalıdırlar.
Amastrianum
İlk yerleşme olan “Lygos” hakkında hemen hiçbir bilgimiz yoktur. Nasıl bir şehirdi? Büyüklüğü neydi? Yapıları, yol dokusu nasıldı? Bilinmiyoruz. “Byzantion” ile ilgili bilgimiz daha fazladır. Dionysios Byzantios MS II. yüzyıl ortalarında “Boğaziçi’nde Bir Gezinti” adıyla kaleme aldığı kitabında, Sarayburnu’ndan başlayarak kıyı boyunca yer alan yerleşmeleri anlatır. Ancak kıyıya yakın bölgelerde bulunan bazı tapınaklar dışında şehirle ilgili bilgi vermez. Eminönü bölgesinde, “Helios” ve “Selene” kutsal alanının bulunduğu yerde “Amastrianum” adıyla anılan bir forumdan söz edilse de adı dışında herhangi bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir.
Ayasofya Meydanı
İstanbul’un bilinen ilk meydanı, hâlâ varlığını sürdüren Ayasofya Meydanı’dır. Byzantion döneminde “Tetrastoon / Agora” olarak düzenlenen bu meydanın bir bölümü yaklaşık iki bin beş yüzyıldır varlığını sürdürmektedir. Septimus Severus’un yaptığı yıkımın ardından, 197 yılı yaz aylarında şehir yeniden inşa edilirken, şehrin güney surlarının içinde yer alan bu alan da yeniden düzenlenmiştir. Daha sonra I. Constantinus döneminde (324-337), şehir “Nea Rome” olarak yeniden oluşturulurken, alanın bir bölümüne tapınaklar yapılmış, doğu kısmı ise “Augustaion” adıyla bir meydan olarak kurgulanmıştır. İmparator, bu meydanın ortasına porfir bir sütun üzerine annesi Helena’nın heykelini diktirmiştir. I. Theodosius döneminde (379-395) ise alana imparatorun gümüş heykelini taşıyan bir sütun diktirildiği rivayet edilir. Bu sütunun, Helena’nın heykelinin bulunduğu sütunun yerine mi yoksa farklı bir noktaya mı yapıldığı bilinmemektedir. Gerek 404 gerekse 532 Nika İsyanı sırasında meydan büyük oranda tahrip olur. Yeniden yapımı sırasında, bu kez I. Justinianos döneminde (527-565), Theodosius sütununun yerine yedi basamaklı bir kaidenin üzerinde otuz beş metre yüksekliğinde atlı bir heykel diktirilmiştir. Şehrin fethine kadar varlığını sürdüren bu sütun ve heykel muhtemelen 1509 depremi sırasında yıkılmış, yerine 1540 yılında bugün bir bölümü görülmekte olan su dağıtım tesisi yapılmıştır.
Çemberlitaş Meydanı
Byzation surları ile Septimus Severus döneminde (193-211) yapılan surlar arasındaki bölgede, Mese Caddesi üzerinde I. Constantinus, 325-330 yılları arasında bir forum yaptırır. Bu alanın tam ortasına, 328 yılında Roma’dan getirilen, dokuz porfir kasnaktan oluşan yaklaşık elli metre yüksekliğindeki “Constantinus Sütunu” dikilir. Konstantinopolis tarihi açısından sembolik bir öneme sahip olan bu sütunun üzerinde imparatorun altın yaldızlı “Helios” biçimindeki heykeli bulunuyordu. 1105 yılında çıkan bir fırtına sırasında heykel düşmüş ve yerine dindar İmparator Manuel I. Komnenos tarafından bir haç konulmuştur. 1515 yılındaki büyük yangın sonrasında zarar gören taşların dağılmasını önlemek amacıyla sütun demir kasnaklarla korumaya alınmış ve bu tarihten itibaren “Çemberlitaş” adıyla anılmaya başlanmıştır. Fetihten bir süre sonra “Tavuk Pazarı” olarak kullanılan forumun etrafına çeşitli yapılar inşa edilmiş, meydan giderek küçülerek bugünkü hâlini almıştır.
Beyazıt Meydanı
Günümüz Beyazıt Meydanı, Beyazıt Camii ve İstanbul Üniversitesi yapılarının bulunduğu alan üzerinde yer alan “Theodosius Forumu”, daha önce şehrin mezarlık olarak kullanılan bölgesi üzerine inşa edilmiştir. İmparator I. Theodosius döneminde (379-395), çevresinde yoğun yapılarla birlikte oluşan bu meydanın tam ortasında “Theodosius Sütunu” bulunmaktaydı. Bu sütunun üzerinde, imparatorun barbarlara karşı kazandığı zaferleri simgeleyen rölyefler yer almaktaydı. Üzerinde ise imparatorun atlı bir heykeli ile oğulları Arcadius ve Honorius’un heykelleri bulunuyordu. 1204 Latin İstilası sırasında sökülen heykeller eritilir. İstanbul’un fethinden sonra, yapılan Eski Saray’ın sınırları içinde kalan bu sütun, Vavassore’nin gravüründe “Hikâyeli Sütun” adıyla görülmektedir.
Muhtemelen 1509 depremi sırasında yıkılan sütunun bazı parçaları Beyazıt Hamamı’nın duvarında kendine yer bulmuştur. Roma’nın geç döneminde bu alan hayvan pazarı olarak da kullanıldığı için “Forum Tauri / Boğa” adıyla da tanınmaktadır.
Forum Bovis
Mese Caddesi üzerindeki üçüncü meydan olan Forum Bovis, adını Bergama’dan getirilen ve üzerinde büyük bir “Boğa kafası” olan fırından almaktadır. Yapımına IV. yüzyılda başlanan bu alanda bazı suçluların yakıldığı rivayet edilmektedir. Yapılan kazılarda bazı yapı izlerine rastlanmış olsa da meydanın gerçek büyüklüğünü tespit etmek henüz mümkün olamamıştır.
Forum Arcadius
İmparator Arcadius döneminde (395-408), Gainas İsyanı’nın bastırılmasının ardından, İmparator II. Theodosius (408-450) tarafından üzerinde Arcadius’un heykeli bulunan ve bu olayları anlatan rölyeflerle süslenmiş bir sütun yaptırılır. 421 yılında büyük bir törenle açılışı yapılan bu sütunun çevresinde kısa süre sonra geniş bir alan düzenlemesi yapılmıştır. 740 yılında vuku bulan deprem sonucu sütunun tümüyle yıkıldığına dair söylemler bulunsa da XVI. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Petrus Gyllius, George Sandys, Hans Dernschwam ve Melchior Lorichs gibi gezginler tarafından detaylı çizimleri yapılmıştır. Yıkılmasının çevresine vereceği zarar nedeniyle 1715 yılında sökülerek başka bir yere taşınmasına karar verilir. Belirli bir bölümünün saraya getirildiği, bir kısmının ise yeni yapılan yapılarda kullanıldığı söylenmektedir. Yangınlardan zarar gören yüksek kaidesi ise orijinal yerinde durmaktadır.
Hemen hemen her yazımda belirttiğim gibi, yaşamımızı sürdürdüğümüz bu şehrin anlatılacak çok hikâyesi vardır. Önemli olan, bunların farkına varıp geleceği oluşturmak için kullanmayı becermektir. “Vatan, Millet, Sakarya” sloganları içinde vakit kaybediyoruz. Oysa önemli olan kişisel beklentiler değil, toplumun her açıdan zenginleşmesidir. Zenginlik yalnızca para sahibi olmak değildir. Bilgi ve kültür açısından zenginleşmek, insanı maddi zenginleşmeden çok daha fazla mutlu eder.
Sanırım dünyada hiçbir şehir bu kadar çok eski dönemlerden kalan meydana sahip değildir. Özellikle şehrin yönetimine ve planlamasına talip olanların bunun farkına varmasını; İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde meydan düzenlemelerinin nasıl yapıldığını görmesini ve bu güzelim şehrimizdeki meydanları kişisel fikirleri doğrultusunda değil, gerçek meydan anlayışına uygun şekilde düzenlenmesi için çaba göstermelerini dilerim.
Haydi hayırlısı!