Basın tarihimiz zikzaklarla dolu. Komşularımızın önemli bir bölümüne baktığımızda, halimize şükrediyoruz. Ama Batı’ya doğru uzandıkça da, kıvranıp duruyoruz.
Fazla uzağa gitmeden isterseniz gelin günümüze bir göz atalım.
Basın özgürlüğü var mı, yok mu?
Kimilerine göre fazlasıyla var. Özellikle iktidara göre.
Ama onların dışındakilere ve uluslararası değerlendirme kuruluşlarına göre basın özgürlüğünden söz etmek abesle iştigal olur...
Ve bugünü, doğru olarak anlamak, zaten bugün için mümkün değil.
Tarih kimin haklı, kimin haksız olduğunu çok net ortaya koyacak...
İnterneti, twitter’ı, facebook’u, sosyal medyası, tableti ve akıllı telefonları ile Dijital Çağı, bir devrim gibi sunanlar, genelde hep mühendisler ve politikacılar.
Onlara göre, tüm bunlar, çocuğu ve genci, fazlasıyla geliştiriyor. Eğitime çağ atlatıyor.
FATİH Projesi’ni hatırlayın, herkese bir tablet verilecek ve Cumhuriyet tarihinin en büyük reformu gerçekleşecekti.
Ne oldu?
Verilen tabletler demode olmak üzere ama yazılım ihaleleri daha yeni yapılıyor. Ama politikacılara ve mühendislere kalırsa bu ihaleler bir gerçekleşse, her öğrencinin eline bir tablet verilse, Türk eğitim sisteminin bütün sorunları çözülecek...
Ama her iki kesimin de yani politikacılarla, mühendislerin eğitimle uzaktan yakından ilgileri yok.
Onlar eğitimle, öğretimi hep karıştırıyor. Evet dijital teknolojinin, öğrenmeye önemli ölçüde katkısı var. Ama eğitimde, bırakın artılarını, eksileri kesinlikle çok daha fazla. Çünkü iletişim, sosyalleşme, öğrenme, tartışma, arkadaşlık, ekip ruhu, mücadele yani eğitimin kazanımları ekran başında o kadar kolay olmaz.
Kültür Eğitim Kurumları’nın kurucusu ve kendi deyimiyle “emekli” Patronu Fahamettin Akıngüç, ilginç bir tartışma başlattı. Ona göre eğitim kurumları reklam yapmamalı, kâr amacı gütmemeli, yabancı sermayeden uzak durmalı, devlet özel okullara fon ve kaynak ayırmalıymış...
Bu görüşleri çok demode bulanlar da var, kısmen destekleyenler de. Ama görünen o ki, bu söyledikleri, kurucusu olduğu eğitim kurumları da dahil eğitim sektöründe uzun süre tartışılacaktır.
Çünkü o eğitimin duayenlerinden birisi ve 50 yıldır eğitimin, özellikle de özel öğretim kurumlarının tam göbeğinde. Yani bir şeyler söylüyorsa dinlemek gerekir. İnanırsınız, inanmazsınız o ayrı bir konu.
Zaten, diğer eğitim kurumlarının sahipleri ve yöneticilerinin söylemleri de çok farklı.
Bu konuda, en iyisi, herkesin söylediklerini tek tek okuyup, son kararı siz verin. Çünkü hepsinin de çok haklı oldukları noktalar var.
Peki bizim görüşümüz ne?
Fahamettin Bey abartmış! Hem de çok abartmış.
Sınıfta kalmanın geri geldiğine ilişkin haberler, günlerdir konuşuluyordu. MEB açıklama yapmak zorunda kaldı. Muhtemeldir ki, şu anda, pek çoğunuz, ne yani, sınıfta kalma yok mu diye şaşkınlığınızı dile getiriyorsunuzdur.
Haksız da sayılmazsınız!
Sınıfta kalma yoksa, onca sınav niye yapılıyor, onca not ve karne niye veriliyor?
Hepsi bir kandırmaca desek yalan olmaz! Niye mi?
Gelin önce, sınıfta kalma niye tarihe karıştı, sınıfta kalma yeniden geldi tartışmaları niye başladı ona bakalım, sonra da MEB’in bu konudaki açıklamasına bir göz atalım...
Sınıfta kalan yer yok
Bizim öğrenciliğimizde, devlet yurtları lime lime dökülüyordu. Onlarca öğrenci, balık istifi, aynı odada kalıyordu. Sıcak su bazen vardı, çoğu zaman yoktu. Sonra birdenbire çok şeyler değişmeye başladı. Çekirdekten yetişme YURTKUR’lu Hasan Albayrak, memur olarak girdiği YURTKUR’da tüm kademelerden geçerek genel müdürlüğe kadar yükseldi. Ak Parti iktidarı döneminde de özellikle Başbakan Erdoğan’ın yakın desteğini gördü ve yurtlarda büyük değişim başladı.
Neler mi yapıldı?
İsterseniz gelin önce onlara bir göz atalım:
Büyük değişim
- 2002’de 45 lira olan öğrenim kredisi, 2013’te yüzde 522 oranında arttırılarak 280 liraya yükseldi.
- Yüksek lisans öğrencilerinin öğrenim kredisi miktarı, 2 katına (280x2=560 TL), doktora öğrencilerine ise 3 katına (280x3=840 TL) yükseltildi.
Prof. Dr. Emre Kongar, önceki gece Genç Bakış’ta konuğumuzdu. Türkiye’de ve dünyada giderek artan şiddet olaylarının sosyolojik değerlendirmesini yaptı. Çarpıcı analizler getirdi. İşte Kocaeli Üniversitesi’nde gerçekleşen programdan satır başları:
Futboldaki şiddet!
- Şiddete bakmak için Türkiye’nin yapısındaki çok önemli bir çelişkiye bakmak lazım. Türkiye şu anda insanlık tarihinin üç halini birlikte yaşıyor. Tarım devrimi dönemi, endüstri devrimi dönemi ve bilişim dönemi. Bir insanı hem çocuk hem genç hem yaşlı yaptığınız zaman, o insan nasıl fıttırırsa, Türkiye de o şekilde bir fıttırma durumunda.
- Türkiye’de her konu kuralla, barışla, uygarlıkla tartışarak değil, itiş kakışla, kaba kuvvetle, susturarak, döverek halledilmeye çalışılıyor. Türkiye’deki ailelerin 3’te 2’sinde çocuklar, yarısında da kadın olan eşler şiddet görüyor. Dayakla büyüyen, büyüdüğünde, dayak yemeden laf anlamıyor veya birine bir şey anlatmak istediği zaman adam gibi anlatmıyor, döverek veya zor kullanarak anlatıyor. Aileden böyle görmüş. Korkunç bir şey.
- Futbol şiddetinde maalesef kulüplerin de parmağının olduğu bir taraftar şiddeti, bir maganda şiddeti söz konusu. Bütün kulüpler,
Okullar kapanmadan kayıtlar başladı.
Gelecek yıl için anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite arayışlarının yanı sıra yaz okulu ve dil okulu arayışları da iyice hız kazandı.
Günümüzün yarısını, sizlerden bu yönde gelen sorulara ayırıyoruz.
Zamanımız olduğu sürece de bunu keyifle yapıyoruz...
Çünkü, eğer doğru okul seçilmezse, ne çocuğunuz mutlu olur ne de siz.
İşte bu yüzden, mümkün olduğunca sağlıklı karar verebilmeniz için bazen görüşlerimizi paylaşıyor, bazen kıyaslama yapıyor bazen de bugünden çok geleceğe yönelik değerlendirmelerde bulunuyoruz.
Evet çok zaman alıyor, bazen içinden çıkılmaz noktalara geliniyor ama söz konusu olan çocuğunuzun geleceği ise buna sizler de bizler de fazlasıyla zaman ayırmak zorundayız...
Türkiye akıllıca bir iş yaptı. Yabancı gençlere burs vermeye başladı. Başta ABD olmak üzere dünya devi ülkeler bunu çok uzun zamandır yapıyordu. Biz ise bu durumu hep ihmal ettik. Şimdi ciddi fonlar ayrılmış. Çok da iyi olmuş.
Zaten YÖK’ün de bu yönde ciddi bir devlet politikası var. Yabancı öğrenci sayısının artırılması için üniversitelere her türlü desteği sağlıyor.
Kayseri ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Gül de, bu projeyi destekleyici yönde açıklamalar yaptı. “Yoksa biz bize, aile içi evlilik noktasında kalırız. Üniversitelerimizi artan bir şekilde dışa açmalıyız” dedi.
Keşke dememek için!
Başta da dediğimiz gibi, bu konuda geç bile kaldık. Keşke daha erken gözümüz açılsaydı, keşke daha fazla kaynak ayrılabilse ve dünyanın en parlak gençleri ABD’ye gittiği gibi ülkemize de gelse! Bundan daha büyük bir yatırım olabilir mi!..
Ama bu arada kendi gençlerimizi de unutmamalıyız. Pek çok ülke sadece yabancı öğrencilere burs vermiyor, yurtdışındaki çok iyi öğrenim kurumlarından kabul alan kendi gençlerine de burs veriyor.
İşte bu noktada kat etmemiz gereken daha çok yol var.