Aysun Kayacı Harvardlı olmuş

12 Eylül 2009

Harvard, dünya üniversiteler liginde her zaman ilk üçe giren eğitim kurumlarından biri. Girmek için sadece başarılı olmak yetmiyor. Çok özel koşullara da sahip olmak gerekiyor. Liderlikten yaratıcılığa çok farklı yetenekler arıyor. Ama bazen de çok şaşırtıyor. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın imam hatip mezunu oğlunu aldığında yaptığı gibi...
Harvard, meğerse, şaşırtıcılıkta sınır tanımıyormuş. Hürriyet’in yazdığına göre, şimdi de Aysun Kayacı’ya kapılarını açmış. Yeditepe Tarih bölümünde ilk iki sınıfı tamamlayan Kayacı, devamını Harvard’da getirecekmiş. Koskoca Hürriyet, Türkiye’nin en büyük gazetesi, yalan mı yazacak!..
Kayacı’ya yeni üniversitesinde başarılar diliyoruz...
Amerikan üniversiteleri başarının yanı sıra, yüzde bir iki oranında güçlü dayısı olanlara da öncelik verebiliyor. Siyasi güç, zenginlik ya da popülarite de başarı kadar kabul görebiliyor. Onun için hiç kimse öküzün altında buzağı aramasın...
Peki bu doğru mu yoksa yanlış mı?
Demek ki eğer dozunda yaparsanız üniversiteye zarar vermiyor. Tam aksine, popülaritesini ve gücünü daha da artırıyor. Harvard örneği ortada.
Küresel ekonomik krizle, ekonomik gücünü çok önemli ölçüde kaybeden Harvard’ın, yerini

Yazının Devamı

Teşekkürler Çubukçu

11 Eylül 2009

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’yu önceki bakanlardan farklı kılan ne? Tek cümleyle özetleyebiliriz: Sorunları erteleyen değil, çözen biri.
Koltuğa oturalı çok uzun bir süre olmadı. Ama kangrene dönüşen pek çok konuda çözüm üretti. Örneğin haciz noktasına gelen öğrenci kredi borçlarında faiz oranları makul düzeylere çekildi, parçalanmış öğretmen aileleri birleştirildi, YÖK’ün önerdiği aşırı harç zamları yüzde 8’e indirildi ve şimdi de, yıllardır boş kalan anadolu liseleri kontenjanları için yeni bir kayıt dönemi açıldı.
Daha önce, böylesi ufak(!) sorunlar, milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmeni ilgilendirmesine rağmen bakanların hiç umurunda değildi. Şimdi en azından çözüm üretiliyor.
Anadolu liselerinde, hemen her yıl, Bakan Çelik’in inadı yüzünden 5 bine yakın kontenjan boş kalıyordu. Ne öğrenci ve velileri dinliyor ne de okul yöneticilerinin sesine kulak veriyordu. Bu yüzden Bakan Çubukçu’nun bu konuda atacağı adım çok önemliydi. O da Çelik gibi kontenjanların boş kalmasına seyirci mi kalacak yoksa her biri binlerce öğrencinin hayalini süsleyen o boş kontenjanların dolması için talimat mı verecekti?..

5 bin kontenjan boş
Beklenen haber dün geldi. Bakan Hanım,

Yazının Devamı

Neden çok önemli?

10 Eylül 2009

Okul öncesi eğitim, eğitim kademeleri içerisinde en önemli olanı. İnsanlar tüm yaşamı boyunca öğrendiklerinin yüzde 70’e yakın bölümünü bu dönemde öğrenirmiş. Bu yüzden, okul öncesi eğitim alanların, daha sonraki eğitim yaşamları ve hayattaki başarıları, almayanlara göre çok daha yüksek. Bu konuda yapılmış yüzlerce araştırma var.
Okul öncesinde okullaşma oranı AB ülkelerinde yüzde 100’e varan oranlarda. Zaten temel eğitimin bir parçası ve zorunlu. Bizde ise bugüne kadar kafalar karışıktı. Şimdi böyle bir karar alınması, nihayet konunun önemini kavradığımızı gösteriyor.
Milli Eğitim Bakanı Çubukçu bu konuda kararlı. “Liseler 4 yıla çıkacağına, keşke okul öncesi eğitim zorunlu hale getirilseydi“ diyor ki, ben de o görüşteyim. Tıpkı milyonlarca eğitimci, veli ve öğretmen gibi...
Okul öncesi eğitimi, tabii ki sadece 5-6 yaş arasıyla sınırlandırmamak gerekir. Ne kadar aşağı inilirse o kadar iyi olur.
Bu arada özellikle kırsal kesimlerde, başta AÇEV olmak üzere sivil toplum örgütleri tarafından gerçekleştirilen okul öncesi eğitim etkinlikleri çok başarılı oldu. Türkçeyi bu kurslarda öğrenip bir de erken eğitime başlayınca, eğitimde çok büyük başarılara imza attılar. Giriş

Yazının Devamı

Boş kontenjan kalmasın

9 Eylül 2009

Kayıtlar nasıl işkenceye dönüşür konusunda, herhalde bizden daha başarılı bir ülke yoktur. Bu konuda bir sıralama yapılsa, birinciliği kesinlikle kimseye kaptırmayız.
Anaokulundan üniversiteye, neredeyse iki aydır kayıtlar yapılıyor. Ama okullar açılmak üzere hâlâ kayıtlar tamamlanabilmiş değil.
Sınavla öğrenci alan liselerde binlerce, üniversitelerde ise 100 binin üzerinde kontenjan açığı var.
Bir yanda bu okullara girmek için aylardır neredeyse okul kapısında yatıp kalkan öğrenciler öte yanda on binlerce boş kontenjan!..
Okullar öğrenci, öğrenciler de girecek okul arıyor. Ama ortada öylesine saçma sapan bir sınav sistemi var ki, hiç kimse istediğine kavuşamıyor.
Örneğin fen ve anadolu liselerinde, binlerce kontenjan açığı var. Ama kayıt dönemi kapandı. Oysa aynı sınavla öğrenci alan diğer tüm okullarda kayıtlar devam ediyor. Bundan daha büyük adaletsizlik olabilir mi?
MEB, dün internet sitesinde, boş kalan kontenjanları açıkladı. Diğer tüm okulların boş kontenjanları bu listede yer alıyor ama fen ve anadolu liseleri yok. Neden? Bu konuda hiç bilgi verilmemiş. Ama bu durum, şaibeleri de beraberinde getiriyor. “Boş kontenjanlar, el altından doldurulacak” diye dedikodunun

Yazının Devamı

Bugün Dünya Okuma Yazma Günü?..

8 Eylül 2009

Okuma yazmanın önemini anlatmaya gerek yok. Bir insan için olmazsa olmazlardan birisi. Bu amaçla açılan kurslardan birisini ziyaretimiz sırasında, “Okuma yazma öğrenmek, nasıl bir şey? Hayatınızda neleri değiştirdi?” diye sorduğumuzda, hiç unutmadığımız cevaplar almıştık. İşte birkaçı:
* Bugün kör olmak neyse okuma yazma bilmemek de oydu. Artık görüyorum.
* Hangi otobüse bineceğimi artık başkalarına sormuyorum.
* Okumak özgürlükmüş...
Anayasa’ya göre, 8 yıllık temel eğitim zorunlu. Yani Anayasa’nın gereği yerine getirilmiş olsaydı okuma yazma bilmeyen hiç kimse olmazdı.
Ama rakamlar tam tersini söylüyor. Tam 5 milyon insanımız okuma yazma bilmiyor. Bunlara tespit edilmeyen ya da utandığı için bildiğini iddia edenleri eklediğinizde, rakam çok daha yukarılara çıkıyor. Aktif okurluk yazarlık oranlarını ise hiç hatırlatmak bile istemiyorum. Yani düzenli olarak, gazete, kitap, dergi okuyanlar. Yüzde 20’nin bile altında. Okuryazarlık, bakalım bugün ne kadar konuşulacak? Hangi yönleri ile ele alınacak?
Umarım yine, dünyanın en utanç verici olaylarından birisi olan okuma yazma kursları ile gurur duyulmaz.

Yazının Devamı

MEB’de neler oluyor?

6 Eylül 2009

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu yeni öğretim yılından önce kendi kadrosunu kurmak için düğmeye bastı. İlk giden, İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ata Özer oldu. Ama asıl büyük deprem Ankara’da gerçekleşecek ve daha sonra da Türkiye geneline dalga dalga yayılacak.
Çubukçu’nun atamalarında hemşerilik kriterinin yerini liyakatin alacağına yönelik ciddi işaretler var.
Peki bu konuda Bakan Çubukçu’ya kim yardımcı oluyor?
Bilindiği gibi, kendisi eğitimin çok uzağında. Alt kadrosunun da öyle olması halinde sorunlara çözüm üretmek, hem çok zaman alabilir hem de sağlıklı olmayabilir. Bu yüzden gideceklerin en başında, merkez valiliğinden bu göreve gelen bakanlık müsteşarı bulunuyor.
Müsteşar yardımcıları, daire başkanları, genel müdürler ve il milli eğitim müdürleri arasında da değiştirilmesi düşünülen çok isim var.
Bakan Çubukçu’ya önerimiz, dışarıdan isim arama yerine, bakanlık içinden bu görevleri hakkıyla yerine getirecek isimlerin öne çıkartılmasıdır.
Üst düzey bürokrat olarak, dünden bugüne, dışarıdan gelen isimlerin hiçbiri başarılı olmadı. Ama içeriden yükselenler iz bıraktı. Çünkü hem teşkilatı tanıyorlardı hem de Ankara bürokrasisini.

Yazının Devamı

Harbiye’nin arka kapısından Boğaziçi’ne

5 Eylül 2009

Harp okullarından atılan ya da ayrılan öğrencilerden bazılarının, YÖK tarafından, Türkiye’nin en iyi üniversitelerine yerleştirilmeleri günlerdir tartışılıyor.
Vatan elden gidiyor diyenlerden tutun da üniversite özerkliğine darbe diyenlere kadar çok çok ağır eleştiriler var.
YÖK, geçen yıl çıkan af yasasını kaynak göstererek, TBMM’nin, üniversitelerden her ne şekilde olursa olsun kayıtları silinenlere af getirdiğini hatırlatıp, bunda ne anormallik var demeye getiriyor. Karşı çıkanlar ise niye başka üniversiteler değil de en iyileri sorusunu soruyor. Gerekçelerin dayanağı ise yine YÖK’ün aldığı bir karar. Bu karara göre, eğer bir üniversiteye yatay geçiş yapmak istiyorsan, o fakültenin puanına sahip olman gerekiyor. Yani söz konusu öğrenciler de ODTÜ ve Boğaziçi’nin giriş puanlarını almak durumunda...
Bu, madalyonun bir yüzü. Öteki yüzüne geçmeden önce şu hatırlatmayı yapmakta da yarar var. Üniversitelerden atılanların hangi gerekçelerle atıldıkları kadar hangi dönem görevden alındıkları da o kadar önemli. Örneğin, 28 Şubat sürecinde üniversiteden atılan rektörler şu anda en kritik bakanlık koltuğundalar. Atanlar da Ergenekon sanığı.
Yorumuna girmek istemiyorum. Sadece bir

Yazının Devamı

İşsizliğin geldiği son nokta!

4 Eylül 2009

Üniversite mezunu işsizlerin durumunu anlatmaya gerek yok. Öylesine perişan haldeler ki, dokunsanız ağlayacaklar. O yetmiyormuş gibi, bir de bu durumu istismar edenlerin yaptıkları saygısızlık, en ağırlarına gideni...
Daha önce danışma memurluğu için iletişim fakültesi, badigartlık için de beden eğitimi mezunlarının arandığına şahit olmuştuk. Ama günün birinde sekreterlik için çevre mühendislerinin, hele hele ODTÜ mezunu çevre mühendislerinin tercih nedeni olacağı, bin yıl düşünsek aklımıza gelmezdi.
İsterseniz gelin, Türkiye’de, eğitimin, bilimin, insana ve emeğe verilen değerin, geldiği son noktayı görmek için şu satırları birlikte okuyalım:

Bu kadarı da olmaz!
“Sayın Abbas Güçlü,
Öncelikle kendimi tanıtmak ve bu mail’i neden yazdığımı söylemek istiyorum.

Yazının Devamı