Kullanım yaşı 10’lara düşmesine ve artan ölümlere rağmen “Meclis bonzaiden korkmuyor” demiştik. (26/6/2014) Çünkü; konu defalarca Meclis’e taşınmış ancak, verilen soru ve araştırma önergeleri ya yanıtsız kalmış ya da geçiştirilmişti. Maalesef haklı çıktık. Geçen hafta HDP grubunun uyuşturucuya karşı ivedilikle “Meclis Araştırma Komisyonu” kurulsun önerisi de AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi. Gerekçe:
Torba Yasa’nın öncelikli gündem olması... Hani şu madenciler ve taşeron işçiler için 60 madde olarak hazırlanıp sonrasında alakasız eklemelerle 150 maddeyi geçen torba var ya işte o... İyi de teknik olarak meclis ikisini de yürütemez miydi? Önerge sahibi HDP’nin Grup Başkanvekili İdris Baluken, “Elbette” diyerek devam ediyor:
“Komisyon programını genel kurul çalışmalarından bağımsız olarak ortaya koyacaktı. Çok önemli bir toplumsal sorun açısından da Meclis’in insiyatif aldığı ve irade ortaya koyduğu mesajı verilecekti. Bu kadar vahim bir tablo varken bunun reddedilmesi tam bir akıl tutulmasıdır.”
Öteleme düşündürücü
Uyuşturucu tehdidinin Meclis tarafından pek önemsenmediği açık. O nedenle de tehlikeyi ısrarla vurgulamakta yarar var... Sentetik cannabinoid ismi
İki ayrı koldan yürüyen Balyoz Davası’nın kaderini belirleyecek duruşmalar bir hafta arayla kasım ayında Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Birinde Anayasa Mahkemesi’nin “Haklarının ihlal” edildiği kararının ardından infazları durdurularak, yeniden yargılanmalarına karar verilen 236, diğerinde haklarındaki hüküm Yargıtay’da bozulan 62 sanık var. Her iki davanın tanıkları da eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman... Yani yıllardır, dinlenilmesi istenen ancak “özel yetkili” 10. Ağır ceza Mahkemesi tarafından “gerek yok” diye reddedilen dönemin komutanları... İşte o paşalar, 3 ve 10 Kasım’daki duruşmalarda balyoz harekat Planı’nın darbe girişimi olup olmadığına ilişkin soruları yanıtlayacaklar. Davaların seyrini etkilemesi beklenen bir başka gelişme ise sanıklar ve avukatlarının başından beri sahte olduğunu savundukları dijital dokümanlarla ilgili yeni bilirkişi incelemesi yapılması yönünde verilecek karar. Bunların darbe teşebbüsü olmadığını kanıtlayacağını öne süren Av. Hüseyin Ersöz’e göre; tanık komutanların beyanları ve yeni bilirkişi raporu özel yetkili mahkemenin mahkûmiyet, yargıtay’ın onama kararı verirken ortaya
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci öncesinde en çok tartışılan iki konu vardı:
Adaylar ve kampanyaların nasıl yürütüleceği...
Adaylar sahaya çıktı, ikisi seçim stratejilerini açıkladı, üçüncüsü de yarın duyuracak ama “Kampanya nasıl yürüyecek” tartışması sürüyor. Özellikle de diğerlerine oranla “tanınırlığı az” denilen Ekmeleddin İhsanoğlu açısından... O nedenle ekranlarda, köşelerde hemen her gün aynı nakarat:
Sokakta dolaşmakla olmaz, miting şart. O yapmıyorsa Kılıçdaroğlu, Bahçeli meydanları boş bırakmamalı...
“Ekmek için Ekmeleddin” sloganıyla sosyal medyada patlama yapan İhsanoğlu’nun yalnız kaldığını söyleyip, arkasında kasıt arayanlar bile mevcut.
Şimdi “Çatı” ortakları sahaya iniyor. CHP lideri Kılıçdaroğlu çarşamba gününden itibaren, 25 il dolaşıp, meydanlarda İhsanoğlu için destek isteyecek. Aynı durum MHP için de söz konusu. Peki tartışma bitti mi? Ne gezer, evrilerek devam ediyor:
Kılıçdaroğlu ya da Bahçeli, İhsanoğlu’yla birlikte görünecek mi, görünmeyecek mi? Kılıçdaroğlu, “Ekmek için Ekmeleddin” diyecek mi?
Yasaya göre; madenler ruhsat alınarak üretim yapılan işletmeler. Onun dışında yapılan tüm üretimler kaçak ve yasak. Buna ruhsat almış ama, ‘iş güvenliği yok’ gibi gerekçelerle kapatılanlar da dahil. Ancak bu hep sözde ya da kağıt üstünde kalıyor. Açlık ve ölüm arasında tercihe mahkum bırakılan
insanlar “köle” gibi çalıştırılıyor. Niye mi? Göz yumuluyor da ondan. Ta ki birileri ölene ya da medyaya yansıyana kadar... En acısı ise bu durumda bile görmezden gelenlerin yani devletin suskunluğu ve sorumluluğu garibana yüklemesi. Utanmasalar “kabahat ölende“ diyecekler...
Şırnak’taki kaçak kömür ocaklarında yaşananlar da aynen bu. Türkiye günlerdir Bünyamin Aygün imzasıyla Milliyet’te yayınlanan haber ve fotoğrafları konuşuyor ancak, devletten çözüme dönük doğru dürüst açıklama yok. Söylenen tek şey, kaçak ocakları kapattık, elektriğini kestik. Oysa,” İnsanlık utancı bu sahnelerin yaşandığı yüzlerce ocağın gerçek patronu kim, kaçak denilen bu yerlere elektrik, su nasıl verildi ya da çıkarılan o kömürlerin en büyük alıcısı devlet değil mi?” gibi yanıt bekleyen o kadar çok soru var ki... İşte, Şırnak’taki o ocakları inceleyen heyetin de başkanlığını yapan TMMOB Yönetim Kurulu üyesi
Afyon’da 2012’de 25 askerin öldüğü cephanelik patlamasıyla ilgili askeri savcı “kaza” görüşünde ve bu gerekçeyle açılan davada biri albay üç subay yargılanıyor, 22 Temmuz’da da Eskişehir’de duruşması var. Bu konudaki bir başka süreç ise çocukları ölen ailelerin avukatı Altan Ulutaş’ın “sabotaj” iddiası üzerine harekete geçen sivil savcının başlattığı Afyon’daki soruşturma. Açıkçası 22 ay sonra geldiğimiz noktada olayın kaza ya da sabotaj olduğu konusunda kafalar hala net değil. Bunda da en büyük etken bazı şehitlerin doku parçaları ve toprak numunelerinde el bombasında bulunması mümkün olmayan plastik patlayıcı kalıntılarına ulaşılması. Yine bir başka gerekçe; avukatların ısrarla yaptığı “olay yeri bağımsız bilirkişilerce incelensin” isteminin mahkemece reddedilmesi ve ailelerin isteğiyle belgeler, görüntüler üzerinden değerlendirme yapan İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün mütalaasındaki delillerin toplanmasına yönelik tespitler:
* Olay yerine giren ekipler, özel kıyafetli değil. Görüntülerde standart, gündelik görevlisi kıyafetleri içindeki pek çok personelin olay bölgesinde çalışma yürüttüğü izlenmektedir.
* Farklı kişilere ait çok sayıda dokunun aynı
Köşk yarışı için adaylar tamam sıra cumhurla buluşmalarda. Bu dönemde adayların tanınırlık ve belagatı kadar, ülke sorunlarına dönük mesajları da etkili olacak. En çok da “çözüm süreciyle” ilgili... Çünkü Kürt oylarına dönük tam bir taktik savaşı yaşanıyor. Bunun en somut örneği de 19 ay sonra meclise gelen ve sorunun çözümü için hükümete yetki veren yasa tasarısı... İktidar partisinin bu baskın hamlesine karşı ana muhalefetin tek kozu ise “Barışa evet, ancak faili meçhul endişesiyle” şartlı destek...
Bu hamlelerin kime ne yarar sağlayacağını şimdiden kestirmek zor ancak, faili meçhullerin ülkenin kanayan yarası olduğu da bir gerçek. Daha dün Sivas’ta aydınların yakılmasının 21. yıldönümüydü ve biz hala bulunamayan faillerini konuştuk. Tıpkı 12 Eylül döneminde ve 1987-2002 arasındaki binlerce örnek gibi... En vahimi de bu davaların birer birer zaman aşımına uğraması. Madalyonun bu yüzünü daha iyi anlamak için Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin sözlerine kulak verelim:
“Bölge ve Türkiye’nin her tarafındaki 3 - 4 bin cinayet ya da gözaltındaki kayıplardan söz ediyoruz. Bu rakamın daha da fazla olma ihtimali var. Ve şu ana kadar Türkiye’de açılmış dava sayısı sadece
Farklı kesimlerin kronikleşmiş sorunları var. Ancak çözüm “ülkenin yoğun gündemi” gerekçesiyle sürekli erteleniyor. Bunlardan biri de astsubayların özlük hakları ve ücret dengesizliği nedeniyle duyduğu rahatsızlık. Bugüne kadar değişik platformlarda, çeşitli etkinliklerle seslerini duyurmaya çalışan emekli astsubaylar, son çare olarak “ölüm orucu” eylemi yapmışlardı. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın “Mesajı aldık” demesi üzerine de bırakarak, umutlanmışlardı... Geçen hafta bu konuda bir gelişme yaşandı ve “Hükümet astsubayların özlük haklarında iyileştirme için düğmeye bastı” denildi. Buna göre ilk etapta “görev ve makam tazminatı” konularındaki sorun giderilecek. Böylece de astsubayların emekli maaşlarında büyük düşüşe neden olan alamadıkları bazı tazminatların verilmesi sağlanacak.
Peki bu gelişme astsubaylar arasında nasıl değerlendirildi ya da bu iyileştirme beklentileri karşılar mı?
Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Genel Başkanı Ahmet Keser’e göre; olumlu bir sinyal, ancak daha önce de söz verilmesine rağmen yerine getirilmeyen örnekler var. O nedenle de gerçekleşme zamanını kestirmek zor. Bu konudaki sıkıntının sadece siyasilerden değil Genelkurmay’dan
Ülkemize 2011’de giren ve kullanımı hızla yayılan “bonzai” isimli uyuşturucu madde nedeniyle anne- babalar panikte. Nasıl olmasın? Uyuşturucu tacirleri kapı komşumuz olmuş, kullanım yaşı 10’lara kadar düşmüş, ölümler artmış. Tüm bunlara karşın ise polis yetersiz, vatandaş çaresiz. Bunun en somut örneği Burcu Ünal imzasıyla hafta başında Milliyet’in manşetine taşınan Bursa’nın Meydancık Mahallesi’nde yaşananlar. Okuyunca dehşete kapılmamak mümkün değildi. Mahalle iki yıldır uyuşturucuyla boğuşuyor ama hala kapı arasından, pencereden ya da sokak ortasında uyuşturucu satışı sürüyor. Açıkcası ölüm mahallede kol geziyor.
Ancak bunun daha da vahimi var. O da bu görüntünün sadece Bursa değil, İstanbul başta olmak üzere bir çok yer için geçerli olması ve soru önergesi ya da meclis araştırması istemiyle defalarca TBMM’ye taşınmasına rağmen kulak arkası edilmesi. Hangi birini yazayım ki? Muhalefetteki her partiden milletvekili çeşitli tarihlerde “Bonzai” tehdidine değinmiş ve bakanlara sorular yöneltmiş. “Bu konuda kamu spotu yapılacak mıdır?” diyenler bile var. CHP’li Melda Onur ve 27 milletvekilinin imzasıyla yapılan meclis araştırma isteminin (12/02/2014) gerekçesi de oldukça net: