Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Her ayrılık zordur. Hele de geri dönüşün olmayacağını bildiğin zaman. Çaresizlik içinde o anı beklemek, yaşananları, paylaşılan mutlulukları anımsayarak arada bir “belki” diye umutlanmak...

Dum Dum’un vedası
Biz de Dum Dum’la böyle “veda”laştık...

Son üç buçuk aydır takvimden düşen her yaprakta bir gün daha yaşadı diye sevinerek her dakika onu öpüp kokladık, kulağına “Bizi sensiz bırakma” sözcüğünü fısıldadığımızda da ondan gelen kısık mırıltıları duyunca umutlanarak, geride kalan günlerimizi düşündük...

Dum Dum, 2007 Mayıs’ında Ankara’daki pet shop’ta ilk gördüğümde maviş gözlü, 45 günlük bir bebekti. Suratı, patileri ve çok sevdiği kırık kuyruğu da bugünkü gibi kara değildi. Diğer iki kardeşine oranla o kadar afacandı ki dayanamayarak avucumun içine alıp öptüm. O da “anlaştık” dercesine minik patisiyle burnuma dokundu. Bu ilk temasın ardından birlikte olmaya ve ömür boyu hiç ayrılmamaya karar verdiğimizde ise miki fareli tırmık tahtası, tuvalet kabı, ıslak mamaları ve birkaç küçük oyuncak fareden oluşan tek poşetlik eşyasıyla çoktan İstanbul’a doğru yola koyulmuştuk bile...

Haberin Devamı

Kısmetiyle geldi derler ya Dum Dum’unki aynen öyle oldu. Birkaç ay sonra Ebru ile evlendik ve küçük bekâr evimizden dört odalı bir “saray”a taşındık. Artık O’nun bir anne-babası, bizim de canımız bir oğlumuz vardı. Sıcak yuvamızdaki ilk günümüzü anımsıyorum da “Ölene dek ayrılmak yok” diye birbirimize sarılmıştık. Sonrasında da Dum Dum evin her santimetrekaresini tek tek koklarken, miki fareli tırmık tahtasını baş köşeye yerleştirmiştik.

***

Dum Dum’un çocukluğu çok hareketli geçti, bundan da en çok Ebru çekti. Özellikle de geceleri çünkü yatağa girdiğimizde Dum Dum, Ebru’nun saçlarına yapışır bana ise hiç dokunmaz, aksine bacaklarımın üzerine kurulur yatardı. Sabahki tantanayı siz düşünün artık. Bu şekilde günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Küçüklüğünde omuzumdan hiç inmeyen ve sürekli kulaklarımı yalayan Dum Dum hızla gelişti kara suratı, maviş gözleri, fit gövdesi ve kırık kuyruğuyla bıçkın bir delikanlı oldu. Evin neşesi, rengi her şeyi oydu artık. Çünkü;

Haberin Devamı

Dum Dum’un vedası
Çok oyuncuydu... Özellikle koşmaca ve saklambacı çok severdi. Ebru evin içinde bir köşeye saklanır o da usul usul gider başında beklerdi. Ebru ortaya çıktığında da yaydan fırlayan bir ok gibi koşardı. Öyle mutlu olur, öyle kendinden geçerdi ki bir keresinde hızını alamayıp salonu ayıran cam kapıya toslamıştı. Bizde çok korkmuştuk.

Dum Dum’un çok sayıda oyuncak faresi de vardı ama o içinde minik bilye olan ve ses çıkaranları tercih ederdi. Hepsini sağa sola fırlatır, sonra da tek tek toplayıp ya banyodaki küvetin yan boşluğuna ya da karyolanın altına tıkıştırırdı Ebru bir sopayla onları çıkarmaya çalışırken de sanki kendi yapmamış gibi büyük bir merakla izlerdi.

Çok inatçıydı... İstemediği bir şeyi ona asla kabul ettiremezdiniz. Ne yapar eder mutlaka onun istediği olurdu. Düzeninin bozulmasından hiç hoşlanmaz yemek ve su kabının hep aynı yerde olmasını bekler, farklı mamanın da yüzüne bakmazdı. Bu inatçılığı zaman zaman aksiliğe dönüşür kendisini sevmeye yeltenen dedesinden dahi kaçardı. Anneannesine ise “Karışma bana” dercesine konuşarak diklenirdi. Ebru ile ben, iki Arnavut da “Kime çekmiş” diye birbirimize takılırdık.

Çok meraklıydı... Ondan hiçbir şeyi saklayamazdınız. Olan bitenden mutlaka haberdar olmak isterdi. Oda kapıları kapatıldığında sesinin tonu kartlaşır, açılmadan da susmazdı. Eve gelen alış veriş poşetleri, özellikle de kutular mutlaka koklanarak Dum Dum’un kalite kontrolünden geçerdi. Pencereler açıldığında ise sinekliğin arkasından bahçedeki dostlarımız Pakize ve Murti’nin her hareketini dikkatle izler ama dışarıda dolaşırken yanına yaklaştıklarında yoklarmış gibi davranarak onları görmezden gelirdi.

Haberin Devamı

Çok vefalıydı... İşe giderken mutlaka beni yolcu eder, döndüğümde de pencerede bekler ya da kapının arkasında olurdu. Beni görünce de şımarır odadan odaya koşardı, annesi de o arada gün içinde yaptığı yaramazlıkları bir bir sıralardı. Hiç oralı olmayan Dum Dum ise omuzlarıma sıçrar ya da mırıldanarak ayaklarıma sürünürdü.

***

Özetle, yaşamımızdaki her şey Dum Dum’a endeksliydi ve biz bundan asla şikâyetçi değildik. Onu öpmek, kokusunu duymak, sıcaklığını hissetmek yetiyordu. Ve bunun daha uzun yıllar böyle devam edeceğini umuyorduk. Ama bu hayalden öteye geçemedi...

Biz yaşlılık günleri planlarken, geçen yılın sonbaharında Dum Dum birden durgunlaştı ve yemeden kesildi. Soluğu bebekliğinden beri doktoru olan Hasan Bey’in yanında aldık. Sarılık teşhisiyle birlikte de yaşamımızda bir gün dibe vuran, ertesi gün umut dolan yepyeni bir dönem başladı. 14 Kasım 2015’ten bu yana her gün Hasan Bey’in kliniğine taşındık ve Dum Dum annesinin koynunda serum aldı, son zamanlarda da bu günde ikiye çıktı. Eve döndüğümüzde ise annesi şırıngayla ağzından besledi. Bu arada da danışmadığımız doktor kalmadı, Fransa, Almanya, Kıbrıs’taki dostlarımız ise ilaç, vitamin yağdırdı ama olmadı...

İşte biz Dum Dum’umuzla böylesine dolu dolu bir 9 yıl yaşadık. Ve babaannesinin vefatındaki üç günlük ayrılık dışında O’nu hiç yalnız bırakmadık. Onda da ikimize de bir şey olur da Dum Dum tek başına kalırsa diye hep O’nu düşündük ve çok korktuk. Çünkü sevgisiz yaşayamazdı, yaşamazdı.

Kader işte...

Hiç ummadığımız bir anda bebeğimiz “melek” oldu. Sonra da onu çok sevdiği Sapanca’daki evimizin bahçesinde çimenlerin koynuna tek başına bıraktık... Üzerini de rengârenk kır çiçekleriyle donattık. Hemen başındaki çam ağacına da “Oğlumuz taranmayı çok sever sana emanet” diye sıkı sıkıya tembihledik...

Gabriel Garcia Marguez “Bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin” diye ne güzel söylemiş ama olmuyor. Çünkü yokluğu büyük boşluk. Eve geldiğimde “Neredesin?” diye hesap sormasını, ardından fırsatını kollayıp omuzuma atlamasını bekliyorum ve hiç sulu göz olmayan ben sabahlara kadar sürekli ağlıyorum. Oyun arkadaşı, can yoldaşı Ebru ise beni teselli etmek uğruna gözyaşlarını gizlemeye çalışarak acısını dahi yaşayamıyor. Gerçekten çok zor günler geçiriyoruz ve bunun ne zamana kadar süreceğini de bilmiyoruz...

Huzur içinde uyu oğlum... Bize yaşattığın güzellikler ve aşıladığın “sonsuz sevgi” için teşekkürler. Buluşana dek her zaman kalbimizde olacaksın. Sonrasında da sonsuza dek koynumuzda...