<#comment>#comment>İzmir 20 yıl öncesine kadar Türkiye’nin en güzel kentlerinden biriydi. Halen de öyle. Ama öylesine yeni sorunlarla karşılaşmış ki, bazı konularda özellikle de eğitimde, Türkiye’nin en geri kalmış bölgelerinden daha da geri durumda...
Nitekim yerel yöneticiler de durumu saklamıyor: Öyle okullarımız var ki, Batman’ın, Şırnak’ın okullarından daha kötü durumda...
Yeni yapılan bir araştırmaya göre şu anda İzmir’de okuma yazma bilmeyen tam 221 bin kişi var. Bunların 169 bini kadın...
Sınıf mevcutları bazı bölgelerde 70’in üzerinde. Okuma yazma çağında okula gidemeyen de binlerce çocuk var...
Peki Türkiye’nin aydınlık yüzü İzmir nasıl bu hale geldi? Sorunun cevabını Vali Alaadin Yüksel verdi: İstanbul gibi Türkiye’nin en fazla göç alan illerinden biri de İzmir. Göç, sorunları da beraberinde getirdi. Diğer sorunlar bir yana, tüm yerel ve ulusal ödenekleri kullanmamıza rağmen okul açığımızı kapatamadık...
<#comment>#comment>Milli Eğitim Bakanı Bostancıoğlu, iki gündür üst üste zehir zemberek açıklamalar yapıyor. Aslında çok başarılılarmış ama bazı nifaklar bu başarılarını görmezlikten gelip olmayan sorunlarla vatandaşın kafasını karıştırıyormuş. Öyle diyor...
Herhalde kastettiği nifaklar artık patlama noktasına gelen sizlerle, yaşadığınız soruları usanmadan dile getiren bizleriz. Bakan ve bürokratlarına göre eğitimde her şey yolunda. Ama bizler bunu görmezlikten geliyoruz. Sizler de hiç yoktan bahanelerle sadece kendinizi üzmekle kalmıyor, basınla birlikte çok çalışkan Milli Eğitim Bakanı’nın başarılarını gölgeliyorsunuz. Yazık, çok yazık! Böyle bir bakanı bir daha zor bulursunuz!..
Çok başarılı Milli Eğitim Bakanı, yeni öğretim yılının açılışını Antakya’da yaptı. Gerekçe olarak da, memleketin her köşesindeki eğitimin eşit koşullarda gerçekleştiğini göstermek için buraya geldim diyor. Madem öyle neden Hakkari’ye gitmediniz? En azından inandırıcı olurdu. Antakya’nın eğitim düzeyi en yüksek illerden biri olduğunu kargalar bile biliyor...
Süper liselerde neler oluyor?
Anadolu liseleri ve kolejlere alternatif olarak yaratılan süper liselere giriş tam bir ticarete
<#comment>#comment>Geçen hafta Anadolu'daydık. Adana, Sivas, Kayseri, Nevşehir ve Konya. İstanbul'daki sorunlar neyse orada da aynı. Hayatından memnun birini bulana aşk olsun.
İstanbul'a döndüğümüzde gelen mesajlar dağ gibi yığılmıştı. Bir bir okumaya çalıştım. Onlar da sorun yüklü. Yani değişen bir şey yok. Ha İstanbul'da olmuşsunuz, ha Hakkari de...
Okullar dün açıldı. Ama eskiden yaşadığımız o ilk gün coşkusunun esamesi yok. Öğrenci de, veli de, öğretmen de gergin. Okul yöneticileri ise iyice bunalmış durumda. Ne devlet para gönderiyor ne de vatandaşın verecek gücü kalmış. Daha ilk günden son günün yorgunluğu içindeler. Belli ki kayıt dönemi canlarına tak ettirmiş...
Anadolu'yu gezerken hep dikkatimizi çekti. Okuma çağında olan yüz binlerce çocuk sokaklardaydı ve okulların açılması umurlarında değildi. Kimi çalışmak zorundaydı kiminin de ailesinin gönderecek gücü yoktu...
Anayasa'ya göre ne çocukların ne de velilerin böyle bir lüksü olmadığını ve Mili Eğitim Bakanlığı'nın bu konuda yetersiz kaldığını daha önce yazmıştık. Nitekim Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın bu konuda hazırladığı bir araştırma da bu savımızı doğruladı. DİE'nin verilerine dayanılarak
<#comment>#comment>Selçuk Üniversitesi, öğrenci sayısı açısından İstanbul Üniversitesi’nden sonra ikinci sırada geliyor. 63 bin öğrencisi var. Anadolu’daki pek çok üniversite gibi o da mükemmel bir kampüse sahip. Öyle ki şu anda kampüse Hilton oteli inşaa ediliyor.
Konya’nın tutucu havası öğrencilerin estirdiği rüzgârla değişmeye başlamış. İlk hissedilen bu. Bu yüzden de belediye ile başları sürekli dertte. Attıkları her adım engelleniyor...
Üniversite öylesine büyümüş ki, artık tek elden yönetim güç hale gelmiş. Ankara ve İstanbul’daki üniversiteler gibi bölünmeye karşı çıkmıyorlar aksine destekliyorlar. Adı bile hazır: Meram Üniversitesi. İkinci üniversite de açılırsa Konya artık hacılarıyla, hocalarıyla değil üniversite kenti olarak anılır.
Anadolu’daki kentleri gezdikçe, üniversite öğrencilerini dinledikçe bugüne kadar bize ulaşan bazı şikâyetlerin hiç de boş olmadığını anlıyoruz. Tıpkı diğer üniversitelerde olduğu gibi Selçuk Üniversitesi’nde de MHP’li ülkücüler duruma hâkim. Anlaşılan o ki Rahşan Ecevit’in yakınmaları boşuna değil. Milli Eğitim kadroları gibi Anadolu’daki üniversitelerin çoğu da MHP’nin kontrolü altında.
Öğrenciler, hiçbir konuda özgür
<#comment>#comment>
KKTC gibi pek çok ilimiz için de üniversiteler kurtarıcı oldu. Kent ekonomisini onlar ayakta tutuyor. Bu yüzden de artık eskisi gibi bacası tüten fabrikalar değil altın yumurtlayan üniversite istiyorlar.
Nevşehirliler kurulmasını istedikleri üniversitenin adını bile koymuşlar: Damat İbrahim Paşa Üniversitesi.
Şu anda Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne bağlı olarak öğrenimini sürdüren birkaç fakülte ve yüksek okul var. Bir iki fakülte daha açılıp üniversiteye dönüşsün istiyorlar.
Peki Nevşehir’de üniversite için uygun akademik ve sosyal ortam var mı? İşte buna evet demek çok zor. Nevşehir, kentte yaşayan öğrenciler için sanki bir açık hapishane. Aynen böyle diyorlar.
Ürgüp’ü, Göreme’si, Avanos’u ile yılda iki milyona yakın yerli ve yabancı turist ağırlayan Nevşehir’in merkezi ile ilçelerinde sanki farklı dünyaların insanları yaşıyor. Merkez ne kadar tutucuysa ilçeleri bir o kadar turizmin önemine inanmış...
<#comment>#comment>Erciyes Üniversitesi Kayseri’nin medarı iftiharlarından birisi. 25 bine yakın öğrencisi var. Kayserili hayırseverlerin yaptırdığı görkemli binalarla da diğer üniversite kampüslerine fark atıyor. Ama öğrencileri mutsuz. Özellikle de kent dışından gelenler. Erkek öğrenciler MHP’nin baskısından, kız öğrenciler de sokakta yürürken uğradıkları tacizden müthiş derecede rahatsızlar.
Üniversitede her sınıfın bir reisi varmış. Öğrencilerin saçından sakalına, yürüyüşünden barındıkları yere kadar her şeylerine karışıyorlarmış.
Küpeli bir genci öylesine sıkıştırmışlar ki okulu bırakma durumuyla yüz yüze gelmiş. Son sınıfta olmasaydım, burada bir gün dahi kalmazdım diyor...
Kız öğrencilerin sorunu ise daha da vahim. Sokakta tek başına yürüyemiyoruz. Genci, yaşlısı fark etmiyor. Kimi sözleriyle, kimi de bakışları ve hareketleriyle sürekli taciz ediyor. Etekli ya da türbanlı olmanız hiç fark etmiyor. Kadın olmanız taciz edilmeniz için yeterli şeklinde konuşuyorlar ağız birliği etmişçesine...
Dışarıdan gelenler gibi Kayseri’nin yerlisi liseli genç kızların üniversiteyi Kayseri’de değil de başka kentte okumak istemelerinin temel nedeni de bu. Sohbetin bu noktada
<#comment>#comment>
Atatürk, Sivas’ı Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı kent olarak tanımlar. Bu satırları da Sivas Kongresi’nin yapıldığı tarihi mekanın önündeki Milliyet TIR’ında yazıyorum.
Ziyaretçilerimizin beşi gidiyor, onu geliyor. Belli ki dopdolular. Konuklarımız arasında 8 - 10 yaşında çocuklar da var 70 - 80 yaşındaki dedeler de. Nefes almadan konuşuyorlar. Vali, belediye başkanı ve kentin diğer ileri gelenleriyle yaptığımız sabah kahvaltısından sonra, Sivaslılarla ilgili ilk tespitim; konuşmayı çok sevmeleri oldu. Ama öyle itici değiller. Sıkıntılarını, beklentilerini, artılarını, eksilerini samimiyetle anlatıyorlar. Gencinden yaşlısına her kim söze başlarsa önce özeleştiri yapıyor. Sorunları çok ama geleceğe umutla bakıyorlar. Pek çok kentte görmediğimiz bu umut ışığı, sanıyorum Sivas’ın şu elinde bulundurduğu en önemli koz...
Türkiye’de onca üniversite varken Atatürk’ün adı Erzurum’dakine, Cumhuriyet’in adı da Sivas’takine verildi. Aslında bu bir vefa borcuydu, yerine getirildi. Sivaslılar da bunun bilincinde. Cumhuriyet’i biz kurduk, biz yaşatacağız diyorlar.
Sözün dönüp dolaşıp bu noktaya gelmesinin nedeni, 1993’te yaşanan talihsiz Madımak katliamı.
<#comment>#comment>Diyarbakır, Batman, Siirt gibi Adana'nın sokakları da okuma çağında olan ama okula gidemeyen çocuklarla dolu. Türkiye'nin pek çok ilinde olduğu gibi, okulların açılması onların da umurunda değil. Çünkü önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da okula gidemeyecekler...
Oysa Türkiye'nin geleceği onlar. Onlar iyi eğitim almazsa, onlar mutlu olmazsa, onlar geleceğe güvenle bakamazlarsa, nasıl mutlu bir Türkiye yaratılabilinir ki!..
Çocuğu okula gidemeyen anne babanın içindeki ıstırabı ancak yaşayanlar bilir. Adana sokaklarında gezerken bunu öylesine net ifade ettiler ki, başka söze hacet kalmadı:
Sanır mısınız ki biz çocuklarımız okumasın istiyoruz. Sanır mısınız ki bizim yapamadıklarımızı onlar yapsınlar istemiyoruz. Hayır hayır, hayır. Ama bize önayak olan birileri yok. Karnımızı zor doyururken onların masraflarını nasıl karşılayacağız?..
Evet kelimelerin hiçbirisi abartılı değil. Gerçek durum bu. Anayasa ve yasalar anne babaları çocuklarını okula göndermeleri konusunda zorunlu kılıyor ama bunun nasıl olacağı konusunda hiçbir şey söylemiyor.