YÖK ve ÖSYM, ÖSS’ye yönelik olarak bir dizi çalışma yapıyor. ÖSYM, liselerin 4 yıla çıkması ve haftalık ders çizelgesindeki değişikliklere paralel olarak 2009-ÖSS’deki testlerin kapsamlarını yeniden belirledi. Bazı derslerin ağırlığı arttı, bazılarınınki de azaldı. YÖK ise katsayılarla ilgili olarak yoğun bir çalışma içerisinde. Katsayı değişikliğine, bu yıl için kesin gözüyle bakılıyor. Daha önceki düzenlemeler, Çankaya ve yargıdan dönmüştü. Ama bu hiç umurlarında değil. İlle de değişiklik yapılacakmış. Yapılmalı da. Ama bu değişiklik militanca değil, pedagojik olmalıdır. Yoksa yine baş ağrıtmanın ve öğrencileri bir kez daha hayal kırıklığına uğratmanın ötesinde bir işe yaramaz.
Bu konuda alınacak en doğru karar, meslek lisesi mezunlarının önünü açmaktır. Nasıl ki diğer lise mezunları kendi alanlarıyla ilgili fakültelere girişte eşit koşullarda yarışıyor hatta artı puan alıyorsa, meslek lisesi mezunları da aynı hakka kavuşmalıdır. Böylesi bir düzenlemeye de ne Çankaya bir şey der ne de yargı. Gürüz ve Teziç bunu yapmadıkları için yüz binlerce gence ve ailelerine kocaman bir özür borçlular...
Yeni ağırlıklar
ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan’ın verdiği bilgiye göre, işte
İktidardan, üniversiteli gençlere büyük müjde! Bakanlar Kurulu kararıyla, öğrenci burslarına tam 20 YTL zam yapıldı. Bundan böyle öğrenciler ayda 160 yerine 180 YTL burs alacaklar...
Hani bir halk deyimi var, bozdur bozdur harca diye. Öğrencilere verilen burs da, zam da öyle bir şey. Öteden beri yazıyorum: Öğrenci bursu en az asgari ücret düzeyinde olmalıdır. Yoksa bir anlamı olmaz.
Öğrencilerden çoğuna, bu burs dışında hiçbir yerden destek gelmiyor. Ne ailelerinden ne de başka burs verenlerden. Sanki çok yüksek bir meblağmış gibi, devletten burs alıyorsunuz diye birçok kurum öğrenciye ikinci bir burs vermiyor. Bu yüzden de yüz binlerce öğrenci, günü tek öğün yemekle geçiriyor. Ankara, İstanbul, İzmir gibi kentlerde, ulaşım giderleri yüzünden bazen onu da bulamıyorlar.
Üniversite sadece bir okul değil. He türlü donanımın, vizyonun, sosyalleşmenin ve hayata hazırlık provalarının yapıldığı son durak.
Her şeyin ilkini orada yaşayacaklar. Sinemaya, tiyatroya, maça, gezilere, restorana, müzelere, eğlence partilerine ve daha pek çok yere gitmek isteyecekler. Her gün gazete okumaları, her ay birkaç kitap almaları, öğrenim gördükleri alanla ilgili yayınları izlemeleri gerekiyor.
6 Kasım, yani perşembe günü YÖK’ün 27. kuruluş yıldönümüydü. YÖK Başkanı’nın açıklamaları ve öğrenci protestoları olmasa, YÖK’ün varlığından haberdar olmayacaktık. Kendisini öylesine unutturdu ki, belki de amaçlanan buydu...
Amaç, YÖK’ü ele geçirmekti. Geçirildi. Benim asıl merak ettiğim, YÖK deyince tüyleri diken diken olan aslan demokratların, aydınların ve özerk üniversite sevdalılarının şimdi nerede oldukları? Hiç sesleri çıkmıyor da!..
İşte size gözden ırak kalmayı özellikle tercih eden YÖK ile ilgili bazı tespitler:
Daha önce YÖK Yasası’nı değiştirmek için büyük mücadeleler veren AKP iktidarı, bu düşüncesinden tümüyle vazgeçti. Sizce neden?
Çankaya, Üniversitelerarası Kurul’un seçmediği bir ismi, Çankaya kontenjanından YÖK üyesi olarak atadı. Sizce neden?
Yunus Söylet, daha üç beş ay önce seçildiği YÖK üyeliğinden istifa etti. Sizce neden?
Başbakan’ın camları balyozla kırılan makam aracı YÖK Başkanı’na tahsis edilmiş. Sizce neden?
Atatürk’ü ne kadar sevdiğimiz, saydığımız ve değer verdiğimiz Mustafa filmiyle bir kez daha ortaya çıktı. Ulus olarak damarımıza basılmadan hep sessiz kalmayı tercih ederiz. Ama ne zaman duygularımızı rencide edici bir hareket görürsek hemen dikleniriz. Tarihimiz bu konuda örneklerle dolu.
Mustafa filmi hiçbir şeyi başaramadıysa bile Atatürk’ü ne kadar sevdiğimizi bir kez daha ortaya koydu. Her ne kadar aksini düşünenler olsa da Atatürk Türkiye’nin bir gerçeği ve yeri doldurulamayacak bir kahraman. Onu gölgelemeye, karalamaya ya da farklı göstermeye de kimsenin gücü yetmez.
Peki Can Dündar bunu yaptı mı?
Filmi sinemalarda, eleştiriler ortada, verdiği cevapları da gördünüz.
Niyetinin Atatürk’ü yargılamak ya da kötülemek olmadığı kesin. Ama ateş olmayan yerden de duman çıkmaz. Eğer ortada böyle bir film olmasaydı, bu eleştirilerin hiçbirisi de olmazdı. Demek ki abartılı ya da taraflı da olsa eleştirilerin temel kaynağı sadece ve sadece Mustafa.
Hani bir söz var, “Anlatabildiğiniz, karşı tarafın anladığı kadardır“ diye. İşte bu filmde Can Dündar, Atatürk’ü her ne kadar çok farklı anlatmaya çalışsa da, karşı tarafın yani izleyenlerden bazılarının algılaması, onun anlatmak
Can Dündar, Abbas Güçlü ile Genç Bakış'ta Mustafa’yla ilgili eleştirileri cevaplarken, keşke olmasaydı dediği sahneyi de açıkladı... Gecenin önemli bir bölümünde, her iki televizyondan birinde Genç Bakış izlendi
Can Dündar'ın Mustafa'sı üzerine fırtınalar kopmaya devam ediyor. Dündar, tüm eleştirileri bir bir cevaplarken, keşke olmasaydı dediği sahneyi de açıkladı, filmin eksikliklerini de... Pişman mısınız sorularına 'Hayır' dedi, eleştirilerin bir bölümünü eski hesaplaşma olarak nitelendirdi.
Dündar, Yeditepe Üniversitesi'nde önceki gece gerçekleşen Genç Bakış'ta öğrencilerin tam desteğini aldı. Konuya hâkimiyet, samimiyet, hitabet gücü, inandırıcılık, vizyon ve karizma gibi tüm derslerden pekiyi alırken, kıyafete geldiğinde alkışlar bir anda kesildi. Siyah elbisesi, pembe gömleği ve kravatsız hali gençlerin hoşuna gitmedi.
Ekran başındaki yetişkinlerin tavrı gençlerden farklıydı. Gelen binlerce mailin önemli bir bölümü eleştiri ağırlıklıydı.
Reyting sıralamasında ise, sadece yayımlandığı saatin 1.'si olmakla kalmadı, Yaprak Dökümü dışındaki diğer tüm programları geride bıraktı. Arsenal- Fenerbahçe maçından bile fazla ilgi gördü. Gecenin önemli bir bölümünde, her iki
Eskiden okullarda tasarruf öğretilirdi. Yerli malı yurdum malı diye başlayan nakaratlarla da üretim ve yerli malı kullanılması teşvik edilirdi.
Doları, euro’yu, ithalatı, ihracatı bilmezdik ama, dışarıya borçlanmanın ülke açısından hiç de hoş bir şey olmadığı anlatılırdı. O yüzden bizden önceki nesiller vitrinlere hep o gözle bakardı. Aynı malın yerlisi varsa önce o tercih edilirdi. Sonraki kuşaklarda ise bir ara her şeyin yabancısı kabul gördü. Şu anda ise kafalar iyice karışmış durumda.
Küresel kriz tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ama nedense Başbakan’ından sokaktaki vatandaşa kadar, küresel kriz hiçbirimizin umurunda değil. Oysa 2001 ve öncesinde çok derin acılar yaşamıştık.
Dış borç almış başını gidiyor. Ama ithal ürünlerine duyulan talebe ne bir fren var ne de alternatif. Allah sonumuzu hayırlı etsin.
Doğalgaza yapılan son zam, eminim ki Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olacak. Eğer bir şey olmamış gibi devam edersek, yakında felaket senaryolarına hazır olalım.
Doğalgaz zammı demek, elektrik zammı demek. Çünkü yüzde 60’ı doğalgazla üretiliyormuş. Elektrik zammı demek her şeye zam demek. Bu ise krizin boyutlarının daha da can yakıcı hale gelmesi demek.
İşte bu
Gül’ün rektör atamalarındaki rahatsızlığını ortaya koymasından sonra, önceki hafta, bu konuda bir tartışma başlatmış ve farklı görüşlere yer vereceğimizi söylemiştik. Çok sayıda öneri geldi. Bunlardan biri de Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ekrem Gürel’e ait. Seçim sisteminin kaldırılmasını istiyor. Haklı gerekçeleri var. Hayata geçer mi bilinmez ama dünya da pek çok ülkede uygulandığı kesin. İşte öneri:
“Rektör görevlendirmelerinin, seçimle değil atamayla yapılması mutlaka sağlanmalıdır. Bugün, çok az ülkede rektörler seçimle işbaşına gelmekte, bu ülkelerin bir kısmında ise zaten kademeli olarak atama sistemine geçilmektedir.
Seçimin, üniversitelerimizdeki çalışma huzuru üzerindeki olumsuz etkileri herkesçe bilinmektedir. Bilimsel çalışmaların tarafsız bir şekilde yürütülmesi gereken bu kurumlarda, seçim öncesi ve seçim sonrası sendromlar diye tanımlanabilecek gerginlikler, çoğu zaman endişe verici boyutlara ulaşmakta, üniversiteleri gereğinden fazla meşgul etmektedir.
Kimi üniversitelerde, bu sendromlar atanan rektörün görev süresi olan dört yıl boyunca şiddetini azaltmadan devam etmektedir. Bunun yarattığı emek ve insan kaynağı kaybını hesaplamak, telafi etmek
Cuma akşamı Kartal'da CHP'nin ev sahipliğinde çok farklı bir gece yaşadık. Konu, Türk kadınıydı. Nereden nerelere geldiği konuşuldu. Önce çok çarpıcı bir multivizyon izledik.
Kurtuluş Savaşı ve sonrasında verdikleri mücadeleyi anlatıyordu. Gözlerimiz doldu. Genelkurmay arşivlerinden derlenen görüntüler müthişti. Hiçbir film, kitap ya da anlatım o görüntülerden daha etkili bir şekilde Türk kadınını anlatamazdı.
Hemen sonrasındaki panelin konusu ise Cumhuriyet ve Kadın'dı. Partili, partisiz, akademik, halktan farklı konuşmacılar vardı. Paneli ben yönettim ve bol bol da izleyenlere söz verdim. Önemli olan onların ne düşündüğüydü. Biz sahnedekilerden çok daha fazla alkış aldıklarını da özellikle söylemeliyim.
Hele bir gencin sorusu vardı ki salonu çınlattı: "Parti olarak madem kadınlara bu kadar önem veriyorsunuz, hayatın içine girmesini istiyorsunuz, her şeyi birlikte başarmalıyız diyorsunuz, o zaman niye Sayın Baykal'ın yanında hiç eşini göremiyoruz?.."
Görünen o ki, CHP tabanı, Genel Başkan'ını, eşiyle birlikte, halkın çok daha içinde görmek istiyor.
Salon, alışılagelmişin çok dışındaydı. Her ne kadar AKP toplantıları gibi tıklım tıklım olamasa da dolu gibiydi. Yarısı