Bu oyun kaçmaz!

11 Ekim 2011

Duru Tiyatro’nun ‘Sondan Sonra’ oyununda Emre Kınay ve Ahu Türkpençe rol alıyor




Tiyatro sezonunu Old Vic’in III. Richard’ıyla açan şanslı kimseleri bir endişe aldı şimdi: Çıtayı aniden yükselttik, bundan sonra ne izleyeceğiz? Ben bu dönemi son derece sancısız atlattım, hayatımdan çok mutlu, gelecekten umutlu döndüm evime: Duru Tiyatro’nun ‘Sondan Sonra’sını izledim.
İngiliz yazar Dennis Kelly’nin yazdığı, ilk kez 2005’te oynanan bir oyun ‘Sondan Sonra’. Ama nasıl ince ince örülmüş, nasıl bomba gibi bir metin. Bir sığınakta başlıyor. Mark adlı adamımız kucağında taşıdığı yarı baygın Louise’i getirip ranzaya yatırıyor. Kendine geldiğindeyse, ona muhtemelen bir nükleer saldırı yaşandığını, kesin sakallı birilerinin düzenlediğini, herkesin ama herkesin yanıp kül olduğunu, dışarısının bir toz, toprak, ceset yığınından ibaret olduğunu anlatıyor. Kendisi bir kahraman gibi Louise’i de kucaklayıp bu bir sebeple edindiği, tedbirli olduğu için de alay konusu olduğu sığınağa kapağı atmış. Şimdi orada yaşamayı becermeleri gerek, dış dünyadan haber alana kadar...

Yazının Devamı

Ruh eşi 15 yaşında bulunur mu?

7 Ekim 2011

Bu hafta vizyona giren ‘Çılgın, Aptal, Aşk’, eğlenceli ve tatlı bir film. Ama ‘ruh eşinizi buldunuzsa kaybetmeyin’ teması hafiften kabak tadı veriyor



40’lı yaşlarında, birbirinden sonsuz sıkılmış çift, bir lokantada karşılıklı oturmuş yemek yiyor. Tek kelime konuşmadan. Hani birbirine söyleyecek ilginç tek bir cümlesi kalmamış, etrafı seyrederek sessizce lokmalarını çiğneyen çiftler vardır ya, onlardan. “Bir tatlıyı paylaşsak mı?” diyor adam, belli ki yılların alışkanlığıyla. Sonra yine hep yaptığı tahmin edilecek bir oyun atıyor ortaya... “Hadi aynı anda söyleyelim!” Bakalım ikisi de aynı tatlıyı mı istiyor, mesele bu. Fakat işte o neşeyle, “Creme brule!” derken, karşısındaki kadının tercihi “Boşanmak istiyorum!” oluyor.
Böyle tanımaya başlıyoruz biz, 27 yıllık evli Weaver çiftini. Cal (Steve Carell) ile Emily (Julianne Moore),
15 yaşındayken okulda tanışmış, dans etmiş, oğlan kıza dondurma ısmarlamış, 17’lerinde de ana baba olmuşlar. Şimdi üç çocukları, güzel bir evleri, başarılı oldukları işleri var. Çocuk da yapmışlar, kariyer de, özetle. Fakat işte

Yazının Devamı

Kafa karışıklığı iyidir bazen

4 Ekim 2011

Oyunlar, yurt dışı turneleri, konserler... Her kapı bir diğerini açmış ve işte Nuri Harun Ateş karşımızda. Nuri Harun Ateş gereğinden fazla renk barındırıyor bünyesinde. Fazla iddialı, tek boyutlu bir ‘net’likten iyidir



Bir senedir duyuyorum gösterinin adını... Akılda kalmayacak gibi değil:’Kafası Karışık Kontrtenor’. Kontrtenor zaten az rastlanır bir ses kategorisi (Kadın sesine yakın bir tenor diye tanımlanabilir belki). Bu bir de onun kafası karışık olanı... İsmi Nuri Harun Ateş, ayda birkaç kez Hayal Kahvesi Bistro’da veriyor söz konusu konserlerini.

Ben kafayı karıştırmadan düşündüğümde bir kontrtenordan eninde sonunda opera söylemesini beklediğimden ve bunun gece 11.00’den sonra nasıl gideceğini kestiremediğimden biraz ayak sürümüşüm galiba bu zamana dek. Cuma gecesi Nuri Harun Ateş’in konserine gittim nihayet... Meğer ne kadar geç kalmışım...

Yazının Devamı

Biraz yüzünüzü dinlendirseniz nasıl olur?

30 Eylül 2011

Güven Hokna, ‘Yaprak Dökümü’nden kaçıp ‘Sensiz Olmaz’a sığınmış. Barış Falay, daha kulaklarımızdan Kerpeten Ali’nin sesi gitmemişken ‘Al Yazmalım’ın Cemşit’i olarak çıkıverdi karşımıza. Biraz nefes alsanız, aldırsanız daha iyi olmaz mıydı?

Yüzün eskimesi diye bir şey vardı eskiden. Sık kullanılan bir tabirdi, oyuncunun daha en son oynadığı karakterin toprağı soğumadan yenisiyle seyirci karşısına çıkması pek tercih edilmezdi. Seyircinin kafasını karıştırmamak, daha ötesi içine fenalık getirmemek gerekirdi.
Haftada beş yeni dizinin başladığı günümüzde hiç kalmadı böyle kaygılar. Biten dizinin kadrosu anında 10 ayrı projeye dağılıyor. Hangi kanalı açsan aynı yüzler. Üstelik hemen hemen aynı rollerle. Güven Hokna misal, ‘Yaprak Dökümü’nden kaçıp ‘Sensiz Olmaz’a sığınmış vaziyette. Evin bütün kızları aynı şekilde... Ama tabii onlar en azından yarım sene sabrettiği için şükretmeliyiz.
Barış Falay, daha kulaklarımızdan Kerpeten Ali’nin sesi gitmemişken ‘Al Yazmalım’ın Cemşit’i olarak çıkıverdi karşımıza. Sahiden olmuyor, gerçi zaten dizi de olmuyor. Anlıyorum, yakalanmış bir şöhretin rüzgarını kaçırmamak gibi bir dert var. Ama sizinki hak edilmiş bir şöhretse zaten bir senede

Yazının Devamı

Gitmesi zor, dönmesi imkansız

27 Eylül 2011

Sedef Adası’nı yeni keşfettim. Bunca yıl neden gitmemişim ki? İnsanın feleğini şaşırtacak kadar güzel

Şimdi diyebilisiniz ki, yaz bitip kötü havalar kapıya dayanmışken -ya da siz bu yazıyı okurken kapıdan girmişken- ne denizinden, ne adasından söz ediyor bu? Benimki geç keşiften duyulan, içimde tutamadığım bir heyecan, bir de bu şehrin havasına güven olmayacağı bilgisi. Aralıkta sokakta şortla gezildiğini düşünürseniz, ekimin ilk günlerinde de pekala denize girebilir, olmadı denize nazır yemek yiyebilirsiniz. Bu da olmuyorsa bir kenara not edin, gelecek yaz bari kaçırmayın.
Sedef Adası’ndan söz ediyorum. Bunca yıl niye gitmediğimi bir türlü anlamadığım, İstanbul’un adalarını Heybeli, Burgaz, Büyükada’dan ibaret saydığım için kendime kızdığım bir cennet burası.
Diğerlerinin de güzelliğine diyecek yok da, iyi havalarda kalabalıktan adım atılamıyor, değil denize girmek...

Dönmek istemeyeceksiniz
Sedef Adası ise zaten küçük, bir de dörtte üçüne yakını özel mülk olduğu için dışarıdan gelenin kullanabileceği alan hayli sınırlı. Ama inanın bu kadarı bile 45 dakika önce İstanbul’un keşmekeşinden çıkmış birine feleğini şaşırtmaya yetiyor. Ve bir oranın yeşiline, bir

Yazının Devamı

BiR BAĞLANMA KORKUSU FiLMi DAHA

23 Eylül 2011

“Madem seks tenis oynamak gibi bir şey, bizim de hayatımızda kimse yok, neden tenis oynamıyoruz?”


Bu “Aramızda sadece seks olacak, aman ha bağlanmak yok, uyurken sarılmak yok, duygusallık yok vs vs” diye kontratlarla başlayan aşk hikayeleri kabak tadı vermedi mi artık? Altı ay içinde net hatırladığım en az üç tane daha var ki sonuncusu Natalie Portman’lıydı, evlere şenlik. Adı ‘Bağlanmak Yok’, karşısında genç irisi bir Ashton Kutcher, zaten insan bu çiftin birbirine bağlanması için hiçbir sebep göremiyor. Ve kurallarla başlayan yatak ilişkisi nasıl oluyorsa derin bir aşka evriliyor. Seyirciye de -el mecbur- inanmak düşüyor.
Bu hafta adeta bunun remake’iyle karşı karşıyayız: ‘Arkadaştan Öte’. Şansa bakın ki esas kız Jamie’yi ‘Siyah Kuğu’da Natalie Portman’ın kabusu olan Mila Kunis oynamakta. Kendisi parlak bir ‘head hunter’. Genç ve başarılı sanat yönetmeni Dylan’ı (Galiba artık müziği bırakıp kendini sinemaya veren Justin Timberlake) GQ dergisine transfer olup Los Angeles’tan New York’a taşınmaya ikna etmekle görevli. “Sen bir de bu şehri benim gözümle gör” deyip onu New York’un turistik olmayan köşelerinde dolaştırıyor. Bildiniz değil mi o sahneyi, hani

Yazının Devamı

Radyo uğruna katledilen şarkılar

16 Eylül 2011

Birileri sizin şarkınızı ciddiye alıyor, sahipleniyor, dinleyip hisleniyor. Siz hiç acımadan onu önünüze koyup kesip biçerek bir tür reklam cıngılına dönüştürüyorsunuz

Yazın başından beri dinlemeyi çok sevdiğim bir şarkı var: ‘Ben Öldüm’. Gece grubunun baharda çıkardığı albümün klip şarkısı ve ilk duyduğum andan beri her karşılaştığımda derhal radyonun sesini açmama neden oluyor. Albümü almama da ramak kalmıştı ki, o radyonun sesini bir açışımda hayret verici bir durumla karşılaştım.
Şarkının sağlam sound’u, çok akılda kalıcı melodisi ve de alışılmadık derecede iyi sözleri var. “Neden insan ayıpladığını yaşamadan ölmüyor?” gibi gayet düşünülmüş ve düşündüren sözler. Ve fakat o da ne? Tam siz o sözlere takılıp düşünceye dalmışken, solist “Dinle / Hep Powertürk’le” diyerek sizi uyandırıyor.
Duyduklarıma anlam vermem gerçekten zaman aldı. Sonra başka örneklerine de rastladım ve nihayet aydım ki, Powertürk kimi çok çaldığı şarkılara, belli ki çok çalmanın bedeli olarak, radyonun adının geçtiği cümleler ekletiyor. Birileri de bunu kabul ediyor, alıyor önüne şarkısının sözünü ve münasip bulduğu bir yerine ‘Powertürk’ ekliyor! Bilahare Ceynur’un ‘Arabada

Yazının Devamı

Kadına şiddeti bari ekranda durdurun!

13 Eylül 2011

Dizilerde tek bir tokat dahi görmek istemiyorum artık. Ama inadına artıyor, kafası kızan koca karısına patlatıveriyor bir tane

Madem ki televizyonun gücüne bu derece inanıyoruz ve gençlerin ruh sağlığını, psikolojik gelişimini korumak adına ekranı ‘yasaklar çemberi’yle çeviriyoruz, benim de bir önerim var... Bana göre Türkiye’nin şu anda karşı karşıya olduğu felaketlerin en büyüklerinden biri, kadına uygulanan şiddettir. Her gün alt alta sıralanan “Boşanmak isteyen karısını kesti”, “Sevdiği adamla evlenen kızını doğradı”, “Kaşının üstünde gözün var diyen sevgilisini kurşunladı” haberlerini sadece bir hafta takip edin. “Üçüncü sayfa haberi işte” deyip geçmeden, uzak diyarlarda yaşanan ‘münferit olaylar’ gibi bakmadan. Öyle değil çünkü. Kapı komşunuzda, yanı başınızda ve emin olun her gün daha da yakınınızda kadınlar dövülüyor, işkenceye maruz kalıyor, öldürülüyor.
Ve Türkiye kadınlar için giderek daha tehlikeli bir hal alırken, ben o akşam oturup izlediğimiz dizilerde tek bir tokat dahi görmek istemiyorum artık. Orada da inadına artıyor, kafası kızan koca karısına patlatıveriyor bir tane. ‘Ay Tutulması’na baktım en son, boşanmak istemeyen eş, “N’olur ayrılmayalım”

Yazının Devamı