Atatürk’ün getirdiği Fransız şehir plancısı Henri Prost’un hayalindeki İstanbul’da “mutlak koruma” altına alınmasını istediği iki yer vardı.
Biri, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin bulunduğu bölgeyi kapsayan “Arkeolojik Park.“ Diğeri Taksim’den başlayıp Divan Oteli önünden Hilton Oteli’ne uzanan, ardından Maçka Parkı’nı da içine alarak, Dolmabahçe’yle kucaklaşan yeşil vadi. Prost’un planına göre burası İstanbul’un Central Park’ı olacaktı. Beton yığınlarından bunalan vatandaş, kentin orta yerindeki yeşil alanda soluklanacaktı.
Ama Prost’un bu planları da diğerleri gibi delik deşik edildi. Yasayla koruma altına alınan Arkeolojik Park’ta Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın ortasına turistik otel konduruldu. Sultanahmet Camii’nin 6 minaresini gölgede bırakan “Onaltı Dokuz” kuleleri Başbakan’ı bile küstürdü.
Central Park hayaline gelince o da otel ve beton vadisine dönüştü. Pasteur Hastanesi rezidans oldu. Tenis, Eskrim Dağcılık kulübü uçtu. Gökkafes de hepsini taçlandırdı. Topçu Kışlası kararıyla da yeşil kuşağı beton sura dönüştüren halka tamamlandı.
Topçu Kışlası’nın Prost’un yeşil vadisine yol açmak için yıkıldığını söyleyen Çevre ve Şehircilik Şurası
Orman özelliğini yitirmiş arazilerin hak sahiplerine satılmasına başlandı. Yani her seçim öncesi ısıtılarak gündeme getirilen kronik sorun, yine bir seçim öncesinde çözüldü. Ve kimine göre işgalci kimine göre de koruyucu diye tanımlanan İstanbul’da 82 bin 105, Türkiye genelinde ise 500 bin hak sahibinin rüyası gerçek oldu. Ödeme tebligatını alan, üç ay içinde parayı yatırıp tapusunu cebine koyacak. Ya da hakkını devredip aradan çekilecek.
Bakalım bu arazilerin ne kadarı “hak sahibinin” elinde kalacak? Çünkü; vatandaş ucuza kapatma derdinde, devlet yüksek gelir beklentisinde, mütehahhit ise rant peşinde. O nedenle açıklanan rayiç bedelleri yüksek bulan hak sahipleri protesto eylemleri yapıyor, arazi mafyası ve müteahhitler ise 2B kapsamındaki köylerde cirit atıyor.
Muhtarlar konuşuyor
Acarkent’in 2,5 kilometre uzağındaki 6 bin 500 nüfuslu Elmalı köyünde bulunan 1280 konutun tamamı 2B kapsamında. Muhtar Ömer Aydoğan’ın verdiği bilgiye göre; hak sahiplerinden istenen rakamlar 200 ile 350 bin lira arasında değişiyor. Kendisine ait 2 dönüm araziye 450 bin lira istendiğini belirten muhtar, “Mısır, fasulye ekip geçinenler bu parayı nasıl öder?” diyor.
İstanbul’da 2B’nin
Minareleri arasına binalar giren Sultanahmet Camii’ne mi yanarsın, metal kuleler ve kablolarla perdelenen Süleymaniye Camii’ ne mi yanarsın?
‘Kanuni’nin, Mimar Sinan’ ın, Sultan Ahmed’in, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa’nın kemikleri sızlamıyor mu şimdi?
İstanbul’un siluetine, ufuk çizgisine limon sıkan Zeytinburnu kulelerinin gözden kaçmış olmasını belki bazıları affedebilir. Ancak Süleymaniye’nin bağrına iki kazık çakılmasını ne kimse, ne de tarih affeder.
Bu köprüye daha proje aşamasında UNESCO karşı çıkmıştı. Her nedense oradan gelen raporlar yumuşatıldı.
Değiştirmek mümkün
Zeytinburnu’nda özel mülkiyet var. Belki yargıyı zorlar veya yasa çıkartır, çözebilirsiniz. Bu sıkıntılı olabilir!
Sultanahmet Camii’nin görkemli 6 minaresini gölgede bırakan, kubbesinin tepesine çöken “Onaltı Dokuz” kuleleri ne olacak? Küslüğü ortadan kaldıracak “tıraş” mümkün mü? Ya da başka bir çözüm var mı? Plan değişikliği veya müteahhit Mesut Toprak’ın “küslüğe” dayanamaması gibi. Bu noktadan sonra zor; çünkü daireler satılmış, iskânlar verilmiş. Açıkçası her şey kitaba uygun.
Müteahhidin yapacağı tek kıyak; Sultanahmet’in görkemli minarelerini eskisi gibi görmek isteyenleri (açı ters ama olsun) kuleye çıkartmak olabilir. Belki Osmanlı motifleriyle dekore edilmiş katın gezilmesine de izin verir.
Tabii bir de “çılgın proje!” var. Bol sıfırlı milyonları gözden çıkarıp “Onaltı Dokuz”u kamulaştırmak.
Bunun için gerekçe gösterilmesi gerektiğini belirten Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, şöyle diyor:
“Ortada kazanılmış haklar var. Küstüm demekle olmaz. Binanın ekonomik ömrü dolana kadar (50 yıl) bir şey yapılamaz. Tek çıkış, her dairenin satış bedellerini ödeyerek kamulaştırmak ve yıkmak.”
Olur mu olur...
TSK’dan son üç yılda kendi istekleriyle ayrılan profesyonel asker sayısı 20 binin üzerinde. Bunların 13 bin 751’i general, amiral, subay, astsubay. Sözleşmelerinin yenilenmesini istemeyen uzman erbaş sayısı ise 4 bin 967.
Askeri okullara başvurularda ise düşüş var. Astsubayların çoğunluğu da TSK Dayanışma Vakfı’na üye olmak istemiyor.
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a yönelttiği soru önergesiyle rakamları ortaya çıkaran CHP Adana Milletvekili Ali Demirçalı’ya göre; bu tablonun nedeni darbe iddialarıyla ordunun itibarsızlaştırılması. Demirçalı, son bir yılda komuta kademesinde de çok sayıda istifa olduğunu söylüyor. Bu konuda da bir soru önergesi hazırlayan Demirçalı, şöyle diyor:
“Umarım cevabı gelir. Çünkü; ‘Son 5 yıl içerisinde TSK’dan firar eden subay sayısı’, ‘Son bir yılda istifa eden uzman erbaş sayısı’, ‘İstifaları araştırmak için yapılan çalışmalar’ konusundaki sorularım cevapsız kaldı.”
Orduda ciddi bir kopuş yaşandığını savunan Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) Başkanı Ahmet Keser’e göre de yetişmiş personel TSK’da kalmak istemiyor. Keser, nedenlerini şöyle sıralıyor:
“Mobing, ekonomik sorunlar, kast sistemi, mesleki tatminsizlik. Sistemde
Mardinli N.Ç tecavüze uğradığında 13 yaşındaydı. 29 tecavüzcü arasında asker, memur, öğretmen kimi ararsanız vardı. Tecavüzcüler önce “zorla değil rızayla” dediler.“Utanmazlar, bu çocuk” diye tepki görünce de “Bakmayın çocuk göründüğüne, kemik yaşı büyük “rezilliğinin arkasına sığındılar. Birkaç ay içinde de tutuklu sanık kalmadı. Herkes normal yaşamına döndü. N.Ç adli tıpla psikologlar arasında mekik dokurken, dava da yerel mahkeme ile Yargıtay arasında gidip geldi. 10 yılın sonunda da mahkeme (nisan 2013) “rızası var” diyerek alt sınırdan ceza verdi. Üstelik duruşmalarda kravat takan tecavüzcü takımına iyi hal indirimi uyguladı. Böylece 5’er yıllık cezalar 4 yıl 2 ay ile 4 yıl 10 ay arasına düştü. Yargıtay onarsa karar yürürlüğe girecek. Ama bu yine de tecavüzcülere cezaevi yolu göründü anlamına gelmiyor. 3. yargı paketiyle 5 yıldan az hapis cezaları için adli kontrol uygulaması yolunun açıldığını belirten N.Ç’nin avukatı Eren Keskin şöyle diyor:
“Hâkim, tecavüzcülere hapis yerine evinizde kalın ama her gün (ya da hafta) imzaya gelin diyebilir.”
Duruşmalarda “kravat takmanın” yararlarını gördünüz mü!
Yasadaki çarpıklıklar
Tecavüze uğrayan Gölcüklü Ö.Y de 13
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün üzerinden 4 yıl geçti. Olayın kaza mı suikast mi olduğu tartışması hâlâ sürüyor. Son iddia, helikopterin bölgede alçak uçuş yapan jetlerin yarattığı türbülans nedeniyle düştüğü yolunda. Devlet Denetleme Kurulu’nun raporundan sonra görevlendirilen Malatya’daki terör savcısı şimdi bu konuyu soruşturuyor. Genelkurmay ve Erzurum Bölge Harekat Merkezi’nden olay anına ait 4 dakika 47 saniyelik radar görüntülerini isteyen savcı, incelemek üzere TÜBİTAK’ı görevlendirdi. Amacı “görüntüler üzerinde oynama olup olmadığını” saptamak. Muhsin Yazıcıoğlu’nun avukatı Selami Ekici, gelecek rapor doğrultusunda soruşturmanın seyrinin değişeceğini söylüyor. Hukuki süreci bekleyip göreceğiz.
Rapordaki ayrıntılar
Olayın bir de çıkarılacak dersler bölümü var. Şöyle ki;
O gün kaza yerini saptama-ulaşım beceriksizliği, kuvvetler arası koordinasyonsuzluk, bilgi kirliliği gibi her türlü rezaleti yaşamıştık. Dün, soruşturmanın hukuki boyutuna yön veren DDK’nın 21 Ocak 2011 tarihli raporunu gözden geçirirken bu konudaki öneriler dikkatimi çekti. Bazıları şunlar:
“Ulaşım emniyetinin artırılması maksadıyla hava aracı kaza-kırım olaylarının
Türkiye’de 3 bine yakın kamu avukatı var. Görevleri devletin hakkını, hukukunu savunmak. Ancak aynı işlev kendi sorunları gündeme gelince geçerli olmuyor. Çünkü yüzde 90’ı 657 sayılı Devlet Memurları Yasası kapsamında.Yani avukatlar ama söz hakları yok.
Fatma Bayraktaroğlu, 42 yıllık kamu avukatlığından yeni emekli olmuş. Bağlanan emekli aylığı 1300 lira. Türkiye Barolar Birliği bünyesinde oluşturulan “Kamu Avukatları Kurulu”nun başkanlığını yapan Fatma Hanım öyle şeyler anlattı ki, şaşırdım. Okuyunca siz de hak vereceksiniz:
“Avukatlık Kanunu’nda karşı taraftan kazanılan vekâlet ücreti ‘avukata aittir’ maddesi kamuda çalışanlar için geçerli değil. Kamu avukatının bir yıl içinde alacağı vekâletin tavan ücreti 5-6 bin (toplam) lira. İstersen 1 milyonluk dava kazan. Kalanı Danıştay’ın aksi yöndeki kararına rağmen bütçeye gelir olarak kaydediliyor.
Kamu avukatının bir davayı almam deme hakkı yok. Devletin yaptığı doğru ya da yanlış işi savunmak zorunda. Örnek; kamulaştırmalarda vatandaşa ödenen bedeller gerçek değerleri yansıtmadığı için davaların çoğu kaybediliyor. İsim tashihi davasında devlet adına katılan avukat ne yapabilir?
Dava açmak için belge istersin. ‘Sen