<#comment>#comment>Günlerce yurdun dört bir yanını gezdik durduk. Bu kez biz sustuk genciyle yaşlısıyla halk konuştu. Bazen ürkek, bazen de fazlasıyla hırçındılar. Nereye giderseniz gidin en büyük kızgınlık politikacılaraydı. Onlara, oralara ancak seçimden seçime gittikleri için bütün kızgınlıklarını dile getirip, biz onların yüzünü göremiyoruz, gidin onlara iletin diyorlardı...
Her ne kadar ekonomik sıkıntı, işsizlik, kötü yönetim en önemli sorun gibi karşımıza çıksa da eğitim hemen her ilin, hemen her ailenin önemli sorunlarından biriydi. Okuyan da mutsuzdu, okumayan da. Üniversiteye giremeyen de çaresizdi, mezun olan da. Öğretmen de dertliydi, veli de...
İşte böyle bir ortamda il milli eğitim müdürlerine çok önemli görevler düşüyor. Ama ne yazık ki, çoğu il protokolünde bile yer almıyor. Alsa bile pek çoğunun temsil yeteneği yok. Çünkü o koltuğa birikimleri olanlar değil, politikacı dayısı bulunanlar ya da müsteşara bağlılığını kanıtlayanlar oturabiliyor ancak...
Devletin eğitime ayırdığı kaynaklar her geçen gün daha da azaldığı için il milli eğitim müdürleri ve okul yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Devlet bize para göndermiyor diye ağlama yerine halkla
<#comment>#comment>Günlerdir Anadolu yollarındaydık. Köşemizden ve güncel eğitim konularından uzak kaldık. Ama halkla iç içe olmak, sorunları yerinde ilk ağızdan dinlemek gerçekten çok çarpıcıydı. Keşke çok daha sık bunu yapabilsek...
Okuyucu olarak olup bitenleri uzaktan izlemek de bir o kadar ilginç. Gazeteler günlerdir Prof. Dr. Bülent Tanör'ün tedavisi için gerekli ilaç parasının ödenmediğini ve üniversiteden atılacağını yazıyor. Hele hele her fırsatta gazetecilik dersi vermekten geri kalmayan bazı ağabeylerimizin kalemlerinden kan damlıyor. YÖK'e ve üniversiteye söylenmedik laf bırakmadılar...
Konu ilgi alanımıza girince elbette yakından ilgilendik. Ama diğer meslektaşlarımızın yaptığı gibi tek tarafı dinleyerek değil! Önce Rektör Alemdaroğlu'nu arayıp, "Hocanın ilaç parasını neden ödemiyorsunuz, koskoca üniversiteye yakışır mı?" dedik. Anlattıkları yazılanlardan çok farklıydı. "Son iki yılda Sayın Tanör'ün tedavi masrafları için 48.5 milyar lira ödedik. Daha da öderiz, bu konuda hiç kimse için, hiçbir zaman sıkıntı olmadı" deyince bu kez Bülent Tanör Hoca'yı aradık. Gazeteler böyle yazıyor, rektör de aksini savunuyor, bu işin doğru ne? İsterseniz önce bunu açıklığa
<#comment>#comment>Milliyet halk buluşmasında ilk tur dün tamamlandı. 36 gün önce yola çıkan TIR’ımız 7 bin 300 kilometrelik Türkiye turunda tam 34 ilimizi ziyaret etti. On binlerce vatandaşımızı dinledi. İlk durağımız deprem bölgesi Kocaeli idi. Ardından Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Akdeniz’e, daha sonra da Orta Anadolu ve Ege’ye gittik. Son durağımız ise Trakya’ydı. Çanakkale, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ...
Son bir haftadır gülen insanların yoğun olduğu illerdeyiz. Sorunlar buralarda da diz boyu. Bu açıdan bakıldığında diğer kentlerden hiçbir farkı yok. Ama yüzler genelde hep gülüyor. Oturup konuşmasanız, dertlerini deşmeseniz sanırsınız ki Trakya’da her şey güllük gülistanlık. Ayrıca zengin bölge diye de adları çıkmış bir kere. Bu yüzden başta devlet olmak üzere hemen herkes sorunlarına kulaklarını tıkamış...
Peki Tekirdağ’ın sorunları neler? Halkı, yöneticisi, genci, yaşlısı, kadını, erkeği gerçekten mutlu mu? Bu kentte yaşadıkları için mutlular ama Türkiye’nin genel sorunları onları da bıktırmış. Hele hele politikacıların ilgisizliği ve İstanbul’un bölgeyi arka çöplüğü gibi kullanması canlarına tak ettirmiş. İşadamından politikacısına, öğretmeninden
<#comment>#comment>Kırklareli, gelir dağılımına bakıldığında Türkiyenin en zengin kentlerinden biri. 6’ncı sırada. Üniversiteye en çok öğrenci sokan iller sıralamasında da 5’inci. Karagöz’ün anavatanı. Kendisinden daha meşhur olan Lüleburgaz’ın da kent merkezi.
Türkiye’yi harita üzerinde tanıyanlar ve ekonomik göstergelere göre değerlendirenler açısından bakıldığında "tuzu kuru" kentlerimizden biri. Ama dün sorunlarını dinlediğimiz Kırklareli, sanki Batı’nın değil Doğu’nun en yoksul kentlerinden biriydi. Kentin ileri gelenleri ve vatandaşların ağız birliği etmişçesine dile getirdikleri gibi Lüleburgaz’ı yok saydığınızda Kırklareli’nin Türkiye sıralamasında yeri ilk İlk 10’da değil, son 10’da olur.
Nasıl ki Aydın ve Muğla, ilçelerinin turizm gelirlerinden hiç nemalanamıyorsa, Kırklareli de yakın çevresindeki sanayinin artılarını değil hep eksilerini görmüş. Ergani nehri fabrikaların bıraktığı zehirli atıklar nedeniyle artık kullanılmaz hale gelmiş. Nehirden sulanan ürünler artık alıcı bulamıyormuş. İşin enteresanı Çevre Bakanı da Kırklareliliymiş!..
Borçlar çığ gibi
Kentin su sorunu büyük. Kuraklık nedeniyle pek çok köyde ürün hasadı yapılamamış. Borçlar
<#comment>#comment>Edirne kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu illerimizden biri. Okullaşma oranı da yüzde 100’e yakın. Zorunlu eğitim çağında olup da okula gitmeyeni bulmak çok zor. Sınıflar 30 kişilik. İngilizce öğretmeni dışında açıkları yok. Trakya Üniversitesi’nin 22 bin öğrencisinin yüzde 70’e yakını da Edirne ve diğer bölge illerden...
Eğitim düzeyi böylesine yüksek kentimizde herhalde öğretmenlerimizin sosyoekonomik koşulları da iyidir diyecek oldum, sözüm yarım kaldı. "Neredeeee" diye söze başlayan ticaret odası yetkilileri, "Pazardaki esnafın çoğu memur. Önemli bir kısmı de öğretmen" dedi. Dondum kaldım...
Üniversite olan pek çok kent gibi Edirne de bir an önce yeni öğretim yılı açılsın istiyor. Açılsın ki ekonomi canlansın. Tarımda, sanayide, ticarette aradığını bulamayan Edirne’nin de tek umudu üniversiteli gençler. Onlar da olmazsa biz ne yapardık diyorlar...
Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan üç kentten biri olan Edirne, sanıldığının aksine giderek küçülen mini minnacık bir kentimiz. Nüfus artmıyor azalıyor. Ekonomi daralıyor. Doğu ve Güneydoğu’daki kentlerimizde bile 3, 4 yıldızlı oteller varken buradaki oteller en fazla iki yıldızlı. Oysa
<#comment>#comment>Çanakkale bir şekilde cazibe merkezi haline getirilse hiç kuşkusuz dünyanın en güzel kentlerinden biri olabilir. Ama nedense bir türlü makus talihini yenip patlama yapamamış. 13 yıldır Çanakkale de yaşayan bir diş hekiminin söyledikleri çok ilginçti: "Çanakkale’yi Hong Kong gibi 100, olmadı 50 yıllığına İngilizlere, Amerikalılara ya da Japonlara kiralayın ve işte o zaman bu coğrafyada neler yapılabileceğini görün..."
Çanakkale tarihi konumu nedeniyle hepimizin kalbinde çok özel bir yere sahip. Yaşayanlar da bunun fazlasıyla bilincinde. Ama daha fazlasını istiyorlar. Kenti şu anda ayakta tutan en önemli ekonomik güç üniversite. 18 Mart Üniversitesi’nin 13 bin 500 öğrencisinden 10 bini Çanakkale’de. 75 bin nüfuslu kentte yetişkin nüfusun dörtte biri lise ve üniversite öğrencisi. Lise sayısından daha çok olan dersanelerdeki öğrencileri de hesaba kattığınzde oran üçte bire kadar iniyor...
Türkiye genelinde yapılan 8. sınıflar sınavında tüm derslerde birinci olan Çanakkale, ÖSS yerleştirme oranı açısından da Türkiye 12’ncisi oldu. Liseden mezun olanların öncellikli tercihi Ankara, İstanbul, İzmir. Çanakkale’ye gelen üniversite öğrencilerinin çoğu da yine bu üç
<#comment>#comment>Üniversitelerde kayıtlar bitmek üzere. Ay sonunda boş kalan kontenjanlar için ek yerleştirme yapılacak. Ekimin ilk haftasında da yeni öğretim yılı başlayacak. Ama üniversitelerin dağ gibi sorunları cumhurbaşkanından rektörüne kadar kimsenin umurunda değil.
On binlerce öğrenci yine yurt bulamadığı için ortada kalacak ve binlercesi öğrenimini yarıda bırakıp memleketine dönmek zorunda kalacak. Yüz binlercesi aldığı burs yetmediği için derslere girmeyip iş peşinde koşacak. Kaynaklar sıfırı tükettiği için ilim, bilim, araştırma hak getire. Siyasi kadrolaşma almış başını gidiyor. Üniversiteler bir bir MHP'nin tekeline giriyor...
İşte böyle bir ortamda ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan haliniz nicedir diye sormuyor. Hadi YÖK'e, üniversitelere küstüler. Tamam da, öğrencilerin kabahati ne? Hiç olmazsa onların sorunlarına sahip çıksalar. O da yok...
Güya YÖK, üniversitelerle hükümet ve Çankaya arasında koordinasyon sağlasın diye kuruldu. Ama şu anda YÖK, koordinasyon sağlayan değil, ipleri kopartan kurum haline geldi...
Aslında YÖK'te bir değişim süreci başladı. Cumhurbaşkanı Sezer'in atadığı üyelerle dengeler biraz değişir gibi oldu. Ama henüz Başkan Gürüz'ün
<#comment>#comment>Üniversite öğrencisi ya da üniversite mezunu iseniz hiç yeniden sınav heyecanı yaşamadan Açıköğretim Fakültesi’ne kaydınızı yaptırıp ikinci bir üniversite diplomasına sahip olabilirsiniz.
Hava sahasının kapalı olması nedeniyle Amerika’da mahsur kalan Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç, uçuşlar başlar başlamaz Türkiye’ye döneceğini ve muhtemelen önümüzdeki hafta bu konuya ilişkin ayrıntılı açıklama yapacağını söyledi. Ama bu arada yüz binlerce üniversite öğrencisi ve mezunun merakla beklediği konularda da önemli açıklamalarda bulundu.
Ataç, bugüne kadar aynı anda iki üniversitede okumanının mümkün olmadığını ancak bundan böyle isteyenin 4 yıl içinde iki üniversite diplomasına sahip olabileceğini belirtti. Sisteme ilişkin detaylar şöyle:
İkinci üniversiteden halen üniversitelerde öğrenim gören lisans ya da ön lisan öğrencileri ile daha önce herhangi bir yükseköğrenim kurumundan mezun olanlar yararlanabilecek.
Erkek öğrenciler herhangi bir üniversiteyi bitirip, AÖF’e kayıt yaptırdıklarında askerlik tecilinden yararlanamayacak.
Adaylar, bilgi yönetimi, okul öncesi ve İngilizce öğretmenlikleri dışında kontenjan sınırı