Pandemi dönemi herkesi bir şekilde etkiledi. Hayatımızı zorlaştırdı. Daha ne kadar devam edecek o da belli değil...
Öğrenci, veli, öğretmen olmak, her zaman zordu. Şimdi daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
İşte o konulardan sadece birkaçı:
Yurt dışı eğitim!
Yurt dışında öğrenim görmek tam bir maceraya dönüştü!
YÖK, açıklama üzerine açıklama yapıyor.
Konu, çoktan yargıya intikal etti.
Denklik konusunda eskiden de sorun vardı ama şimdi iyice ayyuka çıktı.
Pandemi hemen her konuda kimyamızı bozdu.
Sürekli yeni kararlar alınması gerekiyor. Bu da zikzaklara neden oluyor.
Sonuç: Giderek artan kafa karışıklığı ve güven erozyonu!..
Kurallar ve uygulamalar konusunda yaşananların şoku yetmiyormuş gibi, artık bir ritüel haline gelen anlık demeçler ve ani karar değişiklikleri de sinir katsayımızı yükseltmeye yetiyor da artıyor.
Hemen herkesin kendisine göre bir doğrusu ve bir gerekçesi var! Bu yüzden, zaten yerlerde sürünen iletişim bozukluğu daha da dibe vurmuş durumda!
Daha önce de defalarca yazdım, ortak değerler ve
ortak noktalarda buluşmadan, hiçbir konuda yol almamız mümkün değil!..
Çelişkili açıklamalar
Milli Eğitim Bakanı Selçuk’un “Salgın bitse de uzaktan eğitim artık kalıcı olacak” sözleri tartışmaları da beraberinde getirdi.
Peki, uzaktan eğitim, açık öğretimde olduğu gibi yüz yüze eğitimin yerini alabilir mi?
Eğitime, uzaktan dijital destek elbette çok önemli ve mutlaka olmalı ama asıl derslerin yerini alacak şekilde değil de destek materyali olarak değerlendirilse daha iyi olmaz mı?
Daha da önemlisi, uzaktan ya da yüz yüze eğitim için ders seçimi hangi kriterlere göre yapılacak?
Bugüne kadar olduğu gibi yine giriş sınavları ve çıkan soru sayıları mı esas alınacak?
Sınavlarda soru sorulan dersler yüz yüze yapılacak, Resim, Beden Eğitimi, Müzik ve Sosyal Bilimler dersleri, nasıl olsa sınavda ya hiç soru çıkmıyor ya da birkaç soru
var diye uzaktan eğitime mi havale edilecek?..
Neresinden bakarsanız bakın, fazlasıyla tartışmalı bir konu ve çok su kaldırır.
Birbiri ardına çok önemli gelişmeler oluyor!
Siyaseti, siyasetçiler tartışa dursun, gelin biz gelişmelere farklı bir pencereden bakalım!
Berlin’de, Bellevue Sarayı’nda düzenlenen ve Başbakan Angela Merkel’in de katıldığı törende, Özlem Türeci ile Uğur Şahin’e Almanya’nın “Yıldızlı Büyük Liyakat Nişanı” takdim edildi.
Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier burada yaptığı konuşmada, “Dünyanın her yerinden birçok insan performansınızı ‘aşı mucizesi’ olarak nitelendiriyor. Etkileyici bir kurucu çift, en iyi araştırmacı, bilgi kahramanları ve hatta bir dünya kurtarıcısı olarak tanımlanıyorsunuz. Birçoğu, keşfinize bir milliyet kazandırmak için başarınızı toplamaya çalıştı. Ancak aşının uyruğu yoktur ne Alman ne Türk ne de Amerikan. Birlikte özgürlük ve saygı içinde çalışıldığında, siyasi, sosyal ve kültürel sınırların ötesinde birbirleriyle yeni bir şeyler yapmaya cesaret edilirse iyi bir şeyler meydana getirilir ve böylece toplumumuza iletilebilir. Sizler tüm dünyadaki
Üniversitelerin dünya sıralamasındaki yerleri ile ülkelerin kalkınmışlığı arasında derin bir korelasyon olduğunu bir önceki yazımda uzun uzadıya dile getirmiştim. Bizimkisi bir gözlem ve öngörüydü; görünen o ki istatistikler de bu tespitimizi doğruluyor!..
Üniversiteler toplumun lokomotifidir. Onlar ne kadar güçlüyse, ekonomi de, sosyal devlet de, hukuk da, insan hakları ve özellikle eğitim de o kadar güçlüdür!..
İstisnai örnekler olamaz mı? Elbette olur ama öylelerinin başarısı da sürdürülebilir olmaz!..
Amerika efsanesi çöküyor mu?
Okurlarımızdan Cem Özel de bu konuya kafa yoran isimlerden biri. Hiç üşenmemiş, son 10 yılın verilerini derlemiş, analiz etmiş ve çıkarımlarda bulunmuş. Bu ilginç paylaşımını gelin hep birlikte okuyalım:
“10 bin yılın icadı ve dünyanın en iyi üniversiteleri?” başlıklı yazınızı büyük bir keyifle okudum.
Dünyadaki Üniversitelerin Başarı Grafiği ile ilgili aşağıdaki bilgileri sizinle paylaşmak isterim.
Dünyanın en önemli sıralamalarından
Dünya, eski dünya değil.
Özellikle de korona sonrasında, hemen her alanda değişim rüzgârları esiyor. Bu yüzden, hemen her gün kartlar yeniden karılıyor ve yeni oluşumlar ortaya çıkıyor.
Başta BM ve AB olmak üzere dünün en köklü kurumları bile önemini çoktan yitirdi.
Geleneksel medyanın pabucu dama atıldı, dijital para aldı başını gidiyor!..
Korona, dünyaya öylesine bir ders verdi ki hâlâ algılayamayanlar var.
Renk, dil, din, ulus farkı gözetmediği gibi, zengin fakir, güçlü güçsüz, genç yaşlı, okumuş okumamış ayrımı da yapmam dedi. En çok etkilenenler de en güçlüler oldu!
Yeni dünya düzeninde en önemli referans akıl ve bilim!
Şu anda tüm dünya dört gözle bilim insanlarının ürettiği ve üreteceği aşıları bekliyor. Milyar dolarların, güç ve kudretin de olsa, aşı sıranı bekliyorsun. Yani dünya yeniden eşitleniyor. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz!..
"Gelmiş geçmiş en büyük icat?” nedir diye bir anket yapılacak olsa, bugünkü neslin, ilk üçünde yer alacak isimlerden birisi de kesinlikle telefon olacaktır.
Adeta vücudumuzun bir parçası haline geldi ve hayatımızı, giderek artan bir şekilde o yönetiyor.
Akıllı telefonların, zekâ gelişimi bizimkinden çok daha hızlı ve kapasitesi de çok daha yüksek.
Gelecek yıllarda, daha da onun esiri haline gelirsek hiç şaşırtıcı olmaz!..
Bu yönde hazırlanan son rapora göre, dünya nüfusunun yüzde 66’sı yani 5.22 milyarı cep telefonu kullanıyor ve kullanıcıların yüzde 75’inden fazlasının telefonu “akıllı”!..
Nereden nereye?
İskoç asıllı ABD’li mucit Alexander Graham Bell’in 1876’da icat ettiği telefonla ilk görüşme, Bell ile yardımcısı Thomas Watson arasında 10 Mart 1876’da Boston’da “Bay Watson, buraya gelin. Sizi görmek istiyorum” şeklinde gerçekleşti.
Türkiye’de telefonun kullanılması ilk olarak 1908 yılında Osmanlı döneminde odu. AA’nın derlemesine göre, K
Uzmanlar, içinde bulunduğumuz yüzyılın “Pandemi Yüzyılı” olduğunu ve virüslerle yaşamaya alışmamız gerektiğini sık sık dile getiriyor.
Kovid-19 ne zaman tarih olur bilmiyoruz. Bu konudaki tüm öngörüler yalan oldu. Sağlıklı bir tahminde bulunmak da bir o kadar zor. Çünkü mutasyon söz konusu, çünkü her an yeni bir virüsle karşılaşabiliriz.
Hatırlamaya çalışın, kuş gribi, SARS derken bugünlere gelindi, yarın ne olacağı ise tam bir muamma!..
Felaket tellallığı gibi de olsa, bu hatırlatmayı yapma gereğini neden hissettim, asıl ona bakmamız gerekiyor!
Yaşadığımız büyük felaketler konusunda yeterince ders aldık mı? Örneğin büyük deprem sonrası, yapılması gerekenleri yaptık mı, sel ve heyelanlar sonrası dere yataklarına ev inşa etmekten vazgeçtik mi?..
Bir yılı aşkın süredir pandemiyle yüz yüzeyiz!
Günü kurtarmanın ötesinde, bugüne ve geleceğe yönelik planlarımız ne?
Özellikle de önceliklerimiz konusunda!..