Nükleer santrala evet mi, hayır mı?

5 Mart 2010

Nükleer enerji Türkiye için lüks mü yoksa bir zorunluluk mu? Türkiye’nin doğal kaynakları yeterince kullanılıyor mu? En önemlisi de enerji sektörünün yarattığı savaş ve şaibeler ülkemizi nasıl etkiliyor? İşte tüm bu sorulara önceki gece cevap aradık.
Gaziantep Üniversitesi’nde gerçekleşen Genç Bakış’ta, programın başlarında öğrencilerin çoğu şaşırtıcı bir çoğunlukta nükleer santrallara evet dedi. Ama kapatırken görüşler bir hayli değişmişti. Bu kez de az farkla hayır çıktı, işte programdan satır başları:
Hilmi Güler (Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı)
- 2002’de Türkiye Bulgaristan’dan elektrik alıyor ve elektrik kesintileri yaşıyorduk. Biz geldik ve Bulgaristan’dan elektrik alımını kestik. Şimdi biz bazı ülkelere enerji ihraç eder hale geldik.
- 6 yıl boyunca Karadeniz’de sismik tarama yaptık ve petrol, doğalgaz tespit ettik. Şu anda da sondaj yapılıyor. 40 yıl boyunca yetecek kadar petrol ve doğalgaz var.
- 56 bin megavatlık doğalgaz santralına eşdeğer güneş enerjisi potansiyelimiz var.
- Türkiye’nin 8.4 milyar ton linyit potansiyeli vardı. Biz buna 4.5 milyar ton daha ekledik. Bu yaklaşık 90 milyar dolarlık bir zenginlik demek.

Yazının Devamı

YÖK yargıyı arkadan dolaşmaya çalışıyor!

4 Mart 2010

Katsayılar konusunda köşeye sıkışan YÖK, çareyi üniversite girişte değil, üniversite içinde aramaya çalışıyor. Yatay geçiş yönetmeliğinde yapılması düşünülen değişiklikler, sanki yeni tartışmaları da beraberinde getirecek.
YÖK, bir yandan kalite derken, öte yandan kalite erozyonuna neden olacak çok önemli kararlar alıyor.
Önce ÖSS’deki baraj puanları aşağı çekti. Üniversiteye girmek için yüzde 15’lik bir başarıyı yeter hale getirdi. Daha sonra ise üniversiteden atılmayı kaldıracağını açıkladı. Bu arada da kontenjanları olabildiğince yükseltti. Hem de hiç üniversitelere sormadan. Yüz binlerce üniversiteli işsizi dikkate almadan.
Şimdi ise yatay geçişleri kolaylaştırıyor. Neden böyle bir gereksinim duydu hiç belli değil. Yeni yönetmelik taslağında öyle maddeler var ki anlamak mümkün değil.
Örneğin aşağıdaki madde:
“Üniversite bünyesindeki aynı düzeyde, fakat farklı merkezi yerleştirme puanı ile öğrenci kabul eden programlar arasında yatay geçiş başvurusu yapılabilmesi için, öğrencinin merkezi sınava girdiği yıl itibarıyla aldığı merkezi yerleştirme puanının, geçmek istediği diploma programına eşdeğer yurtiçindeki diğer programların en düşük taban puanından az olmaması şartı

Yazının Devamı

Mezunlar üniversitelerine ne kadar sahip çıkıyor? (2)

3 Mart 2010

Üniversitelerin gücü, mezunlarının gücüyle eşdeğer. Üniversite ne kadar güçlüyse mezunları da o kadar güçlü. Ya da bir başka açıdan baktığınızda da mezunları ne kadar güçlüyse, üniversite de o kadar güçlüdür. Ama bu derin bağ, nedense bizde pek kurulamıyor.
Üniversiteye girmek ve mezun olmak o kadar zor bir süreci gerektiriyor ki, tıpkı askerlik gibi uzunca bir süre hatırlanmak istenmiyor. Ama sonra o çekilen sıkıntıların izleri silinip gittiğinde, güzel anılar hatırlanmaya başlıyor. Ama o zaman da tren çoktan kaçmış oluyor. Geri dönüp üniversitenizle bağlarınızı güçlendirmeye kalktığınızda ne hocalarınızı bulabiliyorsunuz ne arkadaşlarınızı.
İşte bu noktada mezunlar derneği çok önemli bir rol oynuyor. Bazı üniversitelerimizde çok güçlü. Bazılarında ise aradan onlarca yıl geçse de ya yok ya da yok gibi.
Şu an için üniversitelerimizin en büyük sorunu yurt, burs, staj ve işsizlik. Mezunlar derneklerinin güçlenmesi halinde, bu sorunların çözülmemesi için hiçbir neden yok. Bu sorunları rahatlıkla çözdükleri gibi, araştırmaya ve bilime de fazlasıyla kaynak ayırabilirler.
Bu konuda zaman zaman atılım yapan üniversitelerimiz var. Ama sürdürülebilir değil. Saman alevi gibi on yılda

Yazının Devamı

Başta bankacılık olmak üzere ODTÜ her yerde! Ya diğerleri?

2 Mart 2010

Üniversiteleri üniversite yapan en önemli kriterlerden biri de mezunları. Pek çok ülkede sıralama yapılırken mezunların performansları da özellikle dikkate alınır. Bu yüzden bir üniversiteyle ilgili değerlendirme yapılırken en az 30 yılın geçmesi beklenir. Hele bir bakalım mezunları nerelere kadar geliyor diye görmek için...
Türkiye’de 50 yıllık üniversitelerin sayısı on civarında. İlk akla gelenler İstanbul (1933), İTÜ (1944), Ankara (1946), Ege (1955), Karadeniz (1955), Atatürk (1957), ODTÜ (1959), Hacettepe (1967), Boğaziçi (1971).
İstanbul Üniversitesi, İTÜ ve Boğaziçi’nin elbette çok eski yıllara uzanan bir geçmişleri söz konusu...
Cumhuriyetin ilk yıllarında öne çıkan tek üniversite doğal olarak İstanbul Üniversitesi’ydi. Sonraki yıllarda modern Türkiye’nin kurulmasında İTÜ mezunları mühendis olarak, Ankara Mülkiye mezunları da yönetici olarak lokomotif oldular.
Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi olan Boğaziçi ise bazen her yerde vardı, bazen de hiçbir yerde yoktu. Bir ara eski Robertli Ecevit ve Çiller ile siyasete merak salsalar da arkası gelmedi. Fazlasıyla elittiler ama son yıllarda sanki o özellikleri de biraz farklılaşmaya başladı.
Hacettepe, Doğramacı ile

Yazının Devamı

Gezen, Katırcıoğlu ve Livaneli’nin Veda’sı

28 Şubat 2010

Geçtiğimiz hafta, akşamları da dolu dolu geçti. Müjdat Gezen’in 50. Sanat Yılı, Zülfü Livaneli’nin Atatürk’ü anlattığı Veda filmi ve 80 Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu’na yapılan ahde vefa...
En değerli birikimin dostluk olduğunu Müjdat Gezen’i anma gecesinde bir kez daha gördük. TİM’de gerçekleşen 50. yıl töreninde iğne atsanız yere düşmezdi. Statyumda yapılsaydı, kesin orası da dar gelirdi. Birbirinden değerli sanatçılar sahneye çıkıp onunla ilgili bir anekdot anlatmak için adeta yarıştılar. Canlı sunumda, duygularını dile getirenler kadar getiremeyenler de oldu. Ama hemen herkes, böylesi bir gecenin içinde olmanın keyfini yaşadı.
Müjdat Gezen için yapılan bu 50. yıl töreni, umarız tüm sanatçılarımız, hocalarımız, politikacılarımız, gazetecilerimiz, işadamlarımız ve topluma yön veren, hizmet eden diğer çınarlarımız için de bir gelenek haline gelir...
Gecede her kesimden birileri vardı, kuliste ya da sahnede herkes onun için bir şeyler söyledi ama sanki en büyük coşkuyu ve heyecanı öğrencileri yaşadı ve yaşattı. Zaten ismini ölümsüzleştirecek lokomotif de onlar olacak...

Mustafa’dan Veda’ya
Sinemada, Atatürk’ü tabu olmaktan çıkartan ilk isim Can Dündar oldu. Öylesine sert

Yazının Devamı

O her yönüyle farklı biriydi...

27 Şubat 2010

Doğramacı, yarın devlet töreniyle toprağa verilecek. Üstelik kurduğu üniversitenin yanı başında, babası adına yaptırdığı camide. Hem de Bakanlar Kurulu kararıyla. Peki hak etmedi mi? Fazlasıyla hak etti.
Geride kalanlarına özellikle de sevgili eşi Ayser Hanım’a Allah sabır versin. Hoca Bey’siz bir hayat, en çok da ona zor gelecek...
Hoca Bey yaptıklarıyla gurur duymayı, onları paylaşmayı çok severdi. En ağır eleştirilere karşı bile fazlasıyla hoş görülüydü. Yaptığımız haberler ve yorumlar nedeniyle hiç küsmedi. Dünyanın neresinde olursa olsun, her yazımızı ister ve öyle değil böyle der ya da teşekkür ederdi.
Keşke ondaki hoşgörünün binde biri politikacılarda da olsa. Keşke onu bunu yazmayın ya da yazdırmayın yerine, onun gibi “Eğer ortada bir yanlışlık varsa, o sizden değil, bizim sizi yeterince bilgilendiremediğimizden kaynaklanıyor” noktasına gelebilseler.
Doğramacı ile bir kitabı dolduracak kadar anı var. İşte bazıları:
- Ona göre o hiç hata yapmazdı. Yaptığı her şey mükemmeldi. Yine böylesi bir konuda inatlaşırken, “Bana tek bir menfi icraatımı göster, haklısın deyip susacağım” dedi. Onlarca madde sıralanabilirdi ve hepsine hazırlıklıydı. Ama onların hiçbirini değil,

Yazının Devamı

Duayen gazeteciler ile geleceğin gazetecileri bir araya gelince?..

26 Şubat 2010

Genç Bakış’ta çuvaldızı bu kez medyaya, yani kendimize batırmak istedik. Mesleğin duayenleri ile geleceğin gazetecileri, 60. yılını kutlayan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bir araya geldi. Eleştiri de vardı, nasihat de. Ama en önemlisi samimi özeleştirilerdi. İşte programdan satır başları:
Nuri Çolakoğlu (Gazeteci-televizyoncu)
- NTV’yi kurarken herkes bizimle dalga geçti, 24 saat yayımlayacak haberi nereden bulacaksınız diye. Ama şimdi 16 tane 24 saat yayın yapan haber kanalı var.
- Avrupalı bir gazeteci arkadaşım “Sizin bir günlük gündeminizle biz bir hafta idare ederiz” demişti. Yani Türkiye bir haber cenneti.
- Gerçek gündem, bu gürültü patırtı içerisinde kaynayıp gidiyor. Türkiye’nin gerçek gündemi işsizlik.
- Özellikle çocukları ve gençleri korumak için bazı programların erken saatlerde yayımlanmasına şiddetle karşıyım. Ama o programlar gece 11’de yayımlanıyor ve çocuklar izliyorsa o noktada hatayı yayıncıda değil ailede aramamız lazım.
- Teknoloji sayesinde televizyonda demokratikleşme yaşıyoruz. Çok sayıda kanal, çok çeşitli yayınlar var. Elinizdeki uzaktan kumandayla istediğiniz yayını seçebiliyorsunuz. Mesela Aşk-ı Memnu başladığında

Yazının Devamı

Uzaktan eğitimle yabancı dil öğrenilir mi?

24 Şubat 2010

YÖK Başkanı Özcan, sanal mucit Zihni Sinir’i açık ara geride bıraktı. Sürekli yeni eğitim modelleri açıklıyor. Belli ki hayal dünyası çok zengin. Ama ne yazık ki yargı, kamuoyu ve üniversiteler kendisine yeterince anlamıyor. Bu yüzden de açıkladığı projeler ya yargıdan dönüyor ya da bir türlü arkası gelmiyor.
Son projesi uzaktan eğitim yoluyla yabancı dil yani İngilizce öğretmek. Demek ki bugüne kadar söylenenler hep yalanmış. Yok yabancı dil yüz yüze öğrenilirmiş, yok yerinde öğrenilirmiş. Hepsi palavraymış. Çünkü YÖK Başkanımız bu konuda çok iddialı.
Türkiye’de yabancı dil öğretmede sorun yaşandığını vurgulayan Özcan, bu konuda bir çalışma başlattıklarını açıkladı. Başkan bu konuda çok haklı. Sadece yabancı dil değil, ana dilimizi öğretmekte de pek başarılı olduğumuz söylenemez. Belki ileri de uzaktan eğitim yoluyla Türkçe öğretmeye de başlar. Bakın bu konuda ne diyor:
“Bizim başaramadığımız hususlardan biri, yabancı dil öğretimidir. Nasıl böyle bir başarısızlığa ulaştığımız beni gerçekten kaygılandırıyor. Gerçekten üzülüyorum. Çünkü her gittiğimiz yerde karşımıza çıkan en büyük engellerden biri, öğrencilerimizin bir yabancı dili konuşamaması. Belki yaş itibarıyla biraz geç

Yazının Devamı