Bu aşamada kendimize şu soruları sorabiliriz:a) Küreselleşme oluşumunun dışında kalabilir miyiz?b) Küreselleşme oluşumunun dışında bırakılabilir miyiz?c) Yabancıların iyi şirketlerimizi satın almalarını durdurabilir veya sınırlayabilir miyiz? Durdurmalı veya sınırlamalı mıyız?d) Yabancı sermaye teşvik edilmeli mi?e) Ulusal şirketlerimizin rekabet gücünü nasıl artırabiliriz? Ulusal şirketlerimizin uluslararası arenada güçlü olmasını nasıl sağlayabiliriz?f) Ulusal kamu veya özel sektör şirketlerimizi sattığımızda, elde ettiğimiz geliri nasıl değerlendirmeliyiz? Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de sermaye el değiştiriyor; büyükler küçükleri yutuyor. Son yıllarda bu gelişim iyice belirgin olmaya başladı. Bu yeni oluşum, küreselleşme dediğimiz olgunun bir parçası ve biz kendimizi kaçınılmaz olarak bu oluşumun içinde buluyoruz. Bu soruların cevaplarını vermeden ulusal bir ekonomi politikası oluşturulması zordur ama, soruların cevapları hiç de zor değil: Küreselleşme oluşumunun dışında kalamayız. Ancak, oluşumun bizim için olan artılarını ve eksilerini çok iyi bilmeli ve değerlendirmeliyiz. Bunu en iyi biçimde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yapabilir. Bu teşkilatça yapılacak
Devlet Bakanı Babacan, aylık cari açığı rahatlıkla kapatacak kadar döviz girişi olduğunu açıkladı. Yani, Babacan'a göre döviz fiyatlarındaki yükselme geçici. Öte yandan, ekonomi konusunda yazı yazan köşe yazarlarının hemen hepsinin döviz fiyatlarında bir artış bekledikleri anlaşılıyor. Bankalar da döviz fiyatlarında bir artış bekliyorlar. Hemen hemen tüm bankaların yıl sonu döviz fiyatı beklentisi, şimdiki seviyelerden yüksek. Bu arada, yabancı fonlarda ve bıyıklı yabancıların emirleri arasında, dolar fiyatı "1.50'yi bulursa sat" emirleri var. Yani, yükselse bile, dolar fiyatı "1.50" seviyesinde bir bekleme yapacak, denilebilir. Dolar/euro paritesinde de, euro lehine beklenen sınırlı iyileşme izleniyor. Avrupa Birliği'nin "limanların Güney Kıbrıs'ın kullanımına açılması" ısrarı da politik bir belirsizlik yaratıyor. Hafta başından beri döviz fiyatlarında bir yükselme var. Buna paralel olarak da borsa endeksi düşüyor. Ancak, artış ve düşüş yavaş ve dengeli sürüyor. Şimdilik, ani bir hareketlilik yok. Borsadan yabancı çıkışı var. Ama, bu çıkış genellikle "bıyıklı yabancı"lar tarafından gerçekleştiriliyor. Öte yandan, yıl sonu nedeniyle, yabancı fonlarda bir kâr realizasyonu eğilimi
Büyükşehir belediyeleri geçen yıllarda Hazine garantisiyle borç almışlar ve bunları "Nasıl olsa Hazine öder" mantığıyla bilerek ödememişlerdi. Gerçekten de, Türkiye "default" durumuna düşmesin diye, Hazine bu borçları yüklenmek zorunda kaldı. Doğal olarak, şimdi sütten ağzı yanan Hazine, yoğurdu üfleyerek yiyor ve belediyelere kefil olmuyor. Zaten, Hazine'nin belediyelere garantör olması, IMF anlaşmalarıyla da önlenmiş vaziyette. Öte yandan, büyükşehir belediyelerinin ve diğer belediyelerin birbirlerine ve çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına olan borçları var. Alacaklı kuruluşlar arasında, Hazine'den başka, Maliye (vergi daireleri), Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, BOTAŞ, TEDAŞ, İller Bankası, hastaneler ve diğer bakanlıklar gibi çok çeşitli kurumlar var. Ayrıca, belediyelerin birbirlerinden ve kamu kurum ve kuruluşlarından alacakları da mevcut. Hazine, büyük bir operasyona imza attı. Belediyelerin ve belediyelere ait şirketlerin kamu kurum ve kuruluşlarına olan borçları tahkime tabi tutuldu. Belediyelerin borç ve alacaklarının tahkimi, Hazine'nin en önemli sorunuydu. İşte bu sorunu çözmek amacıyla, Hazine, bu yıl haziran ayı sonunda, 2004 yılı sonu itibariyle
AKP'nin cumhurbaşkanını belirleyeceğini; dolayısıyla, cumhurbaşkanının AKP'li veya ona çok yakın bir isim olacağını,Bu sayede, AKP zihniyetinin sonraki 2 seçimi kaybetse bile, ülke siyasetinde 7 yıl boyunca söz sahibi olabileceğini,Erken seçim yapılmamasının asıl amacının, cumhurbaşkanının AKP tarafından seçilmesi olduğunu, Cumhurbaşkanı seçiminin, Tayyip Bey için AKP'nin oy kaybından daha mühim olduğunu; üstelik, cumhurbaşkanının AKP'li olmasının AKP'ye ilave oy kazandırabileceğinin de hesaplandığını,Böyle bir fırsatın Tayyip Bey'in ve AKP'nin eline bir kez geçeceğini ve cumhurbaşkanlığına aday olmazsa, Tayyip Bey'in liderliğinin sorgulanmaya başlanabileceğini,Her şey beklendiği ve planlandığı gibi giderse, Tayyip Bey'in rahatlıkla, cumhurbaşkanı olacağını, yazmıştım. Tayyip Bey'in cumhurbaşkanı olmasını engelleyebilmek, toplumun doğrudan tepkisi hariç, olanaksız görünüyor. Önceki yazımda: Ekonominin önümüzdeki 5 aylık süre içinde gittikçe bozulması ve ekonomik bir kriz çıkması olasılığı, neredeyse hiç yok. En büyük ekonomik risk unsuru, cari açık. Bu risk de, ekonomik kriz değil, en fazla kur artışı sonucunu getirebilir. Yüksek Merkez Bankası rezervleri, cari açık nedeniyle
Meclis çoğunluğu AKP'de olduğu sürece, AKP cumhurbaşkanını belirleyecek. Cumhurbaşkanı seçim tarihine kadar AKP bölünmediği veya bir başka siyasi gelişme olmadığı takdirde, cumhurbaşkanı AKP'li veya ona çok yakın bir isim olacak. Yani, yeni cumhurbaşkanının eşinin türbanlı olma olasılığı çok yüksek. Yeni cumhurbaşkanının eşi türbanlı olmasa bile, kafa yapısı "türbanlı" olacak. Bu durum, "eşi türbanlı Başbakan oluyor da, cumhurbaşkanı neden olmasın" denilerek savunuluyor. Bu sayede, AKP sonraki 2 seçimi kaybetse bile, ülke siyasetinde söz sahibi olacak. AKP, Hıristiyan âlemi olarak tanımladığı Avrupa Birliği'ni (AB) içine hiç sindiremedi. Ama, AB sayesinde, orduyu baskı altında tutabileceği düşüncesinde. Bu nedenle, AB ilişkileri sürdürülecek. Erken seçim yapılmamasının asıl amacının, cumhurbaşkanının AKP tarafından seçilmesi olduğu artık rahatça anlaşılıyor. Yani, cumhurbaşkanı seçimi, AKP'ye göre AKP'nin oy kaybından daha mühim. Üstelik, cumhurbaşkanının AKP'li olmasının AKP'ye ilave oy kazandırabileceği de hesaplanıyor. "Her şeye rağmen istikrar" peşinde olanların, AKP'ye oy verebilecekleri düşünülüyor. Diğer bir bakış açısı ile, AKP'nin adayının Cumhurbaşkanı seçilmesi
Türkiye'deki akaryakıt kaçakçılığının büyük boyutlara ulaştığı ve kaçak nedeniyle yıllık vergi kaybının 3 milyar doları aştığı hesaplanıyor. Bu vergi kaybına ek olarak kalitesiz akaryakıtın araçlara verdiği zarar var.Akaryakıt kaçakçılığının ve akaryakıta katılacak ucuz yabancı maddelerin önlenmesi, basit bir önlemle mümkün oluyor. Satılan akaryakıtın içine çok az oranda, örneğin elli binde bir oranında, katılan bir katkı maddesi (marker) bunu sağlıyor. Bir yakıtın içindeki "marker"in ölçülmesiyle, o yakıtın içine herhangi başka bir kaynaktan mal karışıp karıştırılmadığı ve eğer katılmışsa, hangi oranda katıldığı tespit edilebiliyor. Türkiye en büyük vergiyi akaryakıt satışından topluyor. Akaryakıttaki yüksek fiyatlar, akaryakıt kaçakçılığının artmasına ve akaryakıta yabancı madde karıştırılmasına yol açıyor. Komşu ülkelerden kaçak akaryakıt girişi var. Öte yandan, akaryakıta ucuz yabancı madde katılmasıyla da büyük kârlar elde ediliyor. 2003 yılında çıkarılan petrol yasasıyla, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na (EPDK), bir milli marker seçimi ve yurt çapında uygulanması görevi verildi. EPDK, o tarihten beri bu görevini yerine getirmedi; getiremedi. Daha doğrusu açtığı ihaleleri
Hidrojen enerjisi kullanılırken, havaya karbon dioksit vermiyor. Aynı miktar hidrojen, doğalgazdan 3 kat fazla enerji sağlıyor. Ancak, şu anda hidrojen enerjisinin konutlara nasıl ulaştırılabileceği sorunu tam olarak çözülebilmiş değil. Öte yandan, hidrojen enerjisi üretmek için halen en geniş biçimde doğalgazdan faydalanılması nedeniyle, üretim aşamasındaki karbondioksit problemi tam olarak çözülememiş vaziyette. Bu iki konuda yoğun araştırmalar var. Hidrojenin elektrikten elde edilmesi ve bu amaçla kullanılacak elektriğin de rüzgâr veya güneş enerjisinden sağlanması düşünülüyor. Nükleer enerji kullanılarak, atık bırakmadan sudan hidrojen enerjisi elde edilebilmesinin ise 2020 yılını bulabileceği anlaşılıyor. Küresel ısınmanın hidrojen enerjisi sayesinde önlenebileceği konuşuluyor. Gelecek yıllarda, konutların da hidrojen enerjisiyle ısıtılması çalışmaları var. Hidrojen enerjisiyle çalışan otomobiller piyasaya çıkmış durumda. Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) 2030 yılına kadar enerji kullanımının % 34'ünün hidrojenden sağlanması planlanıyor. Uzay mekiğinin enerjisi, likit hidrojen kullanılarak elde ediliyor. Ancak, hidrojenin muhafazası petrolün neredeyse 4 katı bir yer
Biz iktidara geldiğimizde, kişi başına düşen milli geliriniz neredeyse ikiye katlandı. Enflasyonu düşürdük. Büyümeyi hızlandırdık. İyi de, vatandaşa yansıyan bir şey yok. İşsizlik, çaresizlik, fakirlik kol geziyor. Hâlâ, köylere yol, su, elektrik götürülecek diye oy isteniyor. Bir yağmur yağıyor, selden en büyük yerleşim yerlerinde bile onlarca kişi hayatını kaybediyor. Trafik keşmekeşi için hiçbir şey yapılamadı. Yolsuzlukları engellemek için iktidar olundu; fikirlerinize yakın kişilerin üzerine hiç gidilmedi. Hükümet, kendi fikirlerinde olanların yolsuzluk delillerini gazetecilerden istiyor.Şimdi soralım: Milli sermaye fevkalade kâr ettiği bankacılık sektöründen niye çekiliyor? Bankalar, aynı zamanda kişi ve kuruluşlar hakkında birer istihbarat kaynağıdır. Yabancıların bu bilgiyi almak için de para verebileceklerini hiç düşünmüyor musunuz? IMF'nin işlevlerinden birinin de devlet hakkındaki bilgileri, o ülkenin yönetiminden daha iyi bilmek olduğunu biliyor musunuz? Hele, uygulamalar değiştirildikçe artık tecrübe geçmişimizin bile kalmadığının farkında mısınız? Başbakan ekonomik başarıyı şöyle özetliyor: Milli sermayenin yok edilmesi için her şey yapıldı. Milli sermayeyle bir