Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamaları ve bu açıklamalar üzerine yapılan yorumlar, hayal kırıklığı yaratmadı desek yalan olur.
Sanki Türkiye’de yaşamıyorlar.
Bakan Şimşek, özel okullarda 400 bin kontenjanın boş kaldığını söylüyor. Doğru. Ama niye? Bir de onun sorgulanması gerekir!
Şimşek, ayrıca, özel okulların eğitim sistemindeki payının yüzde 2 olduğunu ve bunun yüzde 20’ye çıkartılması gerektiğini de sözlerine ekliyor.
Bu doğru. Peki, 10 yıldır bu yönde bir çaba ortaya koydular da engelleyen mi oldu?
Sayın Bakan’a şunu sormak gerekir: Pırlantada KDV oranı 0 (sıfır), eğitimde yüzde 8, kantinde ise yüzde 18’ken, eğitim ve öğrenci mi önemli yoksa mücevherat mı? Eğer eğitim önemli ise neden KDV oranları sıfırlanmıyor?
Her okula destek doğru mu?
İş arayanların en büyük handikabı, hele yeni mezunlarsa, tecrübe şartının koşulması. İşverenlerin ilk sordukları soru, daha önce nerede çalıştınız?
Hiç bir yerde denildiğinde, işe alınmaları neredeyse imkânsız hale geliyor.
İşte bu yüzden, stajyerlik her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Yasalarla her ne kadar koruma altına alındı gibi görünse de, stajyer çalıştırma zorunluluğunu ciddi anlamda yerine getiren yok gibi. Hele hele bazı kurumlar, ‘Getir staj formunu imzalayalım, gelmene gerek yok’ gibi bir tutum içerisindeler ki, onları da, ona evet diyen öğrencileri de anlamak mümkün değil.
İyi bir stajyerlik dönemi, iş kapılarının açılması için yeter de artar. Aynı şekilde, stajyerliği ve stajyerleri ciddiye alan firmalar için doğru elemanı bulma sıkıntısı kendiliğinden ortadan kalkar. Ama nedense ne kişiler ne de kurumlar hâlâ stajyerliğin önemini kavrayabilmiş durumdalar.
Tam da staj yerlerinin ve stajyerlerin belirlendiği şu günlerde. Umarız bu konu bir kez daha ciddi anlamda düşünülür ve gereği yerine getirilir.Yoksa gençler tecrübe, işverenler de tecrübeli eleman yok diye ah, vah etmeye devam ederler...
Okuma çağında olup da okula gitmeyen yüz binlerce öğrenci var. Fazla uzağa gitmeyin, sokaklara, atölyelere, tarlalara bakın yeter...
Proje üzerine proje üreten MEB, bir proje de bu konuda üretmiş. Okula gitmeyen çocukların sorumlusu olarak, gerekirse okul müdürlerini görevden alacakmış. İyi de okul sistemine girmeyen öğrenciler ne olacak?..
Muhtardan cumhurbaşkanına kadar bu işten herkes sorumlu.
Anayasa çok net. Eskiden 8 yıldı, şimdi 12 yıllık zorunlu eğitim var. Yani her Türk vatandaşının okula gitmesi gerekiyor. Peki o zaman, bu okuma-yazma bilmeyen 6.5 milyon kişi neyin nesi?..
Tamam, okula gelmeyenlerin takibini okul müdürleri yapsın da, gelmeyenlerin sorumlusu kim olacak?. Asıl bu soruna çözüm üretilmesi gerekmez mi?..
Devamsızlığın nedenleri?
4+4+4 TBMM’den geçti. Muhtemeldir ki Çankaya’dan da onay alacak. Peki, uygulamaya ne zaman geçilir? Her ne kadar, yeni yasa, MEB’e bir yıl sonra başlama esnekliği tanısa da, kervan yolda düzelir mantığı hâkim gelecek ve 4+4+4 dönemi, önümüzdeki öğretim yılında başlayacak...
Peki, sağlıklı bir yol haritası çizildi mi?
Görev dağılımı yapıldı mı?
Fiziki altyapı sağlandı mı?
Müfredat programı ve ders kitapları konusunda hazırlıklar başladı mı?
Evet demek çok zor. Daha da vahimi, hemen her gün, her kafadan farklı bir ses yükseliyor.
Genç Bakış’ın bu haftaki konusu, dış politikaydı. Maltepe Üniversitesi’nde, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeler ele alındı. Çok çarpıcı tespitler ortaya kondu. Dikkat çeken en önemli konu ise, Müslüman ülkelerin birbirine düşürülerek, mezhep çatışmasına sürükleneceğine yönelik tespitler oldu. İşte, Dışişleri eski Bakanı Şükrü Sina Gürel ve Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’ın konuk olduğu programdan satır başları:
ARIBOĞAN: Mezhep çatışması çıkabilir
- Önümüzdeki dönemde Ortadoğu açısından en ciddi tehlike bir mezhep gerilimi, yani bir Sünni-Şii çatışması.
- 2020’li yıllarda, aynen bu içerikle bu kez Afrika’yı konuşacağız.
- Mezhep kavgaları ortaya çıkmaya başladığı anda Ortadoğu’da Amerika ve İsrail’in bölgede pozisyonu rahatlar.
Coğrafi sınırların artık çok önemli olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu çerçeveden bakıldığında hem ülkemizde hem de dünyanın dört bir yanındaki işler için her ülkeden gençler yarışıyor. Örneğin ülkemizdeki büyük şirketlerin çoğu, çok uluslu şirketlerle evlilikler yaptı. Yani bir ayakları Türkiye’de, bir ayakları dünyanın farklı bir bölgesinde.
Eleman alırken de iş pozisyonları herkese açık. Türkiye’deki bir fabrikada Alman mühendis, Fransa’daki bir bankada da Türk bankacı çalışabiliyor.
İşte bu çerçeveden bakıldığında sadece ülkemiz koşullarına göre değil, dünya koşullarına göre gençler yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun yolu da evrensel eğitimden geçiyor. Eğer bu eğitimi Türkiye’de alabiliyorsak Türkiye’de okumalıyız; yok eğer aradığımızı burada bulamıyorsak, dünyaya açılmalıyız.
İşte bu noktada gidilecek ülkeler ve üniversiteler çok önemli. Siz, siz olun, Türkiye’de denkliği tanınmayan üniversitelere gitmeyin. Tabii eğer ileride Türkiye’ye dönüş yapacaksanız!
Ama bazen aykırı durumlar da olabiliyor. Örneğin dünyanın en iyi turizm ve otelcilik okulları İsviçre’de. Ve bu okullardan çoğu, çeşitli nedenlerle YÖK tarafından tanınmıyor. Mezunları dünyanın dört bir yanında en
Deprem fay hattının belediye meclis kararıyla, kasabanın 3 kilometre uzağına taşındığına şahit olmuştuk ama sınıfta kalan öğrencilerin, üniversite yönetim kurulu kararıyla, notlarının değiştirildiğine hiç şahit olamamıştık. Onu da gördük!..
Rektör olayı doğruladı. Suçu, hocalara attı. “Yoksa öğrenciler mağdur olacaktı“ dedi. Hocalar ise olaya çok farklı bakıyor.
Öyle ya da böyle, notların değiştirildiği bir ortamda, akademik özerklikten ne kadar bahsedilebilir?
Hele hele söz konusu olan bir vakıf üniversitesiyse.
İsterseniz gelin lafı hiç uzatmadan önce üniversite yönetim kurulu kararına, ardından hocaların ve rektörün bu konudaki değerlendirmesine bir göz atalım.
Notlar nasıl değişti?
Bir ülkede, gençleri mutsuz etmek için bir sistem düşünülse, herhalde bizimkinden daha mükemmelini(!) bulamazlardı.
Sistem, sistem değil sanki ömür törpüsü. Yıllarca süren hazırlıklar, tüketilen kaynaklar ve heba olan gençlik! Sonunda bir Allah’ın kulu da çıkıp bu sistem iyi desin! Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, öğrencisinden öğretmene, herkes şikâyetçi. Ama YÖK ve ÖSYM, bildiğini okumaya devam ediyor...
Pazar günü sınav vardı. Yine eziyetin bin türlüsü yaşandı. Dayatılan kurallar, güvenlik önlemlerinin çok ötesinde adeta işkenceye dönüştü.
İsterseniz gelin hiç abartmadan şu haber başlıklarına ve gelen maillere bir göz atalım:
Pet şişeye çiş yaptı
Çanakkale’de, Yükseköğretim Geçiş Sınavı’na 3’üncü kez giren 20 yaşındaki Atila Kuzgun, sınav sırasında, tuvalete gitmesine izin verilmeyince yanındaki pet şişeyi kullanıp ihtiyacını giderdi. Kuzgun, “Geleceğimi düşünmek zorundaydım. Dayanamadım ve ihtiyacımı giderdim. Salon yetkilisi durumu fark etti. Ama benim yapacak başka bir çarem yoktu” dedi.