12 Eylül 2010 referandumu: Evet (%57.88) Hayır (%42.12)
Kemal Kılıçdaroğlu: Yüzde 42 bizim açımızdan güzel bir sonuç.
Devlet Bahçeli: En erken tarihte milletvekili seçimine gidilerek milletin hakemliğine başvurulmalı.
12 Haziran 2011 Genel seçimleri: AKP (%49.83) CHP (%25.98) MHP (%13.01)
Kılıçdaroğlu: 12 Eylül darbesinden bu yana en yüksek oyu aldık. Daha güçlü bir CHP var.
Bahçeli: MHP’nin barajı aşamayacağı algısı yaratılmak istendi, ancak inanmış kitlemiz MHP’ye sahip çıktı.
30 Mart 2014 Yerel seçimleri (Büyükşehir): AKP (%45.54) CHP (%31.04) MHP(%13.65)
İstanbul’da “sarayda” başlayan köşk sevdası, sokakta hüsranla bitti. Oysa çatı ustalarının yaratmak istedikleri algı neydi? Ekmeleddin İhsanoğlu Türkiye’nin adayı, arkasında 14 tane siyasi parti var. Kimlerdi bunlar?
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Demokratik Sol Parti (DSP), Liberal Demokrat Parti (LDP), Demokrat Parti (DP), Bağımsız Türkiye Partisi (BTP), Büyük Birlik Partisi (BBP), Devrimci Halk Partisi (DHP), Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), Doğru Yol Partisi (DYP), Kadın Partisi (KP), Halk ve Adalet Partisi (HAP), Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi (TURK PARTİ), Büyük Anadolu Kalkınma Hareketi (BAK Parti)
Sonuç ne oldu? Türkiye siyasi tarihinin en büyük mutabakatı denilen o “çatı” çöktü. Nedenlerin başında da “Bunu istemiyorsan şunu seçeceksin” diyerek “tıpış tıpış” sandığa gitme dayatmasına seçmenin tepkisi var. Çünkü seçime katılımla birlikte beklenen oy oranlarında da sert düşüşler oldu. Şimdi Türkiye’deki her beş seçmenden birinin bulunduğu İstanbul’daki yenilginin derinliklerine inelim. Öncelikle de çatı malzemesinden başlayalım:
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde topunun İstanbul’da oy yüzdesi 44.9’du. Bunda
Bayram tatilinin ardından toplanan Meclis’te yaşananları gördük. Torba yasa görüşmeleri için bir araya gelen milletvekilleri arasında çıkan iki kavgada “kan” aktı, küfür, yumruk ve tekmeler havada uçuştu. Yaklaşık yarım saat süren arbedede MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak ile AKP Malatya Milletvekili Mustafa Şahin yüzlerinden yaralandı. Neyse ki geçmişte olduğu gibi can kaybı yaşanmadı!
Şimdi bir de aynı Meclis’in internet sitesindeki “Çocuk Bölümü”nde yer alanlara bakalım. Ali ve Ayşe ile Meclis’i tanıyalım başlığı altındaki bölümde önce yalın bir dille “Nasıl milletvekili olunur”, “Kanun nasıl yapılır” anlatılıyor, sonra da damardan örnekler veriliyor. Şöyle ki; yoldaki arabaların yarattığı tehlike nedeniyle bisikletle dolaşamayan Ali ile Ayşe’nin bu sorunlarına, Meclis çözüm buluyor. Bir milletvekilinin teklifiyle meclise gelen bisiklet yolları yasa tasarısına tüm vekiller kavgasız, gürültüsüz destek veriyor ve cumhurbaşkanının onayının ardından çocuklar rahatlıyor.
Gelelim Keloğlan ve arkadaşlarının meclis turuna. Keloğlan ve arkadaşlarını şeftali yerken gören köyün hakimi Kara Vezir, daldaki pazardaki tüm şeftalileri toplatıp yasak koyuyor. Hediye vereceğim diye
Her seçim öncesinde ve sonrasında en çok tartışılan konuların başında seçmen listelerinin sağlıklı olup olmadığı gelir. Bazı bölgelerde bilinçli olarak seçmen listelerinde artırma, eksiltme olduğu iddiaları ortaya atılır. Aynı durum bu pazar yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için de söz konusu.
2007-2014 yılları arasındaki seçmen listelerinin (cumhurbaşkanlığı seçimleri dahil) karşılaştırmasını yapan Temiz Seçim Platformu’nun iddiasına göre, bugünkü seçmen sayısı olması gerekenden yaklaşık olarak 3.5 milyon eksik. Platformdan Prof. Dr. Kemal Yıldırım, sadece 2 Temmuz 2014 ve 9 Temmuz 2014 tarihleri arasında yani askı sürecindeki azalmanın 112 bin 646 olduğuna dikkat çekiyor.
Bu dönemde yazılmayanların eklenmesiyle sayının artması gerekirken azalması mantık dışı. Üstelik kime ne yararı olabilir ki? Soruya yanıt Prof. Yıldırım’dan geliyor:
“Şimdi bunları analiz eden bir çalışma yapıyoruz. Azalan listeler genel olarak muhalefetin güçlü olduğu yerlerde karşımıza çıkıyor. Örneğin Ankara’da 2014 yerel seçiminde listelerde düşürülen seçmen sayısı 165 bin. Bunlar adreslerinde varlar ama YSK listelerinde yoklar. Ve bunların 62 bini de Çankaya ilçesinden, yani ana muhalefet
Avrupa’nın “En Hızlı Büyüyen” ödülüne layık görülen İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’nın web sitesininin “Güvenlik” bölümünde şöyle yazıyor:
“Havalimanımızda uçak ve yolcu için tehdit oluşturabilecek materyalin ileri teknoloji ürünü cihazlarla tanımlanarak geçişin önlenmesinin yanında, kötü niyetli kişilerin ya da bu kişilerce kullanılan şahısların da belirlenerek uçağa binmesinin engellenmesi prensibine dayanan uluslararası standartlarda bir güvenlik doktrini benimsenmiştir.”
Gerçekten de olması gereken ve yolcuyu rahatlatan sözler ama ya uygulama?..
24 Temmuz Perşembe günü Anadolu Jet’in 07.00’deki Ankara uçağına binmek için 05.30’da foto muhabiri arkadaşım Dağhan Kozanoğlu ile birlikte Sabiha Gökçen’deyiz... Alandaki yolcu kalabalığı tam ödülü hak edecek cinsten... Kemer, cüzdan, saat çıkararak ilk kontrolden normal geçiyoruz. Ama ikincisinde tam bir curcuna yaşıyoruz. Bir kadın yolcunun kolu valizle x-ray cihazı arasına sıkışıyor ve alan karışıyor. Anında tüm cihazlar duruyor, başlarındaki meraklı görevliler olay mahalline koşuyor. Sakinleştiğinde ise ne uçuş kartı ne de kimlik kontrolü yapılıyor. Aynı durumu uçağa gidiş kapısında da yaşıyoruz ve tek bir
Hakkâri’ye giden yol artık saat 15.00’te kapanmıyor. Çözüm süreci nedeniyle bölgede barış havası hakim. Halk artık terörün tahribatından bıkmış, normal bir yaşam istiyor, kalıcı çözümler bekliyor...
Fotoğraflar: Dağhan Kozanoğlu
Aşiret kavgasında barış sağlandı, gerginlik bitti ama Hakkâri hâlâ tedirgin. Nedeni, barışın kalıcılığıyla ilgili güven sorunu. Açıkcası kucaklaşma ve öpüşmeye rağmen ufacık bir kıvılcımla aynı olayların yaşanmasından korkuyorlar. Bunda da haksız değiller. Çünkü her ne kadar ‘provokasyon, bu sefer farklı’ denilse, “Birlikte yaşamaya mecburuz” diye umut veren sözler olsa da olayların altında yatan cehalet,işsizlik, yoksulluk, unutulmuşluk gibi gerçek nedenler aynen duruyor... Daha doğrusu yıllar geçse de bu tablo değişmiyor. İşte size kanıt:
Yıl 1998... Bundan tam 16 yıl öncesi... Yazı işleri ve yazar kadromuzla Hakkâri’deyiz. Yöneticiler ve halkla görüştükten sonra 22 Haziran 1998 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan tespitlerimiz şöyle:
“Kentin 15 saat dünya ile ilişkisi kesik, yol saat 15.00’te kapanıyor. İşsizlik dev sorun, boşaltılan köyler işsiz ordusu yarattı. Sağlık felaket. Hayvancılık bitmiş durumda. Köylü ete, süte muhtaç. Sanayi
Hakkâri’deki aşiret kavgasını ayrı bölgelerde, mahallelerde yaşayan insanların birbirine düşmesi gibi algılamak yanlış. Çünkü her iki aşiretin insanları yıllardır iç içe yaşıyor. Ertuşi ve Pinyanişiler bu durumu iki cümleyle şöyle özetliyor: “Birlikte yaşamaya mecburuz...”
Bilmiyorum kim ne kadar farkında ama, gördüğüm Hakkâri’de katliamın eşiğinden dönüldüğü. Açıkçası bir kişinin öldüğü, altı kişinin yaralandığı ve günlerdir barışıyorlar diye konuşulan ve nihayet dün el sıkışılan aşiret kavgası hiç de sıradan, hafife alınacak bir olay değil. Çünkü hem nedenleri, hem de geciken barış sürecinde yaşananlar açısından alışılmamış cinsten. Dahası “O gün sokağa çıkma yasağı uygulanmamış olsaydı bugün 30-40 ölü ve bambaşka bir Hakkâri’den söz ediyor olacaktık” diyenler çoğunlukta. Öncelikle şunu belirtelim bunlar halk arasındaki söylentiler değil, bizzat olayın tarafları, aşiret reisleri, Hakkari Belediyesi Eş Başkanı ve arabucuların verdiği bilgiler. Bunların başında da o gün patlayan silahlar nedeniyle barış masasından kalkan Ertuşi Aşireti’nin lideri İskender Ertuş var.
Bu arada hemen herkesin hemfikir olduğu bir başka noktada riskin her zaman var olduğu ve Ertuşi ile
Emniyet’teki “paralel yapılanma” iddialarına yönelik operasyon görüntüleri Ergenekon soruşturmasında yaşananların tekrarı gibiydi. O gün askerlerin ellerini arkadan kelepçeleyip, kafalarına bastırarak araçlara bindiren polisler, bugün aynı şekilde gözaltına alındılar. Hem de evlerine yapılan gece yarısı baskınlarıyla... Öncelikle beş yıl önce yazdıklarımızı bugün yineleyelim:
Suç ve suçlu kim varsa üzerine gidilsin ama böyle zamansız ev baskınları ve onur kırıcı görüntülere hiç gerek yok... Çağırırsın insanları gelirler.
Dönelim operasyona; suçlamalar ağır, yasa dışı dinlemenin yanı sıra “casusluk” iddiaları var. Ve durum açığa almak ya da atama furyasıyla geçiştirilecek gibi değil. Dahası soruşturmanın savcı ve hâkimleri kapsaması da gündemde. Medya ve iş dünyasına uzanacağını söyleyip “Tek istikamet Silivri” diyenler bile mevcut. Bu arada bir başka beklenti de yeni kaset ve dosya bombaları yaşanacağı yolunda... Açıkçası adliye ve emniyet koridorları oldukça tedirgin. Tabii bu da günlük işlerin aksamasına yol açıyor. Dün bu durumu İstanbul’daki bir polis müdürüyle konuştuk. İşte anlattıkları:
“17 Aralık’tan sonra mülkiye müfettişleri Emniyet’ten hiç ayrılmadılar.