Silivri, İstanbul’un en uzak ilçelerinden biri. Biraz daha gitseniz, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ’a varırsınız.
Her yönüyle farklı bir kentimiz. Geleneklerini kaybetmeyen tipik bir sahil kasabası. Osmanlı’nın gözde arka bahçelerinden biri. Biraz daha öncelere gittiğinizde, onlarca medeniyete güzergâh olmuş...
Günümüzde herkes kentliliğe özenip köyünden, toprağından, tarımdan, çiftçilikten koparken, köylülüğü aşağılarken, onlar bu özelliklerin kaybetmemek için adeta ant içmişler. Her ne kadar bazı eksikleri olsa da büyük bir çaba içerisindeler. Doğayı ve tarımı koruma konusunda en başta devlet olmak üzere, bu konudaki duyarlılığını yitiren herkese karşı mücadele veriyorlar...
Güya İstanbulluyuz. Yanı başımızdaki ilçelerimizi bile tanımıyoruz. Bir vesile olup da yolumuz düşmese, gitmek aklımızın ucundan bile geçmez...
Peki, ben niye gittim? Hangi duygularla yola çıktım, neler yaptım ve hangi duygularla geri döndüm?..
O kadar da uzak değilmiş!
Yüksek lisans ve doktoraya müthiş ilgi var. Sayılar, hızla artıyor.
Dışarıdan bakıldığında Türkiye’deki araştırmacı sayısında patlama gerçekleşti yorumları yapılıyor.
Peki bu ne kadar doğru?
Madalyonun bir yüzünde gerçekten de pembe bir tablo var. Sayısal olarak, akademik kariyere yönelen yani mastır ve doktora yapan öğrenci sayımız, önceki yıllara göre üç, beş kat hatta daha fazla arttı.
Aynı şekilde tez, makale ve patent sayılarında da önemli artışlar var.
Ama madalyonun öteki yüzündeki ayrıntılar hiç de umut verici değil.
Mezun bile vermeyen üniversiteler doktora programları açtı.
Özel okullar için teşvik getirildi. 250 bin öğrenciye maddi destek sağlanacak. Az da olsa, düşünülmesi bile güzel. Ama hâlâ cevabı bulunamayan pek çok soru var.
Örneğin, eski öğrencilere mi verilecek yoksa yenilerine mi? Puanı yüksek olanı mı, fakir olana mı? Okullara ve kentlere göre bir dağılım mı gerçekleşecek yoksa yoğunluğa göre mi?..
Kafaları kurcalayan daha pek çok soru var ve umarız bütün bunlara bir an önce açıklık getirilir.
İsterseniz gelin can alıcı sorulara geçmeden önce, yeni düzenleme neler getiriyor ona bir göz atalım...
Kaç öğrenciye verilecek?
- 2014-2015 eğitim öğretim yılında okul öncesi eğitim, ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim okullarına devam eden 250 bin öğrenciye eğitim ve öğretim desteği verilecek. Okul öncesi ve ilkokullarda 50 bin, ortaokullarda 75 bin, temel liselerde de dahil olmak üzere liselerde ise 75 bin öğrenci destekten yararlanacak.
Milyonlarca öğrenci ve veli ayakta. Kimi yeni bir okul arayışında, kimi de burs ve yurt peşinde. Öğretmenler için de durum farklı değil. Yüz binlerce öğretmen atama bekliyor. On binlerce okul müdürünün yeri değişecek...
Binlerce okul tabela değiştirdi. Klasik liseler tarihe karıştı. 4+4+4 sistemi hâlâ oturmadı. En önemlisi de yakın çevresinde çocuğunu gönderecek okul bulamayan veli sayısı hızla artıyor!..
Öğrenci, veli ve öğretmenlerin bu sıkıntılarını gören, duyan, çözüm arayan ise yok gibi. Sancı ve gerginlik de zaten bu yüzden!
Okul sorunu olacak mı?
MEB, okul ihtiyacını karşılamak için elinden geleni yapıyor. Aynı şekilde YURTKUR da dur durak bilmeden yeni yurtlar açıyor. Ama dünden bugüne, sayısal olarak, hemen her konuda çok mesafeler kaydedilse de uygulamada hâlâ ciddi sıkıntılar var.
İyi okul bulmak zaten çok zor. Neredeyse tüm liseler, anadolu lisesi oldu ama yabancı dille eğitim yapanı yok gibi. İkili eğitim, aldı başını gidiyor. Özellikle büyük kentlerde, tam gün eğitim tarihe karıştı. Çünkü okul ve derslik ihtiyacı, sürekli artan nüfusun çok gerisinde kalıyor.
Başlığı görüp de paranın gücü nerede yok ki eğitimde de olmasın diyenleriniz çıkabilir. Çok haklılar. Olmasına da karşı değiliz. Ama eğitim, yargı, hekimlik gibi bazı alanlar var ki öncelik parada olmamalı. Fırsat eşitliği ayaklar altına alınmamalı. Ama bu, kesinlikle paralı eğitime karşıyız anlamına da gelmemeli. Tam aksine, özel öğretim kurumlarının sayısı çok daha fazla artırılmalı ki devletin sırtındaki yük azalsın. Ayrıca, paralı eğitim kurumlarına da, her ne kadar içlerinde öyle olanlar bulunsa da, denize nazır, diploma hazır mantığıyla bakılmamalıdır. Çok iyi biliyoruz ki hem ülkemizin hem de dünyanın en iyi öğretim kurumlarından pek çoğu paralı olanlardır.
İşte bu noktada asıl irdelenmesi gereken konu, paralı eğitim ya da paranın eğitimdeki gücü değil, elde edilen sonuçtur. Eğer paranın gücü, daha fazla öğrenciye öğrenim olanağı sağlıyorsa bunu alkışlamak gerekir. Ama eğer, kalite erozyonu yaratıyorsa bunu sorgulamak da hepimizin görevi olmalıdır...
Avantaj mı, yoksa?..
Vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasındaki puan farklılıkları milyonlarca genci isyan ettiriyor.
Örneğin birkaç puan daha alsa İstanbul’daki parasız devlet tıp fakültelerinden
Hakkın, hukukun, adaletin en fazla olması gereken yerlerden biri de, hiç kuşkusuz, liselere ve üniversiteye giriş sınavları. Ama sanki en büyük çelişkiler burada yaşanıyor. Şişirilmiş puanlar ve ekonomik üstünlük, fırsat eşitliğine adeta darbe vuruyor.
Örneğin vakıf üniversitelerinde okuyacak paranız varsa, yüz binlerce adayın önüne geçebilir, tıptan mühendisliğe, eczacılıktan hukuka hemen her fakülteye çok rahat girebilirsiniz...
Yaşanan adaletsizliği tüm çıplaklığıyla görmek için üniversitelerin taban puanlarına bakmak yeter de artar. Örneğin tıp fakültelerini ele alalım. Bu yıl Ankara Tıp’a 496, Hacettepe’ye 517, Antalya’ya 476, Kocaeli’ne 474, Manisa’ya 466, Yozgat’a 467, Erzurum’a 456, Sivas’a 454 puanla öğrenci alınırken, vakıf üniversitelerinin paralı bölümlerinde, tıp puanları 300’lere kadar indi. Çok daha çarpıcı olan ise vakıf üniversitelerinin tam burslu öğrencileri ile paralı öğrencileri arasındaki puan uçurumu. Puan makası tıplarda 150, mühendislik ve diğer alanlarda ise 200 puana kadar çıktı.
Bir puanda on binlerce kişinin yer değiştirdiği dikkate alındığında, aynı üniversitenin, aynı fakültesinin, aynı sıralarında öğrenim gören öğrenciler arasındaki seviye
Milyonlarca öğrenci ve milyonlarca veli kayıt peşinde.
Ana sınıfına ve ilkokula başlayacak öğrenci sayısı 2 milyondan fazla.
Bir milyondan fazla öğrenci okulundan öğretmeninden koparılıp, 4+4+4’ün ikincisi için, hiç de içlerine sinmeyen okullara yönlendirildi.
1.5 milyona yakın öğrenci ise TEOG muammasını çözüp, iyi bir liseye girmenin arayışı içinde. Üniversitelere kayıt için koşuşturan aday sayısı da bir milyonun üzerinde.
Yani, diğer öğrencileri bırakın, 5 milyonun üzerinde öğrenci, yeni bir başlangıç yapacak.
Bu sayının iki, üç katı veli ve diğer yakınlarını da hesaba kattığınızda, kayıt telaşının boyutlarını çok daha iyi anlayabiliriz.
Peki, bu konuda, öğrenci ve yakınları yeterince bilgilendiriliyor mu? Hadi onları bırakın, okul yöneticileri ve öğretmenler, eğitimdeki bu hızlı değişim süreci yani reformlar hakkında gerekli donanıma sahipler mi? Gidişattan memnunlar mı?
Üniversitelerde olduğu gibi liselerde de kontenjanlar şişirildikçe şişiriliyor.
Bu yıl, ilk kez, liselerdeki kontenjan sayısı, TEOG’a giren aday sayısını geçmiş. Yani herkese yetecek kadar yer var mesajı verilmek isteniyor. Peki, gerçekten de öyle mi?..
Gelin isterseniz önce rakamlara bir göz atalım? İlki 1 milyon 244 bin 733, ikincisi, 1 milyon 271 bin 273 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen ortak sınavlar sonrası liselere yerleştirilme yapılacak öğrenci sayısı 1 milyon 273 bin 699 olarak belirlendi.
Bakanlık, bu doğrultuda liselere yerleştirme yapmak için Anadolu imam hatip liselerine 215 bin 136, Anadolu liselerine 451 bin 926, Anadolu meslek liseleri programlarına 630 bin 815, fen liselerine 25 bin 320, sosyal bilimler liselerine ise 9 bin 240 olmak üzere 1 milyon 332 bin 437 kontenjan ayırdı.
Yani bir milyon 273 bin adaya karşılık, bir milyon 332 bin kontenjan söz konusu... Şimdi gelin bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım:
- Bu kontenjanın ne kadarı gerçek ne kadarı şişirilmiş belli değil. Sınıf mevcutları kaç olarak ele alındı, koridorlar da sınıf olarak mı hesaplandı?
- Küçük kentler ve kırsalda, dünden bugüne kontenjan sorunu yoktu, yine olmayacak.