Birand ile 50 yıllık ufuk turu

5 Aralık 2008

Gazetecilikte 50. yılını kutlamaya hazırlanan Mehmet Ali Birand, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin Türkiye ve dünya gündemine yönelik sorularını cevaplandırdı.
Dünyayı en çok gezen Türk gazetecilerden biri olan Birand, dünya liderleriyle yaptığı röportajlar içinde kendisinde en fazla iz bırakanın, üzerine yürüyen Saddam olduğunu söyledi. Obama konusunda ise “Türkiye’nin hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyecek” dedi. İşte önceki geceki Genç Bakış’tan bazı satırbaşları:
Yerel seçimlerde hep iktidardaki parti kazanır.
AKP’nin oyların bir miktar düşmesi herkes için yararlı olur. Yoksa olur da yükselirse kendilerini daha da kaybederler.
Halk aptal değil. Öyle bir torba kömüre kolay kolay kanmaz. Kömürü alır, doğalgazı varsa gidip o kömürü satar, oyunu da CHP’ye verir.
AKP, biz geldik, zengin olacaksınız dedi, kapı kapı dolaşıp bir ihtiyacınız var mı diye sordu. Bu yüzden bundan sonra çıkacak bir parti olursa halka inmeli ve halkın sorunlarını iyice anlamalı ki başarılı olsun.
Avrupa Birliği AKP’ye çok sempatiyle bakıyordu. Çünkü AKP kuralları yıkan, değişim yapan partiydi. Reformlar olacak diye bakıyorlardı. Kapatma davası, yerel seçimler filan derken hâlâ istedikleri

Yazının Devamı

İÜ demokrasi sınavından geçiyor

3 Aralık 2008

İstanbul Üniversitesi sadece ülkemizin değil, dünyanın en eski üniversitelerinden biri. Osmanlı öncesine de gittiğinizde binlerce yıllık bir geleneğe ve birikime sahip.
Bayramdan sonra rektörlük seçimi var. Tam 13 aday yarışacak. Adayları görüp tanıdıkça, karamsarlığım azalıyor. Çünkü içlerinde, İstanbul Üniversitesi’ni hak ettiği konuma taşıyacak, dünya markası yapacak çok değerli isimler var. Dinledikçe, kaybedene yazık olur diyorum.
Peki, kim rektör olur?
İşte ona önce hocalar, sonra da YÖK ve Çankaya karar verecek.
İstanbul Üniversitesi, sıradan bir üniversite değil. Bu yüzden YÖK ve Çankaya’nın sandığın iradesine saygı göstereceğine kesin gözüyle bakılıyor. Hatta bu konuda birkaçı dışında adaylar da hemfikir:
Seçimi kim kazanırsa rektör olarak o atansın.
İşte İstanbul Üniversitesi bu. Büyük ağabey olarak, akademik dünyaya, YÖK’e, parlamentoya, topluma ve Çankaya’ya demokrasi dersi verecek. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Yazının Devamı

İktidarın gücü öğrencilere yetiyor

2 Aralık 2008

Küresel krizin en fazla etkilediği kesimlerden biri de okumuş gençler. İşsizlikten kırılıyorlar. Evden çıkamaz hale geldiler. Moralleri çok bozuk. Bu yetmiyormuş gibi, bir darbe de iktidardan geldi.
Seçim nedeniyle bol keseden kömür ve erzak dağıtan, işadamlarının borcunu öteleyen, belediyeler aracılığıyla gençlere karşılıksız burs dağıtan AKP iktidarı, YURTKUR’dan burs alan öğrencilere haciz göndermeye çalışıyor. Hem de tek taraflı olarak. Hiç görüşmeden, dinlemeden, ödeme gücü var mı yok mu demeden...
İşte son günlerde pek çok üniversite mezununa Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan genel müdür adına gönderilen mektuplardan biri:
“Kurumumuzdan aldığınız öğrenim kredisi borcunuza ait taksitlerinizi zamanında ödemediğinizden borcunuzun tamamı ivedilik kazanarak 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamına girmiştir.
İvedilik kazanan borcunuza ait aşağıda belirtilen toplam borç miktarının tamamını 17 Aralık 2008 tarihine kadar T.C. Ziraat Bankası’nın bütün şubelerinden adınızı ve kredi numaranızı belirterek ödemeniz gerekmektedir.
Aksi takdirde, borcunuzun tahsili için takibat evrakları ilgili Vergi Dairesi Müdürlüğü’ne gönderilecektir.
Bilginizi ve gereğini rica

Yazının Devamı

AB serüvenimiz 50. yılına giriyor

30 Kasım 2008

Türkiye’nin Avrupa Macerası, birkaç ay sonra 50. yılına giriyor. Dünyada hiçbir ülke yok ki, bu kadar uzun süre bir kapıda bekletilsin. Peki kabahat bizde mi yoksa onlarda mı? Yumurta-tavuk hikâyesi gibi bu işin içinden çıkmamız mümkün değil. Her şeyden önce her iki tarafın da bu konuda samimi ve kararlı olmadığını peşinen kabul etmemiz gerekiyor. Bırakın önceki hükümetleri, siz şu andaki AKP iktidarının ille de AB’ye girmekten yana olduğuna inanıyor musunuz? AB’yi ağzımıza alacağız da oy kaybedeceğiz diye ödleri kopuyor. Ya muhalefet? Onlar da iktidardan farklı mı?
Bu gidişle, bir 50 yıl daha beklersek hiç şaşırmayalım!..
Marmara Üniversitesi’nde Avrupa Topluluğu Enstitüsü çok önemli bir proje başlattı. Partneri ise Almanya’dan Bremen Üniversitesi.
Projenin adı: Kültürlerarası Avrupa ve Türkiye’nin Katkısı
Projenin amaçları şöyle özetleniyor:
. Avrupa’nın birçok farklı kültürü içeren bir yapıda olması, bu kültürlerin kendi aralarında da çeşitli sorunlar yaşanmasına sebep olabilmektedir. Kültürlerarası Avrupa ideali ile bütün bu farklılıkları bir kap içinde eritebilmek; kendi özelliklerini korurken diğer kültürlerle uyumlu bir şekilde yaşamalarını sağlamak hedeflenmiştir.

Yazının Devamı

Üniversiteli sağlık personeli yine mağdur!

29 Kasım 2008

Üniversitelerin yükünü kim çekiyor derseniz, hiç kuşkusuz akla gelen ilk isim asistanlar. Peki üniversitelerin en ağır işçileri kim? O da tartışmasız başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık personeli. Bir tıp mezununun profesör olması öylesine büyük fedakârlıklar gerektiriyor ki, anlatmaya kalksak ansiklopedi kalınlığında kitaplar ortaya çıkar. Ama bu sıkıntılar dışarıdan hiç görülmez.
ÖSS, TUS ve sonrasındaki akademik yükseltme sınavlarının her biri ömür törpüsü. Böyle gelmiş, böyle gidiyor. Ama kimseye yaranamıyorlar. Ne hastalara, ne sürekli ihmal ettikleri yakınlarına ne de devlete. Bugünlerde çok dertliler. Çünkü bir çifte standartla karşı karşıyalar. Daha doğrusu, devletin kazığıyla...
Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen yasal bir düzenlemeyle, üniversite hastanelerinde çalışan, 657 sayılı yasaya tabi sağlık personeline önemli avantajlar sağlandı. Ama aynı işi yapan 2547’li akademik sağlık personeli üvey evlat muamelesi gördü. Ve ortaya bir dizi aksaklık çıktı:
- Yaklaşık 4 yıldır Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde aynı statüde aynı işi yapan asistan ve uzman hekimler, performansa dayalı katkı payı ödeme sistemiyle 1500 YTL ile 5000 YTL arasında katkı payı alıyorken,

Yazının Devamı

Gençler daha ne yapsın?

28 Kasım 2008

İşsizliğin en çok etkilediği kesim gençler. Dahası, bu konuda en masum olan yine onlar. Önceki gece Marmara Üniversitesi’nde gerçekleşen Genç Bakış’ta küresel krizi ve etkilerini tartıştık. İşçisinden patronuna parlamenterinden akademisyenine herkesi dinledik. En akılda kalıcı olanı, “Bizden ne istediyseniz fazlasıyla yaptık. Eğitim dediniz eğitim, yabancı dil dediniz yabancı dil. Sabır dediniz sabır. Daha ne yapmamızı bekliyorsunuz?” diye soran gençlere Rusça ve Çince’yi de öğrenmeleri gerektiğinin söylenmesiydi.
İlle de üretim, dış pazarlara açılma ve siyasetteki yetersizliğin sık sık gündeme geldiği programdan işte bazı satırbaşları:



Prof. Dr. Osman Altuğ
- Tavuklara iyi bakmaz, horozların moralini yüksek tutmazsanız üretim olmaz.
- Türkiye “döviz-faiz-borsa”, üçkâğıt ekonomisiyle yönetiliyor.

Yazının Devamı

Osmanlı Cumhuriyeti mi yoksa Muz Cumhuriyeti mi?

26 Kasım 2008

Mustafa için Can Dündar’ın canına okundu. Eleştiriler tümüyle haksız mıydı? Hayır. Filmde maksadı aşan cümleler ve eksiklerin olduğunu kendisi de kabul etti. Ama tartışma hâlâ devam ediyor.
Bu arada vizyona bir film daha girdi. Gani Müjde’nin Osmanlı Cumhuriyeti.
Can’ın canına okuyanlar, elbette Gani’nin de canına okusun demiyoruz. Ama aynı eleştirel mantık bu film için neden işlemiyor? Ya da tarihimizle gurur duyanlar, AB için yanıp tutuşanlar ve ABD ile düşüp kalkanlar, bu film için neden iki çift laf etmiyor?
Osmanlı Cumhuriyeti tarihi bir film deseniz değil, komedi deseniz hiç değil, belgesel gözüyle baksanız hiç ama hiç değil. Filmde anlatılan her şey hayal ürünü deniliyor. Peki o zaman filmin adı niye Muz Cumhuriyeti değil de Osmanlı Cumhuriyeti?
Osmanlı ile alay etmek, aşağılamak, dahası yerin dibine sokmak kime ne kazandırır? Unutmayalım ki Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar da Osmanlı paşalarıydı! Arkalarındaki halk da Osmanlı’ydı.
Mustafa’dan çıkanların ruh halini göz önüne getirin:
Kafa karışıklığı, kızgınlık, şaşkınlık, hoşgörü ve Atatürk’ün farklı yönlerini keşfetmenin keyfi.

Yazının Devamı

Yurtdışındaki öğretmenler de dert küpü

25 Kasım 2008

Yurtiçindeki öğretmenlerin hali ortada. Atananı da atanmayanı da bin pişman bu mesleği seçtiği için. Dışarıdan bakıldığında, yurtdışında görevlendirilen öğretmenlerin bir eli yağda, bir eli balda sanılır. Oysa onların da Türkiye’de görev yapan meslektaşlarından hiç farkları yok. Çünkü onlar da sahipsiz.
Bir dizi sınavdan geçirilerek, yani özenle seçilerek, vatandaşlarımızın yoğun olduğu ülkelere gönderilen öğretmenlerimizin sorunları saymakla bitmiyor.
İşte onların tespitleriyle, bu sorunlardan öne çıkanlar:
Sağlık: Gerçek anlamda sağlık sigortaları yok. Yurtdışında hasta olan bir öğretmen, doktora kendi imkânlarıyla gitmek zorunda. Ücretini peşin ödedikten sonra bıktırıcı bir bürokrasiyle uğraşarak, bu protokoller için de paralar harcayarak (tercüme, fotokopi ve ataşeliğe, Türkiye’ye postayla gönderme masrafı gibi) bu parayı en erken 6 ay sonra alıyor. Eşi ve çocuklarıyla gelen öğretmenlerin masrafları ise Türkiye’deki rayice göre karşılanıyor. Bu da çocuğunun sağlığı için 600 euro ödeyen bir öğretmenin, ancak 70 euro’sunu geri alma anlamına geliyor. Bu yüzden mecbur kalmadıkça doktora gidilmiyor.
Ders kitapları: Bedava kitap uygulaması yurtdışında uygulanmıyor. Çoğu

Yazının Devamı