Dünyada sosyal yardımlarda en büyük payı, dini gurupların aldığını biliyor muydunuz?
İnsanlar, bugünden çok yarını, yani bu dünyadan çok öbür dünyayı düşündükleri için mi bağışta bulunuyorlar, yoksa dini kesimlerin bu konuda çok daha profesyonel olmasından mı, eller cebe, en çok onlar için gidiyor?
Enine boyuna araştırılması gereken çok iyi bir doktora konusu olabilir. Akademisyenlere duyurulur.
"Dinin toplumsal yaşamda etkili olduğu ülkelerde, din duygularının sömürülmesi kolaydır. Bu yüzden paralar oraya akıyor" diyenleriniz çıkabilir. Ama durum öyle değil. ABD gibi dinin birinci planda olmadığı ülkelerde bile, eğer sosyal amaçlı bağışların yüzde 50'den fazlası bu kesime gidiyorsa, yeni kaynak arayışındaki gurupların bu oluşumdan alacakları çok ders var.
Türkiye'de 75 bine yakın okul var. Tamamına yakını devlet tarafından yaptırıldı. Bir o kadar da cami bulunuyor. Onların da tamamına yakını halk tarafından yaptırıldı.
Camiler, cuma ve ramazan ayları dışında ortalama yüzde 30 dolulukla hizmet verirken, okullarda öğrenciler 100 kişilik sınıflarda üst üste ders yapıyor.
Ahireti düşünerek camilere yardım yapan halkımız, sanıyormusunuz ki, çocuklarının geleceğini düşünmüyor!
YÜZ binlerce evde Anadolu liseleri telaşı yaşanıyor. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da yine velilerin yanıbaşında olacağız. Milliyet okuyup da yanlış tercih yapmak ya da kazanamamak olmaz. Şimdiden uyarıyoruz. Kazanacaksınız, kazanacaksınız, kazanacaksınız. Başka yolu yok.
Başarılı olmak için ne gerekiyorsa, hep birlikte gerçekleştireceğiz. Öğrenci olarak sizlere, veli olarak anne - babalarınıza, bilgilendirici olarak öğretmenlerinize, gazeteniz olarak da bizlere ne görev düşüyorsa, hiç eksiksiz harfiyen yerine getirmemiz gerekiyor. Çarklardan birinin dönmemesi ya da yavaş dönmesi, sistemin bütününü etkileyeceğinden, herkesin üzerine düşen sorumluluğu en iyi şekilde yerine getireceğinden hiç kuşkumuz yok.
Sizin başarınız, aynı zamanda, öğretmenlerinizin de başarısı olacağı için, hem okuldaki, hem de dershanedeki öğretmenlerinizin, bilgi açısından size olabildiğince yardımcı olduklarını biliyoruz. Ama, sevgili öğrenciler, siz yine de onları zorlayın. Biliyorsunuz, öğretmenler, daha fazlasını öğrenmek isteyen öğrencilere her zaman sempatiyle bakarlar. Bilmediğiniz, anlamadığınız, içinden çıkamadığınız tüm konuları hiç çekinmeden öğretmenlerinize sormaktan çekinmeyin.
Unutmayın sınavda
REFAHYOL hükümeti kurulduğundan bu yana, daha önce ne söylediyse hep tersini yaptı. Şimdi de, YÖK Kanunu'nu değiştirelim derken, ahı gitmiş vahı kalmış YÖK'ü kahraman yapacak.
Bugüne kadar YÖK'ü zehir zemberek eleştirenler bile yeni yasa taslağını görünce, YÖK'ü savunma durumunda kalacak. Koskoca RP ve DYP'de hiç mi siyasi strateji uzmanı yok? Hiçbiri üç adım sonrasını göremiyor mu? Anlı şanlı hukukçuları, anayasacıları nerede? Böyle bir yasanın çıkma olasılığı ne? Hiç araştırmadan yasa taslağı hazırlamanın amacı nedir? Üzüm yemek mi, yoksa bağcıyı dövmek mi?
Olayların iç yüzünü bilen, bilmeyen herkes ahkam kesiyor. Neymiş efendim: YÖK Başkanı Kemal Gürüz, hükümete karşı "laiklik bildirisi" hazırladığı için kara listeye alınmış. Buna kargalar bile güler.
RP ile YÖK'ün hesaplaşması, türban nedeniyle çok eskilere dayanıyor. 24 Aralık seçimlerinden önce de, Erbakan, seçim meydanlarında belki de 50 defa söyledi:
"İktidara geldiğimizde YÖK'teki bu profesörler, rektörler, önümüzde selam duracaklar..."Çiller ise, YÖK'e oldum olası sıcak bakmıyor. Başbakanlığı döneminde, bir defa bile olsun YÖK'le aynı masaya oturmadı.
Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın, Kemal Gürüz'ü zerre kadar sevmediği
ÜNİVERSİTE öğrencileri sonunda Fak - Fuk - Fon'luk oldu. 200 bin öğrenciye, her ay fakir, fukara fonundan 3 milyon lira dağıtılacak. Yakında, fitre ve zekatların da, öğrencilere verilmesi için kampanya başlatılırsa hiç şaşırmayın.
Türkiye bir gariplikler ülkesi. Devlet, bir yandan üniversite öğrencilerine burs versin diye Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu YURTKUR'u kurmuş. İyi ya da kötü çalışıyor. Öte yandan da fakir, fukara için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu oluşturmuş.
Son birkaç yıldır, devlet, YURTKURU'un verdiği krediyi artıracağına, FAK- FUK - FON'dan öğrencilere kredi veriyor. Başbakan Erbakan, bu fondan verilen krediyi ve öğrenci sayısını az bulmuş ki, bursu 3 milyona, yararlanan öğrenci sayısını da 100 binden 200 bine yükseltmiş. Ama bir de şart koşmuş. "Benden kredi alan, başkasından alamaz."Bu kararı alan yetkililer, ki bunların başında Erbakan geliyor, acaba uzayda mı yaşıyorlar. Ayda 3 milyon lira ile İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, Adana'da ve diğer üniversite kentlerinde yaşamak mümkün mü ki, böyle bir şart koşuyorlar.
Zaten, devletin bu konudaki tutarsızlığı yüzünden, öğrenciler ya tarikatların ve terör örgütlerinin eline ya da fuhuş ve kara
BU sorunun cevabı sanıyorum, herkese göre farklı olacaktır. Normali de bu. Kimin ne çektiğini ancak kendisi bilir. Yerin yüzlerce metre altında çalışan maden işçileri, "Benden daha ağır işte çalışanı yoktur" derken, günde binlerce aboneye hizmet veren santral memureleri de, kendilerini, rahatlıkla aynı katogoride hissedebilirler.
Sadece onlar mı? Bankacılar, öğretmenler, temizlik ve inşaat işçileri, polisler, milletvekilleri, gazeteciler, şoförler ve daha pek çok meslek erbabı, en ağır işin kendi işleri olduğunu, rededemeyeceğiniz gerekçelerle ortaya koyar ve kabul de ettirirler.
Aslında işini ciddiye alanlar için her iş yoğundur. Almayanlar için ise en ağır iş bile, en sıradan işten daha kolaydır.
Cumartesi günü yayınlanan özel ders furyasıyla ilgili yazıma, öğretmen ve velilerden, hem eleşitiren, hem de destekleyen çok sayıda telefon geldi. Meğerse arı kovanına çomak sokmuşuz. Öğretmenliği bir ticari kazanç kapısı haline getiren "tüccar öğretmenler", belli ki çok hahatsız olmuşlar.
Nasıl olmasınlar ki, yarın bir vergi memuru ya da müfettiş karşısına çıkıp, "gel hesap ver" derse ne olacak?
Aylık geliri bir milyar liranın üzerinde binlerce, 500 milyon liranın üzerinde on binlerce, yüz
GAZETEDEKİ bir arkadaşımızla, çocuğunun öğretmeni arasında geçen aşağıdaki diyalog, sanıyorum pek çok okulda yaşanıyor:
- Oğlunuz, başta Matematik olmak üzere, bütün derslerde çok çok zayıf.- Ama, nasıl olur hocam, verdiğiniz bütün ödevleri yapıyor.
- Olsun yine de çok zayıf.- Peki dört yıldır neden bunu farketmediniz, niye bizi uyarmadınız?
- Yeni farkına vardım.- Peki o halde ne yapmamız gerekir?
- Özel ders alması gerekiyor.- Siz verir misiniz?
- Ben çok doluyum. Evi uzak olan bir - iki kişi var onlar vazgeçerlerse, alırım. Ama size önereceğim başka öğretmenler var. Ne kadar para ayırabilirsiniz?İki gün sonra, veli ve öğretmen tekrar bir araya gelir:
- Hocam, eşimle konuştum. Özel ders için, ayda 10 milyon lira ayırabileceğiz.
SON yıllarda, eğitim alanında kitap yazanların sayısı giderek artıyor. Bu çok sevindirici bir gelişme. Ah bir de satabilseler!
Türkiye'de 3 - 5 bin satan kitaba "iyi satıyor" gözüyle bakılır. Yıllık tirajları da 3 milyon civarında. Oysa en az 15 - 20 milyon kitap satmak işten bile değil. Ama, bu yönde kafa yoracak, ne politikacı var, ne de yayıncı.
Olay çok basit. Her öğrenci bir kitap alacak dense 15 milyon kitap eder. Hele bir de, her ders kitabına karşılık, promosyon olarak bir de kültürel kitap verilecek olsa, bu sayı rahatlıkla 50 milyona çıkar. Ama olmuyor, olmuyor...
Ders kitapları ve ünite dergisi basan yayınevleri, kitap ücretinin yarısına yakınını ya rüşvet olarak dağıtıyorlar ya da bağış. Yani kitaptan kazanılan paranın yarısı kara para olarak birilerinin cebine gidiyor. Halbuki böyle yapılacağına, kültürel kitap promosyonu öne çıkartılsa ve devlet tarafından da desteklense fena mı olur?
REFAHYOL'lu fanatikler "promosyon yapıyorlar" diye, ellerinden gelse, gazeteleri bir kaşık suda boğacaklar. Ama çıkıp Türkiye'yi dolaşsalar, milyonlarca evde "Milliyet Kütüphanesi" olduğunu görecekler...
Ders kitabı yayıncılarına duyurulur: Gelecek yıl, ders kitaplarıyla birlikte, promosyon
MİLLİ Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ü zehir zemberek eleştiriyor. "Yurtdışına giden öğrencileri küstürdü, kontenjanlar boş kaldı. Bu ne biçim YÖK" diyor. Hızını alamayıp, eleştirisini şöyle sürdürüyor: "Her yıl 8 - 10 binden aşağı başvuru olmazdı, bu yıl 1700 civarında başvuru olmuş. YÖK aylardır bu çocukları aşağıladı. Atatürkçü değiller gibi mesnedi olmayan birtakım suçlamalarla, dışardaki çocukların bir kısmı geri çağrıldı..."YÖK'ün halefiyle, selefi arasındaki bu gerginlik çok öncelere dayanıyor. Her ikisi de Doğramacı'nın prensi olmasına karşın, yolları daha sonra ayrıldı. Doğramacı tarafından aynı dönemde profesör yapıldılar. Aynı dönemde rektörlüğe atandılar, aynı dönemde YÖK üyeliğine ve ardından da peş peşe YÖK başkanlığına getirildiler.
Sağlam, kendinden sonra Gürüz'ün YÖK başkanı olmaması için elinden geleni yaptı ama, gücü yetmedi.
Eğitimin en tepesindeki bu iki profesör arasındaki husumet bakalım daha ne kadar devam edecek? Ama bu arada, Sağlam'ın YÖK'ün yurtiçi ve yurtdışı lisansüstü eğitimde kalite arayıcı çalışmalarına neden karşı çıktığını da iyi sorgulamak gerekir.
Milli Eğitim Bakanı'nı, böylesine çileden çıkartan, YÖK başkanlığı döneminde,