Kanser tedavisinde çığır açarak dünyanın en önemli bilim insanları arasında yer alan, İTÜ’nün ardından, çalışmalarına Harvard-MIT’de devam eden Prof. Dr. Mehmet Toner, Üsküdar SEV Ortaokulu öğrencileriyle buluştu ve ‘bilim insanı’ olmanın sırlarını anlattı:
Toner’le sohbetin satır aralarında, gençliğe ve geleceğe yönelik müthiş ayrıntılar var.
Prof. Toner’in geliştirdiği mikroçip, kandaki kanserli hücrelerin kısa sürede teşhis edilmesini sağlayarak, hastalığın yayılmasını ve ölümleri engelliyor.
Deneyimlerini öğrencilerle paylaşan, soruları yanıtlayan Prof. Toner, onlara ilham
veren tavsiyelerde bulundu. İşte önemli satır başları:
Bilinmeyenin peşindeyiz!
- Bilim insanı; bilinmeyenlerle uğraşan, doğruyu arayan, meraklı insan demektir. İster sosyal bilimler ister politika bilimi olsun; her sahada bilinmeyenleri ortaya çıkarmaya çalışanlara bilim insanı denmeli.
- Bilimi bir buzdağı gibi düşünürseniz; biz buzdağının görünmeyen alt kısmıyla ilgileniriz. Buzdağının tepesi yani su yüzünde olan kısmı y&
Okullardaki erken kayıt sistemi gibi turizmde de erken rezervasyon konusunda bu yıl da hâlâ ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
“Şimdi al, temmuzda öde” kampanyaları bile hâlâ hak ettiği karşılığı görebilmiş değil. Çünkü korona tedirginliği devam ediyor.
Oysa, tatile çıkma isteği doruk noktasına çıkmış durumda.
Seyahat alışkanlığı olan kime sorsanız, valiz elde hazır bekliyor.
Tatile gidecek misiniz diye soracak olsanız, nerede o günler diyenler de tahminlerin çok üzerinde.
Peki o zaman erken rezervasyon konusunda neden kıpırdanma yok?
Görünen o ki, mutasyonlu virüs haberleri, hemen herkesi ciddi anlamda etkilemiş durumda.
Peki, bu tablo tersine döner mi?
Tıpkı sağlıkta olduğu gibi eğitimde de ortak bir platform oluşturulmalı ve birbirini tamamlayan ortak kararlar alınmalıdır. Yoksa sadece bugünü değil, yarını da sıkıntıya sokmuş oluruz.
MEB, YÖK ve ÖSYM, her ne kadar aksini iddia etse de pandemi nedeniyle, sancılı bir eğitim süreci yaşanıyor.
Pek çok sorun var ama en önemlisi, hiçbir objektif yönü bulunmayan notlar!
Bu yıl takdir, teşekkür almayan yok gibi!
Peki, bu notların, lise ve üniversiteye girişte dikkate alınması ne kadar adil olur?..
Twitter üzerinde yaptığımız ankette şu soruyu sorduk:
“Uzaktan eğitim sürecinde verilen notların, Orta Öğretim Başarı Puanı (OÖBP) olarak üniversite giriş sınavlarında, diploma notu olarak da liselere girişte dikkate alınmasını doğru buluyor musunuz?”
İki cevap şıkkı vardı.
Pandemi sonrasında yeni bir yaşam tarzı öne çıkacak. Hem de her alanda! Binlerce yıldır devam eden gelenekler ya bir bir yok olacak ya da inanılmaz değişime uğrayacak!
Bizim için 50 yıl öncesi ne ise fazla değil 10 yıl sonra bugünler de o olacak!
Peki, böylesi bir değişime ülke, birey ya da kurumlar olarak ne kadar hazırız?
Asıl önemli olan o!
Değişim rüzgârında savrulup gidecek miyiz yoksa yelkenleri doldurup enginlere yol mu alacağız!...
Eğitimde roller değişecek mi?
Pandemi sonrasında, okul ve öğretmen odaklı yüz yüze eğitim geleneği, önemli değişime uğrayacak.
Örneğin, eğitim paydaşlarının rollerinde ciddi anlamda farklılıklar olacak, yüz yüze eğitimin yerini hibrit eğitim alacak!..
Söz konusu eğitimse, gerisi teferruattır diyecek olduk, söz ağzımızda kaldı.
Sağlık diyen de oldu para ve güç diyen de ama en çoğu sanki dayın yoksa gerisi hikâye yönündeydi!..
Oysa, eğitim derken, günde 500 test çözmeyi kastetmemiştik.
Düşünen, sorgulayan, karşılaştığı sorunları çözen, üreten bir eğitimi anlatmaya çalışmıştık.
Eğer bu yoksa ne sağlığımızı ve paramızı koruyabilir ne de üretecek güç ve kudret sahibi olabiliriz diyecektik...
Eğitim, her şeyin başıdır.
Ülkesiyle ve değerleriyle gurur duyan ve onları sonuna kadar koruyan, kollayan yurttaşlar yetiştirmek de eğitimin görevidir, sağlığını, doğayı, estetik değerleri koruyan nesiller yetiştirmek de eğitimin kapsama alanı içerisindedir.
Yine aynı şekilde demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını göz bebeği gibi koruyan ve bu konuda mücadele veren bireyler yetiştirmek de eğitimin olmazsa olmazları arasında yer alıyor.
Giriş sınavlarının güvenirlik ve fırsat eşitliği gibi olmazsa olmaz kriterleri vardır. Onlardan biri de adil olmasıdır. Yani eşit koşullarda bir yarışın gerçekleşmesidir. Eğer bunu sağlayamıyorsanız, ortada bir sorun var demektir!
Peki, YKS, LGS, KPSS, YDS, ALES, TUS ya da diğer sınavlar ne kadar adil?
Bir meslek lisesi öğrenci ile bir fen lisesi ya da 100 yıllık köklü Anadolu liseleri ve kolejlerin aynı sınavda yarıştırılması ne kadar doğu?
Yıllardır yazıyoruz, görünen o ki daha uzun süre yazmaya devam edeceğiz.
Kaplumbağa ile tavşanın yarıştırılması ne kadar adilse, YKS de o kadar adil!
YKS ve KPSS’de, balığın ağaca tırmanmasını, filin de yüzmesini istiyoruz!
Herkese sınav hakkı tanımakla, herkese aynı soruları sorup, aynı süreyi vermekle adil bir sınav yaptığımızı sanıyoruz ama yaptığımızın Süper Lig takımları ile amatör ligde top koşturan takımları eşleştirmekten ya da ağır sıklet ile tüy sıklet boksörlerini aynı ringe çıkartmaktan hiçbir farkı yok.
“Dershaneye gidip, aradaki farkı kapatsınlar” demek ne kadar doğru?
Türkiye’nin gündemi gibi eğitimin gündemi de sürekli değişiyor.
Neredeyse hemen her haftaya farklı bir konuyu tartışarak giriyoruz.
Bir de öğretmen atamaları, uzaktan eğitim, sınavlar, sınav harçları, pedagojik formasyon, ders kitapları, rektörlük atamaları, şişirilmiş notlar ve kontenjanlar gibi artık kronikleşen sorunlar var ki her daim gündemdeler!
Peki, çözüm üretiliyor mu?
Evet demek çok zor! Çünkü eğitime şaşı bakmayı ya da kendi çerçevemizden değerlendirmeyi seviyoruz!
Bu da çözüm değil, çözümsüzlük getiriyor!
Oysa, eğitimin tüm paydaşları artık bıkkınlık noktasına geldi. Sabır sınırları tavan yaptı. En önemlisi de tüm kurum, kuruluşlar, kişilere karşı güven erozyonu yaşanıyor.
Doğru olanı değil, işimize geleni istiyor ya da onu dayatıyoruz.
Pandeminin yarattığı sıkıntıların etkilemediği alan kalmadı.
Sağlıktan ekonomiye, turizmden tarıma, ulaşımdan çalışma yaşamına hemen her sektör derin yaralar aldı. Eğitim de bunların en başında geliyor.
Milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz LGS’den YKS’ye, KPSS’den TUS’a çok zor bir sınav sürecinden geçiyor. Moralleri dibe vurmuş durumda. Aileleri de onlarla birlikte perişan!
Çocuklar çocukluğunu, gençler gençliğini, ebeveynler de doyasıya bir huzuru yaşayamıyor.
Evde öğrenci varsa huzur yok. Bunu artık çok iyi anladık. Ama eğer evde bir de sınava hazırlanan bir öğrenci ya da atama bekleyen veya iş arayan birileri varsa, yandınız demektir.
Eğitim sistemindeki tüm sıkıntılar öğrencilere, dolayısıyla aileye de yansıyor.
Peki, onca mücadelenin sonunda isteyen istediği öğrenim kurumuna girebiliyor mu? Daha da önemlisi, mezun olduktan sonra eğitim aldığı alanda bir iş bulabiliyor mu?
Anlayacağınız, zorlu mücadelelerden sonra sınavlar kazanıp mezun olduğunuzda huzura erebiliyor musunuz?