Mevcut caddelerden tırtıklanmış yüzeysel raylı sistemleri saymıyorum. Nostaljik tramvay, hafif metro ve benzerleri... Çünkü bunlar bir yandan fayda sağlarken diğer yandan çoğu kez yolları daraltıp sıkıştırıyorlar, kötü hava koşullarında sorun yaşıyorlar.
Esas olan mevcut yollardan ayrı, aşağıda, ya da yukarıda raylı toplu taşım sistemi kurabilmek. Metro bu yönde çok geç kalmış Istanbul için yapımı pahalı ve yavaş bir sistem. Taksim-Levent arası 8 kilometreyi 12 yılda bitirebildik, fahiş paralar ödedik. Inşaat devam ediyor, Metro projeleri bitene kadar İstanbullu da bitecek. Metroyu yapımı hızlı ve ekonomik başka bir sistemle desteklemek kaçınılmaz.
‘Monoray’, diğer bir deyişle ‘Havaray’ bu iş için biçilmiş kaftan. Direkler üzerinde tek rayda giden bu sistem birçok ülkede başarıyla kullanılıyor. Mevcut yollara sıkıştırılan raylı sistemler veya metrobüs, minibüsler gibi kentsel dokuyu kesmiyor, mevcut ulaşımı boğmuyor. Kolay, ucuz, güvenli. Şehri havadan görüyorsunuz, yerin dibine inmiyorsunuz.
Monoray, Boğaz köprülerinden de rahatça geçebilirdi. Bizim metrobüs tersten gittiği ve Boğaziçi Köprüsü’ de normal sol trafiğe karışmak zorunda olduğu için Köprü’nün iki
Bana göre yanlış ama; sanat dünyası bunu konuşuyor. Osman Hamdi Bey’in “Vazo Yerleştiren Kız” tablosunun 1883 tarihli açık mor elbiseli versiyonu geçtiğimiz pazar 2,6 milyon (vergi ve komisyon eklenince 3,3) liralık rekor fiyatla Mehmet Ali ile Seher Aydınlar çiftinin oldu. Önceki gün de 1881 tarihli sarı elbiseli versiyonunun, Feryal-Kemal Gülman Koleksiyonu’nda olduğu ortaya çıktı. “Daha değerlisi onda” başlığıyla Vatan’da yer alan haberde sarısının açık morlusundan daha “büyük” olduğu vurgulanıyordu. Ancak, Kemal Bey’le evlendikleri yıl (1991) tabloyu aldıklarını söyleyen Feryal Hanım fiyatını hatırlamıyordu.
Haklı, aradan uzun yıllar geçti, ama ben hatırlıyorum. Sarı elbiseli “Vazo Yerleştiren Kız’’a o gün 700 milyon (üç sıfır atılacak) lira vermişlerdi. Kimliklerinin açıklanmasını da istememişlerdi. Sakallı Ahmet olarak bilinen Maçka Mezat’ın sahibi Ahmet Utku da iyi sır tutmuştu.
Bugün satılan açık mor elbiseli kızı da yine o günlerde terzi Ciyadet Perin’in Taksim’deki evinde görmüştüm. Beyaz boyalı bir duvarda asılıydı. Ciyadet Hanım, “46 yıldır aynı yerde” demişti. Sonra da, Sakıp Sabancı, Ali Koçman’ın talip olduğunu belirterek “Allah sattırmasın” diye eklemişti.
Beykoz Belediyesi geçen hafta, Beykoz Konakları’nın bulunduğu Saip Molla Özel Ormanı’nda bordo berelileri kıskandıracak bir operasyon yaptı. Saat 05.00’de çelik telleri keserek bölgeye sızan öncü timler K9 köpeği dobermanı ilaçla uyutup etkisiz hale getirdi. (görüntüleri ve veteriner raporu var) Çevre güvenliği sağlanınca da lojistik birlikler alana girdi. Site sakinleri dozer homurtularıyla uyandığında artık çok geçti. Yol operasyonunun ilk aşaması bitmiş, ağaçlar kesilmişti. Sitenin spor kompleksi de kullanılamaz hale getirilmişti.
Konuyu duyunca Beykoz Belediyesi’ni aradım.
Gelen bilgi “Acarkent-Beykoz Konakları arasında yol çalışması yapıldığı, vaziyet planında bu yolun yer aldığı, yapımı için sitenin taahhütte bulunduğu, yapmayınca da belediyenin müdahale ettiği, sitenin de şikayetçi olmadığı” yolundaydı
Savaş alanı gibi
Dün olay yerindeydim. Kesilen ağaçları, spor tesisi kalıntılarını gördüm. Tam gaz faaliyetteki dozerleri izledim. Sonra da site yönetimini dinledim. Duyduklarım, belediyenin bilgileriyle taban tabana zıttı. İşte anlatılanlar:
“Belediye, kamulaştırma kararı, Orman Genel Müdürlüğü’nden alınmış izin olmaksızın site arazisine izinsiz
1999 depreminde, binlerce insanımızı kaybettik. Enkaz altındakilere ulaşabilmek için seferber olduk. Kurtarabildiğimiz her can için kucaklaştık, gözyaşı döktük. O günlerde kulaklarımızda çınlayan tek bir cümle vardı: “Sesimi duyan var mı?”
Sonra insanları depremin değil çürük binanın öldürdüğünü anladık, kurtarma konusundaki yetersizliğimizi fark ettik. Ve birbirimize “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye söz verdik.
Sağlam binalar yapacak, Mahalle Afet Gönüllüleri(MAG) ordusu kuracaktık.
Geldik 2013’e; bakalım sözümüzü ne kadar tuttuk? Sorunun yanıtını Yenikent MAG Koordinatörü Zeki Şahin veriyor:
“1999’da enkaz altındaki insanların büyük bölümünü komşuları çıkarmıştı. Vatandaşın elinde imkan olsaydı bu oran daha da artacaktı.
Bu nedenle, ‘Mahalle Afet Gönüllüsü(MAG)’ ekipleri oluşturuldu. Mahallelere bir konteyner konuldu. İçi de 50 kişilik ekibin kıyafetleri, jeneratörler. İlkyardım malzemeleri çadır gibi her türlü malzeme ile donatıldı. Parası (gönüllülerin içtiği çaylar dahil) İsviçre Kalkınma Bankası tarafından karşılandı. Biz de Kocaeli İli Derince İlçesi Yenikent Mahallesi olarak bu şanslı mahallelerden biriydik. Mahallemize afet konteyneri konulmuştu
Selin Tiryaki; 2010’da Maltepe sahilinde karşıya geçmek isterken motosikletli trafik polisi çarptığında 19 yaşındaydı. Bugün yaşamıyor.
Hüseyin Sarıçiçek; Kazaya neden olan polis. 15 yıla kadar hapis istemiyle yargılandı. Hakkında verilen 2 yıllık hapis kararı aylık 500 lira ödemeli taksitli para cezasına çevrildi. Bugün polisliğe devam ediyor.
Reşat Tiryaki; Kızını kaybeden baba. Kadıköy-Pendik hattında minibüs şoförüydü. Bugün taksicilik yapıyor. İşi gereği de o polisle karşılaşıyor.
Bu kaza; bulunamayan mobese görüntüleri, olmayan fren izleri, çelişkili bilirkişi raporlarıyla çok tartışıldı. Söz şimdi Yargıtay’da. Çıkacak sonuca göre de AİHM’ye götürülecek. Bu hukuki boyutu.
Ama bir de vicdani boyutu var. Acılı baba diyor ki:
“Ben minibüs şoförü o trafik polisi. Son iki aya kadar 10 günde bir karşılaşıyorduk. Hiç olmazsa Avrupa yakasına verselerdi.”
Garip olan da bu. Adam kızını kaybetmiş, kazaya neden olan kişiyle sürekli göz göze geliyor. İnanamadım, trafik şubeye sordum Hüseyin Sarıçiçek Selamiçeşme’deki Trafik Denetleme Şubesi’nde görevliymiş. Şimdi makam şoförlüğü yapıyormuş.
Televizyon ve gazete haberlerinin vazgeçilmezidir; “Sokaktaki İnsan”
Spiker sık sık “Bunu bir de sokaktaki insana soralım” der. Ardından da muhabirin uzattığı mikrofona konuşan çeşit çeşit insan görüntüleri gelir ekrana.Ya da görüşleri kamuoyunun “nabzı” olarak yansır gazete sayfalarına.
Kimdir bu “Sokaktaki İnsan”?
Evsiz-barksız, işsiz-güçsüzler mi?
Vur patlasın çal oynasın, hayat hoş gerisi boş diyenler mi?
“Kendini bilmezlerce” küçümsenen bir kesim mi?