Bir an için şu maçın kahramanı Milan Baros’un yerine Güiza’nın olduğunu varsayalım. Karşılaşmanın bambaşka bir şekil alacağını ligin ikinci haftasında İnönü’de de izlemiştik. Aynı senaryonun tekrar etmesini tek bir adam önledi. Baros sadece üç gol atmadı o üç golün hazırlanmasının mutfağına da dâhil oldu. Üçüncü gol gerçek bir santraforluk nişanesiydi.
Güiza’yı Galatasaray’a yakıştırdığımız düşünülmesin. İki sezondur iki farklı takımda forma giyen, muhtemelen de iki katı para aldığı halde Küçük Emrah filmlerinden öte bir trajediye neden olan Güiza’nın karşısındaki Baros’un reel değer yaratan futbolculuğunu ön plana çıkarmak istiyorum.
Ancak Galatasaray’da Baros dışında bu maçı koparacak ikinci futbolcunun olmaması da çok ciddi bir uyarı olarak alınmalıdır. Erken gelen üç farklı skor tribünleri bayram havasına sokmuş olsa da maç boyu Galatasaray’ın takım halinde Büyükşehirli futbolcuları durdurmaya çalışmaları da
Basketbol milli takımımız dünya kupasında haklı bir ikincilik alarak büyük bir başarının sahibi oldu. Bu başarı kuşkusuz ödüllendirilmeliydi; konunun muhatabı kişiler ölçüp, biçip, tartıp ortaya bölüşülmek üzere bir değer koydular. Bunun kamuya sunuluş şekli, bazı sporcuların sürecin içinde etkili rolleri yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi.
Naim Süleymanoğlu’ndan, Halil Mutlu’ya, Nurcan Taylan’dan Nevin Yanıt’a kadar ciddi başarılara imza atmış sporcularımızın aldığı ödüllerle basketbolcularımızın ödülü kıyaslandı durdu. Biz burada yeni bir terazi koymayacağız bu anlamda; basketbolu yine bir başka takım oyunu ile değerlendireceğiz.
Geçen hafta derbi maçının son bölümünde Beşiktaş beraberlik golünü bulup maçı da öyle kapatınca ortaya futbolcular tarafından bir prim talebi atıldı.
Başarı ve onun karşılığı olan ödüllendirme mekanizmasının ülkemizde farklı algılandığı ve işletildiğine şüphe yoktur.
Yıllarca ağzımızın açık izlediği spor dallarında bir sporcumuzun madalya
Geçtiğimiz hafta sonu hakemlerin ön plana çıktığı maçlar vardı.
Trabzonspor – Manisaspor; Fenerbahçe-Beşiktaş ve son olarak da Gaziantepspor-Bursaspor…
Gaziantep’te hakemin kafasına cisim atıldığı için maç tamamlanamadı; büyük bir olasılıkla geçen sene olduğu gibi Bursaspor hükmen bir maç daha kazanacak ve ligde beşte beş yapmış olacak.
Neden hakem konuşuyor, tartışıyoruz ve her şeyin merkezine karşılaşmaları yöneten dört insanı yerleştiriyoruz?
Hangi spor branşında olursa olsun eğer yapılan faaliyetten çok onu yöneten ön plana çıkıyor ya da çıkarılıyorsa çok ciddi bir sorun var demektir.
İşini kötü yapan hakem yok mudur?
Bunun örnekleri özellikle ülkemizde bol miktardadır. Örneğin derbi ile ilgili yazımda da belirttiğim gibi her ne kadar FIFA kokartı takıyor olursa olsun, Cüneyt Çakır’ın ülkemizde derbilerin stresini taşıyamadığını düşünüyorum. Ancak bu onun verdiği her kararı tartışmamızı gerektirmez. Ayrıca bu paragraf hakem konuşmayacağız anlamına da gelmemelidir. Bir
Aykut Kocaman’ın maç sonunda yaptığı açıklamalardan tam da şu an düşünmemiz gereken bir detayı izninizle burada satırbaşı yapmak istiyorum.
"Sahaya çıkan oyuncu grubunun oynadığı oyundan, hem de özellikle istekli hallerinden şikâyet etmiyorum. Şikâyet ettiğimiz tek şey, özellikle pozisyonları değerlendirmede sorunumuz olmasıdır. Tercihler doğruydu. Yanlış bir şey yok. Sonuç üzerinden hareket edersek, sonuç olumsuz olduğunda her şey yanlış. Oyuncu Kısıtlaması olmasaydı Stoch’un sahada olma ihtimali, kesin konuşmak istemiyorum ama biraz daha artardı."
Bu konu üzerine maçtan saatler öncesinde gazetenin birinde Elano’nun kulübedeki halinin fotoğrafına bakarken “yabancı kısıtlaması futbolculara zarar veriyor” demişti kardeşim ve bunun üzerine konuşmuştuk. Benzer meale gelebilecek yorumu Fenerbahçe teknik direktörünün yapması da ilginç bir rastlantı oldu.
Elano gibi bir oyuncunun forma bulamıyor oluşunda hiç kuşku yok ki yabancı oyuncu sınırlandırılmasının büyük etkisi var.
Fenerbahçe ve
İlk yarıda dört, ikinci yarı da iki çok uygun pozisyonu kaleye vurmak yerine dışarı gönderen Gökhan Gönül, Dia, Alex ve Niang bir anlamda maçın kaderini ve sonucunu belirleyen adamlar oldular. Bu üç oyuncu rakip kalecilerle burun buruna ve karşı karşıya kaldıkları pozisyonlarda kaçırdılar golleri; ancak maç sonunda Fenerbahçe taraftarı Aykut Kocaman’ı istifaya davet etti.
Aykut Kocaman’ın maçın beraber sonuçlanmasında etkisi var mıydı?
Maça her iki takım da önceden konuştuğumuz kadrolarla ve dizilişle çıktılar. Beklenen, Beşiktaş orta sahası ile birlikte Fenerbahçe sahasına yığılacak defans hattı da ileri çıkacaktı. Fenerbahçe’nin golüne kadar o defans Aurelio’nun da geride kalması nedeniyle kendi kalesine yakın oynamaya gayret etti. Ancak erken gol bir anda öngörümüzü doğrular nitelikte bir oyuna dönüştürdü karşılaşmayı; bu Fenerbahçe’ye daha fazla pozisyon sağladı. Önce Gökhan Gönül boş kale yerine topu kafayla dışarı attı; sonra da yukarıda ismini
Beşiktaş yıllar sonra Kadıköy’e favori olarak geliyor. Derbilerin favorisi olur mu olmaz mı tartışması yeni milenyumla birlikte tarihe karışmak üzere gözüküyor. Son yıllarda hem favori olanın hem de pozisyon itibarıyla üç puana yakın ve ihtiyacı olanın kazandığına şahit oluyoruz. Bu anlamda baktığımızda eğer gerçekten Beşiktaş favori ise galibiyet ibresinin de ona yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Futbol kamuoyumuz bazen çok çabuk havaya giriyor. Başarı ve başarısızlıkları gereğinden fazla abartarak yanlış yönlendirilmelere de neden oluyor.
Fenerbahçe’nin durumu ortada; kazanılmış karşılaşmalar dahil hiç umut verici bir futbol oynayamıyor. Üstelik takımın içinde de çok ciddi ayrışmalar söz konusudur.
Beşiktaş ise yine çok uzun zaman sonra lige iyi bir başlangıç yapıp, istediğini öyle ya da böyle alan bir takım görüntüsü sergiliyor. Beşiktaş’ın bir avantajı Avrupa’da ve ligde tam da dişine göre ekiplerle oynayarak başlamış olmak.
Ancak bu görüntü bize bütün gerçekleri
Bursaspor Salı gecesi Avrupa’da kaybedenler kulübüne dahil oldu. Bu sürecin gelişini ve olasılıkları geçen sezonun sonu ve kapanışıyla birlikte tartışmaya başlamıştık. Açıkçası futbolumuz maalesef Avrupa’nın oldukça gerisinde bir yerde kalmaya devam ediyor. Bu nedenle de ülkemize kaliteli ayaklar gelmiyor, kariyerli teknik adamları da getirmede zorluk çekiyoruz.
Bursaspor-Valencia maçının kırılma anı 12. dakikaydı.
Insua’nın sağ kanattan getirdiği ve kale ile arasında neredeyse hiç kimsenin olmadığı çok uygun durumdaki Ergiç’in önüne bıraktığı topa Ergiç öylesine kötü bir vuruş yaptı ki o an insan ister istemez profesyonel seviyede bu işi yapan kişinin pozisyonu böylesine harcamasına hakkı olmadığını düşünüyordu.
Çok değil 4 dakika sonra rakip takımda forma giyen ve pozisyon itibarıyla da Ergiç’ten kaleye daha uzak ve zor bir yerde duran Costa işini kusursuz yapmanın ödülünü golle aldı.
17. dakikaya girdiğimiz an Avrupa futbolu ile bizimkinin arasındaki farkın işte bu kadar olduğunu
Fenerbahçe yeni bir dönüşümün arifesinde duruyor. Kulübün yakın tarihini iyi takip edenler ve hafızaları kuvvetli olanlar bilirler ki Fenerbahçe kendisini yenilemeye çalıştığı her dönem öncesinde ve sırasında şu an içinde bulunduğu sıkıntıların benzerlerini yaşar.
Daum sistemi olarak adlandırdığımız ve merkezinde Alex olan oyun şablonu 2004 ile 2009 arasındaki döneme damgasını vurmuştu. Fenerbahçe bu dönemden 3 şampiyonluk çıkardı. Belli bir istikrar çizgisi de yakaladı. Ancak geçen sezon çok net olarak görüldü ki hem sistem, hem Alex hem de bunun etrafında kümelenen diğer futbolcular belli bir doygunluğa ulaştı, yıprandı. Sezon başında yaptığımız yorumlarda bunun da altını net olarak çizmeye gayret gösterdik.
Aykut Kocaman kendi oyun tarzını ve karakterini yerleştirmek geçmiş dönemin artık taraftarda hiçbir heyecan duygusu bırakmayan taktiğini değiştirmek üzere bu takımın başına geldi. Bu anlamda da geçtiğimiz senelerden farklı oyuncu transferleri yaptı. Örneğin Brezilya’dan oyuncu almamaya