01.03.2021 - 06:02 | Son Güncellenme:
Şehir telaşında savrulduğum bir günün akşamında evime varıp, internette kiralık köy evi aramaya başladım ve karşıma çıkan ilk sayfadaki ilanlardan birini gözüme kestirip görmeden, yolunu, izini bilmeden telefonda tuttum evimi. Bana doğdum doğalı deli dediler, hatta manyak dedikleri de oldu. İşte o deliliğe borçluyum bu hayatı. İyi ki korkusuzca kararlar alabiliyor, adımlar atabiliyorum.
Evet, hayatım bir çok zorlukla geçti ve o zorluklardan kurtulabileceğim de yok gibi ama insanın kendini gerçekleştirme serüveni kolay bir yol değil. Mutluluk kesinlikle kendini gerçekleştirmek, amacını bulmak ve o amaç için korkusuzca ilerlemek benim için. Genel olarak ‘keşke’ yerine ‘iyi ki’ diyorum hayat yolumda. Mutluyum.
İlk 2 sene ailemden kimse benimle muhatap dahi olmadı! Kısa bir macera olması umudunu taşıdılar sürekli. 2. senenin sonunda bir sabah 8 gibi kapım çaldı ve babam geldi! Ertesi sabah 8’de ayrıldı ve birlikte geçirdiğimiz 24 saat boyunca beni geri dönmem için ikna etmeye çabaladı, ama olmadı!
3. sene köyde yaşadığım bir taciz olayını haber alan annem olayı babama duyurmadan yanına kardeşlerimi alıp köye çıkartma yaptı. Evimde sadece birkaç saat geçirdi. "Davul dengi dengine"den girdi, "bu eğitimle burada kendine yazık ediyorsun"a değindi, "hakkımı sana helal etmem" tehdidiyle konuşmayı noktalayıp oteline geçti.
Kapıdan çıkarken, "lütfen gelip otelde bizimle kal, bari 1 gece insan gibi bir yatakta uyu, sabah insan gibi bir kahvaltı et" dedi. Otelde kalmadım, kahvaltıya gitmedim zira evimdeki yatağım herhangi bir otelin yatağından daha konforlu ve hijyenik, kahvaltımda yediklerim ise çok daha lezzetli ve gerçeklerdi ki durum hala öyle. O gelişten sonra tercihimi biraz daha kabullendiler, eskiye nazaran daha fazla yanımda oldular ama hala her geldiklerinde otelde kalmayı tercih ediyorlar. Bir de geçen bu süre içinde ürettiklerimi eşe dosta gönderip alkış almaya başladım ve bunun ilişkimizi toparlanmasına bir hayli katkısı oldu. Gerçi annem senede birkaç sefer bu nedenden ötürü beni evlatlıktan reddediyor ama o da bizim ilişkimizin tadı tuzu.
Eğitim hayatımı İngiltere’de geçirmiş olmak gerçekten büyük bir avantaj benim için. Köy hayatımdan öncesinde de, sonrasında da hep faydasını gördüm. Üretime ilk başladığım dönemlerde hemen her aşamada hem İngiltere hem de Avrupa’daki birçok ilgili kurum ve üniversitelerle yazışıp aklıma takılan ya da bilmediğim her konuda bilgi alıyordum. Bu yazışmalar ve ürün numuneleri paslaşmaları sırasında ben üretimi öğrendim onlar da bu toprakların nasıl bir cevher olduğunu. Ülkemiz doğal zenginlikleri açısından gerçekten dünyanın en nadide noktalarından biri.
Mesela Avrupa’da oksijen kalitesinin en yüksek olduğu yer Alp dağları ve hemen ardından burası, Kazdağları geliyor. Alp dağlarında yetişen endemik bitki sayısı 1, burada ise bu rakam 77. Dünya üzerinde bulunan endemik bitkilerin 32 tanesi sadece Kazdağları’nda yetişiyor. Bitki florasının bu kadar zengin olduğu bir yerden alınan arı ürünlerinin kalitesi de haliyle çok yüksek oluyor.
Bu kadar zengin bir florada arılarınızı sadece kendi ballarıyla besler, kovandan balı, poleni, propolisi küçük oranlarda alır, ürünün çoğunu arılara bırakırsanız kovanlardan şifa akar.
Artık biliniyor ki, ham bal, arı sütü, arı ekmeği gibi ürünler kanser hücrelerini küçültüyor, birçok hastalığa deva oluyor. Propolis doğada bulunan en güçlü antibiyotik, radyoterapi, kemoterapi gibi ağır tedavilerin yan etkilerini yok ediyor. Hatta Çernobil sonrası Rusya halkları kendilerini radyoaktivite yan etkilerinden propolisle korudu ve radyasyon kökenli hastalıklarını propolisle tedavi ettiler. Polen yetişkinlerde alzheimer önlüyor, çocuklarda zeka gelişimine olumlu etki ediyor, alerji tedavisinde kullanılıyor, hatta artık Almanya’da ilaç statüsünde reçete ediliyor. Tüm arı ürünleri bağışıklık sistemimizi inanılmaz güçlendiriyor ve virütik dünyamızda bizleri sağlam bir zırh gibi koruyor.
Burada kısaca arı beslemesi konusunda bir konuya değinmek istiyorum. Ülkemizde maalesef arının en azından bahar döneminde muhakkak şekerle beslenmesi, aksi halde koloni kaybı (toplu arı ölümü) yaşanacağı iddiasıyla arıcılık yapılıyor.
Bu inancın nedeni arıcılık yapan arkadaşların kovanda arı için yeteri kadar bal bırakmamasından kaynaklanıyor. Şunu bilmekte fayda var, arılar hiçbir zaman ‘insanlara bal üretelim’ mottosuyla çalışmıyor ve yaşamıyorlar, böyle bir doğaları yok! Arılar ballarının ve kovan içindeki arı ürünlerinin tamamını kendileri için üretiyorlar. Çok çalışkan insanlara ‘arı gibi çalışkan’ deriz, hakikaten arılar inanılmaz çalışkan ve gerçekten mucizevi canlılar.
Bu çok çalışma halinden dolayı, tüketeceklerinden fazlasını üretiyorlar ve illa arı ürünü tüketeceksek, biz insanların hakkı sadece ve sadece bu ‘fazla’ olan kısım. Bunun ötesine el sürmek arı gibi çok önemli bir canlı türünü tehlikeye atmakla kalmaz aynı zamanda dünyanın sonunun gelmesine, insan ırkının yok olmasına neden olur. Arılar olmadan dünyanın 6 ay içinde bitip tükeneceği sadece bir mit değil, gerçektir! Ayrıca bu sene ülke genelinde hem arıcılıkta hem de tarımda çok ciddi bir kıtlık yaşıyoruz. Tüketici tarafında bunun anlaşılmıyor olduğunun farkındayım zira girdiğiniz her marketin rafında arı ürünleri bulabiliyorsunuz. Fakat o ürünlerin çoğunun gerçek arı ürünü olmadığını bilmiyor, üretim kısmında olmadığınız için kıtlık tehlikesini henüz sezmiyorsunuz.
Durum gerçekten çok ciddi ve bu durumun tek nedeni insanlığın kendisi. Acilen, hemen şimdi doğa için yapılması gerekenler konusunda tüm sorumluluğu tam anlamıyla üstlenmek zorundayız. Vaziyetten birey bazında hepimiz sorumluyuz ve her birimiz tek tek durumun nedeniyiz.
Enerji tüketimimizden, plastik çöplerimize, ayrıştırmaya üşendiğimiz çöplerimizden, geri dönüşümü mümkün olmayan ürünleri sorumsuzca kullanmamıza, su kullanımındaki sorumsuzluğumuzdan, elektrik fişi yerine kumandayla kapatmaya alıştığımız televizyonumuza kadar her küçük detay doğanın ve dolayısıyla bizlerin sonunu getiriyor.
Bal yerine yiyecek reçel bile bulamayacağımız günler sandığımızdan çok daha yakın ve durum inanılması zor olacak kadar gerçek!
Salçalarım için domatesler, biberler, pesto sosum için fesleğenler, reyhan şerbetim için reyhanlar, kuru fasulyeler, nohutlar, börülceler... Toprak inanılmaz cömert, her emeğin karşılığını fazlasıyla veriyor. Fakat gelin görün ki toprak bizlere çok küskün! Bunu bir süredir anlatmanın çabasında, sabırla hak ettiği saygıyı, sevgi ve şefkati bekledi bizlerden fakat biz tüketim bilincinden bir türlü sıyrılmadığımız için geçtiğimiz yıl ne bana ne de diğer üreticilere pek bir şey sunmadı!
Yukarıda da belirtmiştim, geçen sene ciddi ürün kıtlığı görür olduk. Arılar bal vermedi, toprak ne organik tarım yapanlara, ne de endüstriyel tarım yapanlara beklediklerini sunmadı. Tabiatın bize yüz vermemesi sadece olabilecekleri gösterme amaçlı küçük bir fragman gibi. Toprak bizlerle konuşuyor, arı, ağaç, su, hepsi bizim onları duymamızı bekliyor. Onlara kulak vermek, duymak tamamen kendi hayrımıza...
Bakkalıma şimdilik su@leylabakkal.com adresine mail atarak veya facebook Leyla Bakkal, Instsgram @bakkalleyla sayfalarından ulaşabilirler. Web sayfası uzun zamandır yapım aşamasında ve bir türlü açılamıyor ve bunun tek nedeni benim fotoğraf çekimleri, içerik yazıları için vakit bulamıyor olmam! Üretim ve kargo gönderileri o kadar çok mesai alıyor ki mail ve mesajlara bile ancak izin günümde ve küçük molalar sırasında dönüş yapabiliyorum.
Sayfamı ziyaret eden hemen herkes Leyla’nın ben olduğunu düşünüyor. Leyla benim en sevdiğim isimlerden biri ve ayrıca çok sevdiğim köpek kızımın ismi. Geçen yaz ürünlerimi anlattığına inandığım bir slogan buldum ‘yiyen Leyla, yemeyen Mecnun’ diye, gerçekten de öyle! Bugüne kadar ilk sipariş sonrası olumsuz tek bir yorum duyduğumu hatırlamıyorum ve neredeyse alışveriş yapanlar arasında müdavimler arasına girmeyen yok gibi. Bir kere memleketin en iyi şeflerinin ülkenin en lezzetli tahini diye bahsettiği, yerli susamdan üretilen, soğuk sıkımla hazırlanan tahinimi denemelerini çok tavsiye ederim.
Tahini üzümle buluşturup ilave şeker katmadan öyle bir helva hazırlıyoruz ki, onu da sağ olsun cenazesi için şimdiden sipariş etmeyen yok gibi! Tahinin yanına, şekersiz üzüm, incir pekmezlerimden ilave edebilirler. Binbir derde deva ham bal çeşitlerimi, polen, propolis, apiterapi iksiri gibi şifalı arı ürünlerimden tadabilir, hem kendi hem de çocuklarının sağlıklarını bu doğal zırhlarla güçlendirip, koruyabilirler. Hem çok lezzetli hem de hiçbir alerjik reaksiyona neden olmayan doğal süt ürünlerimi, tadı efsane ve aynı zamanda kan hücreleri üzerine muazzam olumlu etkileri olan, öksürüğü şıp diye kesen, ağız içi yaralarını iyileştiren şekersiz karadut özünü, Kazdağları’nın zirvelerinden toplanmış çeşitli şifalı bitkilerden hazırladığım şifalı yağları, cevizden, bademe, salçadan, kurufasulyeye, defne yaprağından, kekiğe, zeytine, zeytinyağına kadar buraya özgü dünya kadar onlarca ürünle sadece 1 mail atarak hemen tanışabilirler.
Şehirliyken hemen hepinizin toplumumuzla ilgili sorduğu klasik sorularım, memleket profiliyle ilgili dertlerim vardı. Köye yerleşmemle birlikte bu tür soruların nedenleriyle birlikte yaşar oldum ve eğitimin önemini bir kez daha anladım. Örneğin bahar aylarında, toprak yumuşacık bir hamur gibiyken çıkan yabani otları temizlemek çok kolayken adına ot ilacı dedikleri bir zehri kullanarak toprağı delicesine zehirlemeyen köy memleketimizde neredeyse yok gibi!
İnsan kendi gıdasını ektiği toprağı zehirler mi düşüncesini maalesef eğitimsiz insanlara anlatmak mümkün değil! Doğanın hatırına, çocuklarını olabildiğince iyi yetiştirenlerin ve o çocukların gelecekleri hatırına köyde yaşadığımdan beri eğitim konusuna çok önem verir oldum. Evimde, bahçemde çocuklarla dersler yaptım, eğitim hayatlarına katkı sağlamaya zaman ve emek harcadım.
Emeklerimin karşılığını gördüm, hatta bu sene Behram köyündeki okulda bir de sınıf sahibi oldum. Hem çocuklarla hem de büyüklerle türlü dersleri işleyeceğimiz bir sınıfımız var artık. Fakat pandemi nedeniyle henüz kullanma şansımız olmadı maalesef!
Bu ülkenin insanları olarak gerçek bir yeryüzü cennetinde yaşıyoruz ve bilinçli bir toplum içinde huzurla yaşamayı her birimiz fazlasıyla hak ediyoruz. Bundan dolayı eğitim konusunu hiç yabana atılacak mevzu değil. Bu konuda hepimiz sorumluluk almalı ve elimizden gelen desteği vermeliyiz.