Tam 10 gün önce... 7 Haziran günü, seçim öncesi AK Parti’nin İzmir’deki neredeyse tek hedefi haline gelen Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun sabrına övgüler düzmüştüm.
Bir yandan şimdiye kadarki uygulamalara bakılınca “sudan” denilebilecek sebeplerle belediyesi basılıyor, mesai arkadaşları, kundakta bebesi olan bürokratları tutuklanıp hapse atılıyor, diğer yandan da iktidarın bütün ağır topları üzerine salvolarını gönderiyordu.
Emeklinin, işçinin ekonominin durumu konuşulacağına, milletvekili değil de belediye başkanı seçiyormuş gibi kanal, körfez, ulaşım üzerinden genel seçim propagandası yürütülüyordu.
Kocaoğlu’nun üstüne gelen baskıya dayanmak herkesin harcı değildi elbette...
O yüzden ben de hayranlığımı belirttim.
Keşke bir gün daha bekleseymişim. Çünkü beni çok kötü mahcup etti.
İlk patlama
Türkiye’de her seçim farklı bir atmosferde yapılıyor; farklı dinamikler sonuçlar üzerinde etkili oluyor.
Bu durum yine değişmedi.
AK Parti’nin İzmir’de uyguladığı seçim stratejisi başarılı olmuştur.
İki bakanı, iki bölgenin başına koymakla temellendirilen strateji, propaganda döneminde tuğla üstüne tuğla koyarak yükseltildi. Bu başarıda iki bakanın kişisel ağırlıklarının büyük rolü oldu.
AK Parti’nin lokomotifi Binali Yıldırım ve Ertuğrul Günay oldu. Seçimi adeta sırtlayıp götürdüler.
Bunun yanı sıra, seçimde en kritik illerde görevlendirilen Fatih Belediyesi Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Turunç ve ekibinin de rolünün büyük olduğunu söylemek lazım.
Bundan önceki seçimlerde bürokratik ve hantal bir yapıda seçim çalışması yapan, seçmene dokunmayı ancak hanım partililer aracılığıyla yapabilen AK Parti, seçmene “dokunmayı” başardı.
Başlıktaki yargıyı peşinen vurgulayarak başlayayım; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, gerçekten sabırlı adam.
Çünkü son iki ayda onun yaşadıklarını kimse yaşamadı. Belediyesi basıldı, kameralar yerleştirildi, telefonları dinlendi, mesai arkadaşları tutuklandı.
Türkiye standartlarında tepkileri olan birine bu kadarı bile yeterdi aslında. Ancak sabır zorlayan saldırılar, bu kadarla kalmadı. Genel seçim atmosferi, hızla yerel seçim havasına büründü. İnsanların ekonomik durumu, ülkenin geleceğinin ne olacağı bir yana bırakıldı, İzmir’e yapılacak yollar, köprüler, metro tartışılmaya başlandı.
Bunlar yapılırken de, “yerel iktidar” belediye yönetimine vuruldukça vuruldu. Sanki bütün imkanlar ayaklarına serilmiş gibi... Sanki önüne türlü engeller çıkarılmamış gibi her şeyin hesabı ona soruldu.
Bu ortam içinde Kocaoğlu’nun tek tepkisi, Expo mektubunu Paris’e götüren heyete katılmamak oldu. Gerçi bu tepkiyi de anlayamayanlar, “Ne olursa olsun gitmesi lazımdı” diyenler çıktı. Yüreğinde kopan fırtınaları duyumsayamayan, insanların hapse atılmasından oy devşirmeye çalışan bir anlayışla kol kola görüntü vermenin, hem hapisteki arkadaşlarına hem siyasette geride
Başbakan Tayyip Erdoğan, beklenen “çılgın” projelerini açıkladı. Açıklamayı İzmir’de değil İstanbul’da yaptı ama olsun...
Sonuç’ta İzmir’i ilgilendiren konuları anlattı.
Ortaya atılan projeleri kimi beğenmedi, kimi ise “Bu muymuş çılgın projeler?” diyerek burun kıvırdı.
Şahsen ben de açıklanan projeleri pek çılgın bulmadım.
Ancak sonuç itibarıyla bir kazanım olarak bakıyorum.
Çılgın bulmadım; çünkü zaten bilinen, yıllardır konuşulan, tartışılan projelerdi.
Örneğin Körfez’e tüpgeçit projesi... İstanbul’la ilgili kanal projesini açıklarken de buna değinmişti. O zaman da eskisi, olduğu kabul edilmişti.
Salı günü, İzmir’de partilerin seçim sathındaki durumuyla ilgili değerlendirmeler aktarmıştım. AK Parti’nin ilk kez bu seçimde “memur” profili çizen bir listeyle değil, iki bakanın başını çektiği, etkili bir listeye sahip olduğunu hatırlatmıştım. İki bakanın gündeme getirdiği konuların, ortaya koydukları polemik konularının seçimin gündemini belirlediğini de vurgulamıştım.
CHP’de ise tam tersine birkaç “çalışkan” isim ve “zorlarsak biz de girebiliriz” diyebilecek yerlerde bulunan bazı adaylar dışında olağanüstü çalışılmadığı saptamasını yapmıştık. İzmir Büyükşehir’e yapılan baskının oy olarak dönmesini beklemenin hata olduğuna dikkat çekmiştik.
MHP’nin ise ülke genelinde içine düştüğü karmaşanın izlerinden söz etmiştik. Bu saptamaya bir ekleme yapalım; bu durumdan hızla sıyrılıyorlar. Özellikle partinin eski seçmeninin “sahip çıkma” içgüdüsünün harekete geçtiği, yalnızca benim değil, samimi fikirlerini aldığım, sahayı karış karış dolaştığı için tabloyu iyi gören bazı rakip parti adaylarının da gördüğü bir tablo.
MHP kendini toparladı
Yani, bir hafta öncesine kadar oy oranının gerileyeceği düşünülen, 2007’de çıkardığı milletvekili sayısının bile altına düşeceği
Cuma günü yayınlanan yazımda, kamuoyu araştırmalarının ayrıntılarından yararlanarak seçime yönelik bazı analizler yapmaya çalışmıştım. İzmir’le ilgili değerlendirmeyi ise bugüne bırakmıştım.
Partilerin durumlarıyla başlayalım:
AK Parti, bu seçimlerde önceki seçimlerle kıyaslanamayacak kadar hareketli ve hırçın bir kampanya yürütüyor. Bu hırçınlıkta en büyük pay, şüphesiz her iki bölgede listenin başını çeken iki bakana ait.
2007 ve 2002 seçimlerinde AK Parti, deyim yerindeyse “memur” profili çizen adaylarla seçime girmişti. İnisiyatif kullanamayan, seçilip seçilemeyeceği genel merkezin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyacağı performansa bağlı iki liste vardı İzmir’de.
Kusura bakmasınlar ama il yönetiminin çizdiği ziyaret programı çerçevesinde parti araçlarına binip mahalle ve köy kahvelerini dolaşmaktan başka bir etkinliklerini hatırlamıyorum.
Bir de televizyonlarda yapılan canlı yayınlara katıldı ilk sıradaki birkaç isim. Hepsi bu kadar.
Ancak bu kez durum biraz farklı.
GENEL seçimlere üç hafta kala İzmir’de ve Türkiye’de durum biraz daha netleşmeye başladı.
Üç hafta içinde seçmen tercihlerini değiştirecek boyutta bir gelişme yaşanır mı, bilinmez. Ancak hangi partinin yüzde kaç oy alacağı, kaç milletvekili çıkaracağı bir-iki sürpriz payı bırakarak tahmin edilebilecek duruma geldi.
Tabii herkesin tahmini kendine...
Ne kadar isabetli olacağı, tutacağı 13 Haziran sabahı belli olacak.
Bir defa önce şu konuya vurgu yapmamız gerekiyor:
Seçime bir ay kala yapılan kamuoyu araştırmaları, kararsızları yüzde 5’lerde gösteriyor. Uzun yıllardan beri ilk kez kararsız oranı bu kadar düşük.
Geride bıraktığımız hemen tüm seçimlerde en az yüzde 15-20 arasında değişen kararsız görünüyordu anketlerde. Hatta yüzde 35 kararsız çıkıp da “Seçimin galibi kararsızlar” manşetlerinin atıldığını hatırlayanlar çıkacaktır.
Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul için hayal ettiği “Çılgın proje” olan “Kanalistanbul”u açıklarken, Ankara ve İzmir için de benzer projeleri bulunduğunu ancak bunları söz konusu illerde duyuracağını da söylemişti.
İzmir’deki çılgın projenin açıklanma tarihi 4 Haziran. Başbakan’ın programına göre, seçime kadar kente geleceği tek tarih bu.
Körfez’in altına tüp geçit veya üstüne köprü yine kendisi tarafından peşinen açıklandığından “sürpriz çılgın proje” sınıfına girmeyeceği için başka ne olabilir acaba?
Ben asıl tahminimi peşin peşin yazıp başka projeler hakkında beyin fırtınasına geçeyim izninizle. Tahminim, İzmir Körfezi’nin ortasında, Konak’tan, Karşıyaka’dan, Alsancak’tan görülebilecek dev bir yapı. Bu New York’taki Özgürlük Heykeli gibi simgesel bir yapı da olabilir, Sydney Opera Binası gibi hem simge özelliği taşıyan, hem de işlevi bulunan bir bina da...
Hayallerin sınırı yok. Bunları dile getirelim ki gerçekleşmeleri yolunda ilk adımlar da atılmış olsun.
* * *
Biz bunu konuşurken, ilk çılgın projenin uygulama alanındaki İstanbul, çılgınlıkları yarıştırmada sınır tanımıyor. Hatta bunların bir bölümü bizzat belediye başkanı tarafından dile getiriliyor. Hatta