Güneydoğu’da “kurtarılmış bölgeler” hedefleyen PKK’nın iki amacı var. Biri, buralarda egemen benim diyerek güç gösterisinde bulunmak. Diğeri devletin aşırı reaksiyon vermesini sağlayarak, bunun halkta oluşturacağı öfke üzerinden bir ayaklanmayı örgütlemek. Ama bu plan tutmadı. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde “öncelik sivil güvenliği” denilerek başlatılan ve halen de devam eden operasyonlarda yüzü aşkın terörist öldürüldü, örgütün hendeklerinden, baskısından yılgınlığa düşen yüz binlerce kişi evini, işyerini terk etti. Şimdiki aşama ise hızla kamu güvenliğini tesis ederek, bölgede yaşamı normale döndürmek. Peki bu nasıl olacak ya da olmalı?
İşte biri “aman o günlere dönülmesin” diye konuşulan (1991-1993) diğeri “terör bitme noktasındaydı” denilen (1999-2001) yıllarda görev yapan eski İçişleri Bakanları İsmet Sezgin ve Sadettin Tantan’ın görüşleri...
İsmet Sezgin:Terörü bitirmek için siyasal irade şart. Ancak terörist öldürmekle mesele çözülmüyor. Silahlı mücadeledeki kararlılığın toplumsal, ekonomik konulara da yansıması gerekiyor. Eğer akıllı davranılmış olsaydı PKK terörü 2000’li yılların başlarında bitecekti. Neydi o akıllı davranış? Sağduyuydu, birleşmeydi derlenip toparlanmaydı. Oranın halkıyla iyi geçinmek, iyi yaşatmaktı. İşsizlikten, fukaralıktan kurtarmaktı. Oraya demokrasi getirmekti. Bu yapılamadı.
Sadettin Tantan:Şehirlerde PKK özgüvenlik teşkilatını kurup, silahlı bir şekilde yol keserken ve vergi toplarken müdahale edilmesi gerekiyordu. Bugün ise yapılacak iş bu bölgelerde olağanüstü hal ilan etmek. Ancak bu geçmişteki olağanüstü hal olarak algılanmasın. Fransa’nın yaptığı gibi olmalı, yani hukuki zemin oluşturulmalı ve orada görev yapanlara bu güvence verilmeli. Bunları yaparken de geçmişte olduğu gibi kin ve nefret tohumları ekilmemeli. Bu noktada söylemcilerin çok dikkatli olması gerekir.
Özetle her iki bakanın söylediği de bu sorun sadece terörist öldürmekle çözülecek iş değil. Geçmişte yaşananlardan ders alarak, kardeşlik ve eşitlik duygularını pekiştirmek çok önemli. Nitekim devletin bugünkü azim ve kararlılığı da bu yönde...
Suriyeli göçmenler yeni sorunlara gebe
Avrupalılar Suriyeli göçmenlerin ne kadarını Türkiye’ye yıkarız derdinde; bizde ise 2.5 milyon kişiyle dünyanın en fazla göçmen barındıran ülkesi olmamıza rağmen sorunu görmezden gelme gibi bir hava hakim. Örneğin Türkiye’de her gün 125 Suriyeli bebek doğuyor, yani sınırlarımızdan giriş yapan Suriyeli mülteci sayısı dursa bile nüfusları her yıl 45 bin civarında artıyor ama bu konuda hangi önlemlerin alındığı ya da alınacağı hala flu. Kaldı ki sınırdan geçişler de durmuş değil ve yoğun bombardıman nedeniyle yeni toplu göç dalgalarının sinyalleri geliyor. Bunlar yeni yetişkin nüfusla birlikte yeni bebekler demek. Peki bu durumda Türkiye’yi neler bekliyor ya da olabilir? Sorunun yanıtını Hacettepe Üniversitesi Göç ve Politika Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. M. Murat Erdoğan veriyor:
-Türkiye’de doğan toplam Suriyeli bebek sayısı 200 bini bulmuş durumda. Çok yüksek bir oran ama doğum kontrolü gibi bir şey yapamazsınız, çünkü gelenler arasında muhafazakarlık o kadar yüksek ki bu konuda umutlu olmak mümkün değil. Mesela Suriye’de karma eğitim görüyorlardı buraya geldiler ‘bizim çocuklar kızlı- erkekli olmaz’ dediler sınıfları ayırıyorlar. Eğitim, muhafazakarlık bakımından çok problemli ve Türkiye’nin dengelerini etkileyecek bir kitle söz konusu. Büyük bölümü de dini açıdan sıkıntı yaratır gerekçesiyle Avrupa’ya gitmeyi düşünmüyor.
-Dört senedir okula gitmeyen 600 bin çocuk var. Bunların yarattığı bir travma olacak. Eğitimsiz olanlar doğal olarak ilerde işsiz olacak, bir de dışlanacaklar. Bunun sosyal çatışma yaratma riski çok yüksek. Bu insanlar doğal olarak suç örgütlerinin potansiyel devşirmek istediği elemanlar olacaklardır. Türk toplumu aslında şu ana kadar gayet iyi durdu ama bu biraz da nasıl olsa geri dönecekler beklentisinden oldu.
-Suriyeliler eninde sonunda vatandaşlığa alınacaklar, çünkü bu kadar insanı vatandaşlığa almadan bir arada tutamazsınız. İstesek de istemesek de bu gündeme gelecek. Öbür türlü daha çok gettolaşma ve sıkıntılar olabilir. Yani birlikte yaşayacağız, bu nedenle de bizim onları görmezlikten gelmek gibi bir lüksümüz yok.