<#comment>#comment>YÖK, önümüzdeki günlerde Türkiye gündeminin en tepesine çıkar ve Ankara son yılların en gergin günlerini YÖK nedeniyle yaşarsa hiç şaşırmayın...
Cuhurbaşkanı Sezer, gözden çıkarttığı YÖK Başkanı Gürüz'ü görevden alabilir mi, alamaz mı? Ankara kulislerinde ısrarla bu sorunun cevabı aranıyor.
Gürüz'e yakın isimler, arkasında askerler var. Onu görevden almak isteyenler, karşısında askerleri bulur yorumunu yaparken, Cumhurbaşkanı'na yakın kaynaklar ise gereken neyse onun yapılacağı görüşündeler...
Cumhurbaşkanı Sezer'in daha önce hukuk kökenli Galatasaray Üniversitesi Rektörü Erdoğan Teziç'e YÖK Başkanlığı teklifi yaptığı dikkate alındığında, bu konudaki kararlığının sadece sözde kalmadığı, fiiliyata da geçireceği izlenimini veriyor...
Cumhurbaşkanı, Gürüz'ü görevden alır mı? Eğer alırsa askerler tepki gösterir mi? Devletin en tepesinde böyle bir zıtlaşma olursa, hükümet kimden yana tavır alır? İlgili çevrelerin birbirlerine en çok sordukları soruların başında bunlar geliyor...
Böyle bir durumda Başbakan Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin Çankaya'dan yana tavır alması kesin. Çünkü onlar da Gürüz'e fazlasıyla kırgınlar. Aylardır
<#comment>#comment>YÖK’te altı üyenin görev süresi dün gece sona erdi. Boşalan üyeliklerden ikisi Cumhurbaşkanlığı, ikisi Üniversitelerarası Kurul, biri Bakanlar Kurulu, biri de Genelkurmay Başkanlığı kontenjanındandı.
Yeni üyelerin dün akşama kadar Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak atanmaları bekleniyordu. Ancak atamalar gerçekleşmedi. Çünkü Üniversitelarası Kurul’da geçen ay YÖK Başkanı Gürüz’ün "oldu bitti"ye getirerek yaptığı seçim, Çankaya’nın kafasını karıştırdı. Resmen açıklanmayan, ancak Ankara kulislerine dün gece bomba gibi düşen haber, Cumhurbaşkanı’nın Üniversitelerarası Kurul’un yaptığı usulsüz seçimi veto ettiği şeklindeydi. Dahası; bu usulsüz aday belirleme seçiminin Gürüz’ü koltuğundan edeceği, yerine de Cumhurbaşkanlığı kontenjanından seçilen iki adaydan, hukukçu olanının atanacağı belirtiliyor.
YÖK’te bu hafta çok şeyler olacağa benziyor. Dikkatle izliyoruz.
En büyük güç?
Eğitimin insana kazandırdığı en etkin güçlerin başında kendine güven geliyor. Paranın, torpilin, silahın, şöhretin sağladığı sanılan kendine güven ise gelip geçici. Dün imparator olanların bugün ne hallere düştükleri ortada!..
Üniversiteli işsizlerin sayısının giderek
<#comment>#comment>İngiliz Plymouth Üniversitesi Matematik Bölümü, matematik öğretmenlerine yönelik ilginç bir araştırma yapmış. Aralarında İngiltere, İsveç, Norveç, Finlandiya, Almanya, Romanya ve ABD'nin de bulunduğu birçok ülkede gerçekleştirilen araştırmada 12, 13 yaşındaki öğrencilere matematik öğretmeniyle ilgili bir resim çizmeleri istenmiş. Ortaya ilginç sonuçlar çıkmış...
Matematik öğretmenlerinin genelde pek sevilmediklerini hepimiz biliriz. Artık dersin soğukluğundan mı, yoksa hocaların katılığından mıdır bilinmez ama, matematikçiler sevilenlerin değil, hep en az sevilenlerin ilk sırasında yer alırlar. Aksini söylemek de mümkün. Çalışkan öğrencilerin en sevdikleri öğretmenler de genelde yine matematikçiler olur. Anlayacağınız ortası yok. Ya seviliyor ya da nefret ediliyorlar. Son katıldığım Matematikçiler Sempozyumu'nda da bu konu uzun uzadıya tartışılmış ve matematiğin ve matematik öğretmenlerinin daha çok sevdirilmesi yönünde ortak karar alınmıştı.
Gelelim İngilizlerin yaptığı araştırmaya: Sonuçlar, hocaların hoşuna gitmeyecek. Bu kesin. Ama yine de farklı ülkelerden çocukların matematikçileri nasıl gördüklerini bilmekte yarar var. AA'nın Londra kaynaklı haberi
<#comment>#comment>Profesörlük akademik alanda gelinebilecek en uç noktadır.
Birkaç yılda zengin olunur. Hatta bakan, başbakan bile olunur. Ama profesör olunmaz. Onlarca yıl, gecenin gündüze katılarak dirsek çürütülmesi gerekir.
Zor geçen bir asistanlık dönemi, mastır, doktora, doçentlik ve profesörlük tezleri, kitaplar, araştırmalar, araştırmalar...
Zor bir serüvendir. Askerde orgeneralliğe yükselmek ne kadar zor ise üniversitede profesörlüğe yükselmek de bir o kadar zordur. Onlar sadece geleceğin nesillerini yetiştiren hocalar değil, yaşamımızın her anında başımız sıkıştığında bilgilerinden, buluşlarından, deneyimlerinden yararlandığımız en vazgeçilmez insanlardır...
Her meslek grubunda olduğu gibi onların arasında da çürük yumurtalar yok mu? Elbette var. Yasayla bir gecede profesör olanlar, hiç zahmetsiz akademik unvanları peş peşe alanlar, ideolojik destekle basamakları üçer beşer çıkanlar bulunmuyor mu? Fazlasıyla. Ama o istisnalar yüzünden, her açıdan geleceğin mimarları olan akademisyenleri ve sevgili öğretmenlerimizi unutmanın bir alemi yok. Olamaz da. Olmamalı da!..
Hükümet, yeni yılın ilk icraatlarından birinin de öğretim elemanlarının maaşlarını
<#comment>#comment>Ödev verilmeli mi, verilmemeli mi?
Uzun süre bu tartışıldı.
Sonuçta kazanan taraf verilmeli diyenler oldu.
Şu anda tartışılan konu ise ödevin nasıl olması gerektiği.
28'den 40'ıncı sayfaya kadar oku özetini çıkar, 50 problem çöz şeklinde mi olmalı yoksa araştırma projeleri şeklinde mi?
Öğretmenlerin çoğu hala klasik ödevden yana. Öğrenci derse hazırlanarak gelsin bahanesi adı altında sayfalarca ödev vermeye devam ediyorlar.
<#comment>#comment>Sevgili öğrenciler 10 günlük tatil ne de çabuk bitti diye sakın üzülmeyin. Çok yakında yeni tatiller var. 26 Ocak'ta başlayan 16 günlük yarı yıl tatili ve hemen ardından 2 Mart'ta başlayacak olan 9 günlük Kurban Bayramı tatili eminim tatil özleminizi fazlasıyla giderecek...
Önemli olan tatillerin ne kadar çok olduğu değil, nasıl geçirildiği dediğinizi duyar gibi oluyorum. Pek çoğunuz için tatilin bir dinlence ve eğlence değil, eziyet olduğunu da yakinen biliyorum. Bir süre sonra üfff yine mi tatil diyen öğrenci, öğretmen ve veli sayısında patlama olursa sakın şaşırmayın...
Türkiye'deki ekonomik krizin boyutlarını bayram ve yılbaşı televizyon yayınları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Neredeyse tüm kanallar arşiv görüntülerle doluydu. Önceki yıllarda armağan vermek için yarışan kanallar, bu yıl beş kuruş harcamadan bayram ve yeni yılı geçiştirdiler. Nasıl olsa Türk halkı enayi! Ne koyarsan izliyor. Ama bunun böyle olmadığını anlamaları için çok beklemeleri gerekmeyecek. 2001 kesinlikle iyinin kötüyü, emeğin kolaycılığı yendiği bir yıl olacak. Hep birlikte göreceğiz...
Yılbaşı akşamı 'cep'ler yine kilitlendi. Meğerse birbirimizi ne kadar
<#comment>#comment>2000 yılını ne kadar da çok beklemiştik. Hazırlıkları yıllar öncesinden başlamıştı. Adına milenyum dendi. Milenyum çocuğu, milenyum modası, milenyum kampanyaları için adeta yarış yapıldı. 2000'e giriş muhteşem oldu. Dünyanın dört bir yanındaki kutlamalar, öncekilerden çok farklıydı. Sanki her şey çok farklı olacaktı...
Sadece yeni bir yıla değil, yeni bir yüzyıla, yeni bir bin yıla giriyorduk. Heyecanı büyüktü. İşte geldi, geçti. Ne bilgisayarlarda sanal kıyamet koptu, ne de Noel Baba öncekilerden farklı hediyeler getirdi...
Yazılı ve görsel basında Türkiye'de ve dünyada yılın olayları değerlendirmesi uzun uzadıya yapılıyor. Ortaya çıkan tablo griden de öte siyaha yakın. Oh be nihayet bitti diyenlerin oranı, iyi bir yıldı diyenlere göre çok daha fazla. Şimdi bütün umutlar 2001'de. Bakalım o ne kadar beklentilerimizi karşılayacak?
Sorunların çözüldüğü bir yıl mı olacak, yoksa yeni sürpriz sorunların yaşandığı bir yıl mı? Yaşayacağız göreceğiz...
Gelen yeni yıl mesajları öylesine güzel temennilerle dopdolu ki, insan okudukça mutlu oluyor. Ama kafanızı bilgisayardan kaldırıp gazetelere göz attığınızda bambaşka bir dünya ile karşılaşıyorsunuz.
<#comment>#comment>Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, yabancı dil eğitimi erken yaşta başlamalı demiş. Dil bilimcilerin bir bölümü de aynı düşünce de. Ama ana dil savunucuları, bu görüşün tam aksini belirtiyorlar. Onlara göre, ana dilini tam olarak öğrenemeyen bir çocuk, yabancı dili de öğrenemez. Oysa karşı taraf, iki dili bir arada öğrenmenin mümkün olduğunu ve bunun çok başarılı örnekleri bulunduğunda ısrarlılar...
Belli ki bu tartışma daha uzun süre devam edecek. Söz dilden açılmışken, anadolu liseleri ve kolejlerin 8 yıllık kesintisiz eğitimden sonraki durumlarına bir göz atmakta yarar var...
Okul yöneticileri 5'inci sınıftan sonra gelen öğrencilerin daha iyi yabancı dil öğrendikleri konusunda hemfikirler. Ortaya çıkan en öneli sıkıntı ise 8 yıllık temel eğitimden sonra ergenlik dönemine giren öğrencileri kontrol etmenin güçlüğü. Hocalar, 11, 12 yaşındaki öğrencileri kontrol altında tutmak daha kolaydı. Şimdikilerin kafaları karışık diyorlar.
Bu arada Anayasa ve Temel Eğitim Kanunu, istediği kadar ilköğretim ana dilde yapılır diye dursun. Birçok okulda bu madde çoktan rafa kaldırıldı. Anlayacağınız çocuklar daha 8, 10 yaşında Anayasa'yı delmeyi öğreniyorlar...