Dakika 13, birkaç dakika önce Bursaspor’un golü gelmiş, erken gol tribünlerde müthiş bir coşkuya dönüşmüş, bir anda karnaval havası esiyorken; Bursaspor ceza sahasına doğru bir top ortalandı. Her zamanki görüntüler vardı ceza sahası içinde, savunma oyuncuları rakiplerinin formalarından tutuyor, biri diğerinin boğazına sarılıyor falan.
O karnavalın tam ortasında hakem Bünyamin Gezer’in düdüğü bir anda tribünlerin sesini soluğunu kesti. Buz gibi bir hava esti; ancak o esinti Uludağ tarafından gelen bir dağ meltemi değildi. Açık bir penaltı kararının yarattığı şaşkınlığın duygusal çöküşü anlatan bir görüntünün karşılığıydı.
Çok net söylemek istiyorum, çok uzun yıllardır sahalarımızda görülmeyen mükemmel, kusursuz ve bir o kadar da cesur penaltı kararıydı. Sn. Gezer bu penaltı düdüğünü İnönü, Ali Sami Yen ya da Şükrü Saraçoğlu’nda oynanan bir derbi maçında çalar mıydı, onu bilmiyorum. Ancak son lig şampiyonunun 1-0 önde
Futbolumuzda temel eksikliğin sporcunun altyapıdan aldığı yanlış ve eksik eğitim olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Birçok yetenekli oyuncumuz belli bir noktaya geldikten sonra o beklenen patlamayı, aşamayı yapamadan vasat düzeyde kendine bir yer edinip, spor yaşamını sonlandırıyor.
Kuşkusuz aklı sonradan başına gelen oyuncu örneklerimiz de var. Bu oyuncuların büyük bölümü 30’lu yaşlara ulaştıktan sonra olgunluk çağında isimlerini parlatıyorlar, ancak atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor.
Bu nedenle milli takımda forma istikrarı yakalayan oyuncularımızın büyük bölümü yurtdışında eğitim almış olanlar arasından çıkıyor; biraz daha ileri gidelim, Avrupa’da bugün ismini konuştuğumuz futbolcuların hemen hepsi Almanya, İsviçre, Belçika, Avusturya’da futbola başlamış, orada yaşayan ve altyapı eğitimi alan sporcular.
Açıkçası milli takımımızın yeni iskeletinin bu oyunculardan kurulmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
Herkes aynı soruyu soruyor.
“Evet, bu milli takım eskidi, yerine kimleri oynatalım?”
&
- Ülkemizde ortalama bir meslek sahibi mimar, mühendis, doktor ayda ne kadar kazanıyor?
Bununla ilgili olarak net bir değer verebilmek mümkün değil ki... Üniversite mezunu bir kişinin 2.500 TL ile kariyerine ve pozisyonuna göre 7.500 TL arasında bir ücret aldığını söyleyebiliriz. Ancak bu kişi devlet memuruysa bu rakamlar söz konusu bile olamaz.
- Kendimizi kasmadan şöyle rahat bir hesap yapsak, hani sosyal sorunlardan uzakmışız gibi…
O zaman ortalama 5.000 TL/ay aradığın şeye en uygun değer olur.
- Güzel. Demek ki ülkemizde standartları yükseltiyoruz. Yılda 60.000 TL’lik bir gelirden söz ediyoruz. Yaklaşık 41.300 $’a karşılık geliyor. Böyle ortalama bir gelir olmadığını çok iyi biliyoruz, ancak bizim konumuz sporu yakından takip eden, evinde futbol kanalı olan hatta maçlara kombine ile giden taraftar profiline ulaşmaya çalışıyoruz.
Çok iyimser bir yaklaşım oldu.
- Olsun varsın. Biraz sonra yıllık geliri neden bu kadar yükseltiyor olduğum daha iyi anlaşılacaktır.
Peki, seni izliyorum.
Bu ülkenin potansiyelinin böylesi başarısız sonuçlar taşımadığı bir gerçekliktir. Ancak görünen köy de kılavuz istemiyor işte; futbolda topu üç kale direği ve çizgisinin içinden %100 geçirmeniz gerekiyor.
Dün akşam sorun Hiddink’in takım düzeni, taktiği, oyuncu seçimleri vs. değildi. Şu bir gerçek ki futbol dünyamızdaki her kim Azerbaycan karşısına bir kadro yazıp sahaya sürse muhtemelen benzer bir sonuç alabilirdi. İşte gerçek hayal kırıklığı da bu; Türkiye’nin bir standardı yok.
2008 Avrupa Şampiyonasında Almanya’yı eleyebilecek durumda da olabiliyoruz; Azerbaycan, Malta veya Avrupa’nın ismi duyulmamış bir takımına karşı yenilgi de yaşayabiliyoruz.
Her iki durumda da en uç noktalarda tepkiler veriyoruz, olayı gereğinden fazla abartıyoruz.
Azerbaycan yenilgisi nereden bakarsanız bakın büyük bir başarısızlıktır.
“Üç pozisyondan bir tanesi girmiş olsa şimdi başka bir şey konuşuyorduk” şeklinde bir mazeretin üzerini örtemeyeceği kadar büyüktür.
Ancak biz bu travmaları
İddialı olmak hedef koymak demektir. Hedef ise bir programa sahip olmayı, ona doğru gidecek yolları aramayı getirir. Sn. Hıncal Uluç, 2002’de Şenol Güneş’in teknik patronluğunu “onu üçüncü olduğu için tebrik etmiyorum, şampiyonluğu kaçırdığı için eleştiriyorum” diyerek özetlemişti. Kendisi 2 yıl önce Galatasaray’ın UEFA Şampiyonu olduktan sonra kazandığı Süper Kupanın etkisindeydi.
Ancak hakkını verelim ki, Derwall ile başlayan, Mustafa Denizli ile devam eden ve Fatih Terim’le neticelenen bu sürecin içinde Galatasaray camiasını Avrupa’da başarıya zihnen, siyaseten hazırlayan kişilerin arasında geliyordu. Söylemi, tarzı veya eylemleri rahatsız edici olabilir; fakat belli bir döneme damgasını vurmuş, sonuç da almıştır.
Öyle olduğu içinde bugün hiç kimseyi beğenmemektedir. Çünkü referans ölçüleri o tarihlerde ve kişilerde kalmıştır.
Nereye bağlayacağım?
Dünkü basın toplantısında Hiddink “Dünya 1.’si gibi konuşmayı seviyoruz” diye genel futbol kamuoyunu
İngiltere’yi bir tarafa koyarsak, teknik adam her kim olursa olsun Avrupa’nın merkezindeki ülkelerin (Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz) futbol takımları kendilerini düzenli olarak her on yılda bir yenileyen sisteme, standarda ve geleneğe sahipler. Eleme maçında yaptıkları ahlak dışı tutum nedeniyle sempati ile bakamadığımız ve başarısızlığından büyük bir mutluluk duyduğumuz Fransa bile şu an içinde bulunduğu durumda bir şekilde sıyrılabilme potansiyeli taşıyor. Göreceğiz ki 2016’da evsahibi oldukları turnuvanın en büyük favorisi olacaklardır.
Altı yıl önce basketbol milli takımını devralan; Fenerbahçe’nin ve milli takımın oynadığı maçlar sırasında bolca eleştiri oklarımızın hedefi olan Tanjeviç ülkemize bir dünya ikinciliği hediye etti. Dahası bir araya getirdiği yeni nesil kendilerine NBA’de yer bulacak kadar gelişti, güçlendi. Dünyanın en büyük basketbol sanayisine her sene bir ya da iki sporcu gönderebiliyoruz ki bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Bu doğru bir hamleydi.
Yirmi yıl önce Galatasaray’ın
Bazı gerçekleri insan yaşayamadan anlayamıyor; idrak edemiyor. Futbolda böyle bir şey var. Bir kere kendi ligimize öylesine gömülmüş durumdayız ki ölçülerimiz ve birimlerimiz giderek gelenekselleşiyor. Zaten Avrupa’daki varlığımızın durumu da ortadadır.
Dakika 82; Sercan sol Alman ceza sahasının içinde sol kanattan iki oyuncuyu geçiyor ve altı pas içine bir top atıyor. Amacı yok, bu bir pas değil tamamen tehlikeli bölgenin içine topu gönderiyor. Orada almanlar var; Türk oyuncular ya biraz daha arkadalar ya da penaltı noktasının gerisindeler.
1. Ne Sercan pas atmasını biliyor
2. Ne de Sercan’dan pas bekleyen oyuncular olması gereken yerde durmayı biliyorlar
Çok büyük fark var arada…
Alman oyuncular hiçbir pası boşa atmıyor; topun gittiği yerde mutlaka bir oyuncuları var. Pası atan oyuncu ile alan arasında bir uyum var. Topun şiddeti kararında, ayarında…
Ama örneğin dikine giden bir oyuncumuz var Gökhan Gönül, iyi niyetinde şüphe duymak büyük haksızlık olur ancak aynı anda her şeyi yapmaya çabalıyor. Acele
Güney Afrika’daki turnuvada İngiltere ve İspanya karşısında olmak üzere iki farklı Almanya izlemiştik. Birinde ezeli rakibini sahada ezmiş diğerinde de silinmiş bir Almanya vardı. Hangisinin gerçek olduğunun cevabını rakiplerde aramak daha doğru olacaktır.
İngiltere futbol olarak büyük bir hayal kırıklığının karşılığıdır. Teker teker baktığınızda Ronney, Terry, Lampard ve Gerrard gibi önemli futbolculara sahipken asla takım olamama sorunu ile baş başaydı. İtalyan teknik adamın büyük yanlışlarıyla kötü bir taktikle sahaya yayılan İngiltere etkili futbolcularını dağınık kullandı. Almanya ile İngiltere arasında sonuca yansıyan bir fark olmadığını biliyoruz; hatta çizgiyi geçmiş golü vermeyen hakemin maçın kaderini nasıl etkilediğini de hatırlıyoruz ancak o karşılaşmanın ikinci yarısında Almanya etkili ileri çıkışlarıyla peş goller buldu.
Ancak bu oyunu İspanya karşısında gerçekleştiremedi. Çünkü bu sefer İspanya gibi bol pas yapan ve gerçekten birbirini tamamlayan oyunculardan kuruluydu. Kimin nerede oynadığını az çok artık herkes biliyor. O turnuvada