Önce hayvanların yaşam alanlarını talan ediyoruz, sonra “Ayı köye indi” diye dehşete düşüyoruz. Sen ona yaşayacak yer bırakmazsan köye de iner, eve de girer
Birkaç gün önce ‘Cadde’nin Patisi’ Itır Ilgaz da yazmıştı, ‘Ayıdan katil olur mu?’ diye. İspir’in Yeşilyurt köyünde iki kişiyi öldürdüğü için hakkında ‘vur emri’ çıkartılan ayıdan söz ediyordu. ‘Katil ayı’dan! Hayvanların hayatta kalma ve türlerini devam ettirme güdüsüyle hareket ettiğini, planlı programlı cinayet işlemediğini, dolayısıyla onlardan ‘katil’ olamayacağını anlatıyordu.Benim safım belli, en vahşi hayvanın bile insan kadar acımasız olamayacağını düşünenlerdenim. Ve bir ayının durup dururken köye inip insanlara saldırmayacağını...Nitekim, birkaç gün içinde anlaşıldı durum. Doğaya saygısı sıfır olan insanoğlu ayılara yaşayacak alan bırakmamış bölgede. Özellikle Gülbağ Hidroelektrik Santralı yapılırken ayıların su yatakları dinamitlenmiş, yavru ayılar telef edilmiş. Sığınacak yer kalmamış hayvanlara.Atatürk Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Atasever’e kulak verelim: “Vahşi hayvanların yaşam alanları giderek daralıyor. Bunda özellikle ayıların yediği yaban meyve ağaçlarının
Haldun Taner’in ölümsüz eseri emin ellerde televizyon dizisi oluyor. Senaryo Özen Yula’ya emanet. Yönetmense Çağan Irmak. Ancak metnin kendisi kadar ünlü müziklerinin kullanılma-ması tartışma yaratıyor
Dizi sektörü Türk edebiyatının klasiklerine sıkça başvurur oldu son yıllarda ya, bana göre iyi oldu her iki taraf için de. Bir yanda ekranda nitelikli sayılabilecek, en azından öyküsü olan işler izliyoruz, öte yandan birileri merak edip o dizinin kitabını alıp okuyor. Karşılıklı olarak verimli bir işbirliği. Hele de ehil ellere teslim edilirse ki ben bu konuda ‘Yaprak Dökümü’nden ‘Aşk-ı Memnu’ya başarılı işler çıkaran, edebiyat klasiği olmasa da bir sinema yapıtı olan ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’yi eli yüzü düzgün bir televizyon dizisine çeviren Ece Yörenç-Melek Gençoğlu ikilisine sonsuz güveniyorum. Bu yüzden biliyorum ki önümüzdeki sezon karşımıza çıkması beklenen Orhan Pamuk’un ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ romanı da emin ellerde.
Şamama kim, sen kimsin?
Aynı şekilde Nahit Sırrı Örik’in bir eserinin senaryosunu Hatice Meryem kaleme alıyorsa (‘Eve Düşen Yıldırım’ yakında ekranlarda) ben ondan umutlanırım ve sadede gelmek gerekirse Haldun Taner’in başyapıtlarından biri Özen Yula’ya
‘Yeryüzündeki Son Aşk’ filminden şu sonuçla çıkmak mümkün: “Dünyayı türlü felaketler kasıp kavursa bile, aşk öyle yüce bir duygudur ki, yine de ayakta kalacaktır...”
30’lu yaşlarında güzel, başarılı bir bilim kadını, Susan. Sadece güzel değil, akıllı, komik, karizmatik ve mesafeli. Görünüşe göre üst üste kalp kırıklıkları yaşamaktan bezmiş, aşktan umudu kesmiş. Michael ise bizim Issız Adam’ın ‘ıssız öküz’ versiyonu. Birlikte olduğu kadını gece uykusunda dürtüp “Sen artık eve gitsen, ben yatağımda biri varken uyuyamıyorum” diye kovuyor, öyle anlatayım. Üstelik onun gibi aşçı ve “Sana yemek pişireyim”ci.
Bu iki farklı şekilde arızalanmış insan kaderin cilveleri sonucu tanışıyor, bu kez seviştikten sonra “Sen eve gitsen, yalnız kalmak istiyorum” diyen Susan olduğu için, kendisine nazik davranan kızları hırpalayan Michael ona tutulup kalıyor.
Gelgelelim tam aralarında tutkulu bir aşk doğmak üzereyken, dünyayı da bir felaket sarıyor. Kaynağı, sebebi, sonucu bilinmeyen bir salgın hastalık... Semptomları aynı, dünyanın dört bir yanında insanlar bir anda durup hüngür hüngür ağlamaya başlıyor, bu krizden koku alma duyularını yitirmiş olarak çıkıyorlar. Yeme içmenin hazzından,
Anlaşılan Fida Film, Nihat Doğan’ın Survivor popülaritesini oyunculuk gücünden çok daha önemli buluyor
“Gerçekten okuduğumda Bu bir Zaytung haberi olabilir mi?” dedim. (Bilmeyenler için söyleyeyim, Zaytung gerçek olamayacak absürd haberler yayınlayan bir mizah sitesi) Ali Eyüboğlu, Milliyet televizyon ekindeki köşesinde ‘Hababam Sınıfı’nın TNT için dizi olacağını müjdeliyordu. Ama gelin görün ki başka şartlarda gerçekten müjde sayılabilecek bu haber, Fida Film’in ellerinde bir kara mizaha dönüşmüştü. Senaryoyu Gani Müjde’nin yazacağı dizinin iki oyuncusunun belli olduğunu yazıyordu Eyüboğlu. Kim bunlar? Sıkı durunuz, Nihat Doğan ve Yılmaz Morgül!
İlki felsefe hocası Nirvana Nihat, diğeri de beden hocası rolünde boy gösterecekmiş dizide. Yani ‘Hababam Sınıfı’ sevenlerin gönlünde Şener Şen gibi bir usta oyuncuyla can bulmuş Badi Ekrem ya da başka isimli bir beden hocası, ne fark eder? Bir de açıklama var: Giydiği seksi kıyafetlerle öğrencilere beden dersi verecek Morgül, sık sık Nirvana Nihat’ın hışmına uğrayacak.
Yok artık!
‘Hababam Sınıfı’, klasikleşmiş sahneleriyle beyinlere kazınmış, birçoğumuzun çocukluk anıları içinde müstesna yere sahip bir olaydır.
Garanti ediyorum, bu filmi izleyen bir penguen edinmek isteyecektir. Bilemiyorum, bu ne derece tercih edilesi bir durum, hele de bir şey istedi mi tutturan bir çocuğunuz varsa... Ama bir yandan, hele de bir çocuğunuz varsa, bu filmi görmeniz kaçınılmaz. Bayramda tatile gitmiyorsanız önereceğim bir numaralı eğlence
Jim Carrey’nin yeni filmi ‘Babamın Penguenleri’nden söz ediyorum. Bir kere hikaye sağlam olunca, ortaya iyi bir iş çıkmasının koşulları yarı yarıya sağlanmış oluyor. Bu da, Amerikalı yazar Richard-Florence Atwater’ın 1938 tarihli çocuk kitabı ‘Boyacının Penguenleri’nin bir uyarlaması. Arzu ederseniz Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı da edinebilirsiniz.
Şu çocukluğumuzun pazar sabahlarını hatırlatan sıcaklıkta, tatlı bir aile öyküsü. Tommy Popper, başarılı ve acımasız bir işadamı. İnsanları ikna etme konusunda hiçbir üçkağıttan kaçınmayan bir emlakçı. Son işi, Central Park içindeki tarihi restoranın sahibini (Angela Lansbury, bence filmin en güzel sürprizlerinden biri de o) orayı satmaya ikna etmek. Bunu becerirse çalıştığı firmaya da ortak olacak, ama kendisi dahil pek çok kişinin anıları da o restoranla beraber yerle bir olacak. Tommy‘nin umrunda
Yeryüzünde insandan başka yemeyeceği canlıyı öldüren yaratık yok. Ancak karınlarını doyurmak için öldürüyorlar hayvanlar, doğaları gereği. İnsan o, para için, güç için, iktidar için, zevk için can alan. Kedi yavrularının gözünü oyan, köpekleri üzerine benzin döküp yakan, ineğe, eşeğe tecavüz eden de insan
Dün Milliyet’in ana sayfasında gördüm başlığı: “Bunu yapan insan olabilir mi?” Neyi? İzmir’de Karaburun’la Mordoğan arasında dolaşan, sol ön ayağını bir teknenin motoruna kaptırdığından avlanamayan, balıkçılar tarafından beslenen ‘Yanaşma’ adlı dişi caretta caretta, ayağına büyük bir taş bağlanarak öldürülmüş! Bitmiyor, yanında da kafası kesilmiş bir yavru caretta caretta bulunmuş.
Hakikaten anlaması, inanması zor, birisi bunu iş edinmiş, planlamış, uğraşmış, dünya alemin nesli tükenecek diye korumaya aldığı bir canlıyı ve yavrusunu, akla gelmesi bile endişe verici bir yöntemle katletmiş. Patara’da caretta caretta’ların kafeslerle korunan yumurtalarını gör-müştüm kısa süre önce. Sonra Dalyan’da yumurtadan çıkan miniklerin denize yürüyüşünü izledim televizyonda. Öyle güzeller ki. Mucize gibi. Nasıl kıyılır onlara?
Belli ki yazı işlerindeki arkadaşlarım hâlâ insandan
Bir filmin başrollerinde Robert de Niro ve Monica Bellucci’nin olması, onu merak etmek için yeterli sebeptir. Ben de bu nedenle aslında ‘Aşkın Kullanma Kılavuzu’ gibi klişe bir ada sahip olan ‘Manuale d’Am3re’, bir başka kötü klişe isimle ‘Her Yerde Aşk’ olarak ülkemize gelince, koştur koştur gittim. Neticede aşk aslında neredeyse ‘hiçbir yerde’ olduğu için sinemada bulunduğunda kaçırılmamalı diye düşünerek... Ve ‘amore’nin ortasındaki ‘3’ de ne ola ki, diye merak ederek...
Toscanalı yönetmen Giovanni Veronesi, 2005’ten beri aşka dair muhtelif ‘kullanma kılavuzları’ hazırlamayı kendine görev bilmiş. İlkinde aşkın neşeli ve üzgün yanlarını anlatan üç öyküyü bir araya toplamış, ikincisinde bu kez dört ayrı aşk hikayesi anlatmış ve 2011’de de gelmişiz serinin üçüncüsüne.
Eros okunu fırlatıyor
İyi bir çıkış noktası olabilir belki ama ben izlediğim bu partide o öykülerin yan yana gelmesine bir gerekçe bulamadım. İlkinde, Ferzan Özpetek’in ‘Serseri Mayınlar’ının yakışıklı Tomasso’su Riccardo Scamarcio’nun ortasında durduğu bir aşk üçgeni mevcut. İkinci öykünün bana sorarsanız aşkla filan ilgisi yok, orta yaşlı ve peruklu bir haber sunucusunun bir gecelik ilişkisinin bir
Mutfakta erkek bulunmasının haber değeri taşımadığı bir evde büyüdüm ben. Babam bana göre dünyanın en lezzetli reçellerini, muhallebilerini yapar, gerektiğinde iki dakikada kendi uydurduğu çorbalar, et yemekleri pişirirdi ve bu benim için büyük bir övünç vesilesiydi. Diğer babaların çok da mutfakla işi olmadığının farkındaydım herhalde.
Pişirme saadeti
Ve yine herhalde bu yüzden, yemek pişiren erkekleri hep çok beğendim ve kadın-erkek, mutfakta usta olan insanlara hayranlık duydum. Bunlardan biri de, kendisinden önce ‘Dina’nın Mutfağı’ kitabını tanıdığım, sonra arkadaş olduğum, her dakika “Deniz Hanıııım, kuzu budu aldım, nasıl pişireceğim?”, “Levreğe nasıl bir sos yapmalıyım?” diye odasına daldığım, hatta birlikte yemek pişirme saadetine erdiğim Milliyet hafta sonu eklerinin yayın yönetmeni Deniz Alphan’dır.
Kendisi hayatı her daim yüzünde geniş bir gülümsemeyle yaşar, ama arkadaşlarıyla birlikte girdiği mutfak, en mutlu olduğu yerlerden biri. Birisi kessin, öteki karıştırsın, hep beraber gülelim söyleyelim... Bu yüzden de ne yapmış? Kimisi halihazırda dostu olan, kimisiyse kuşkusuz bu projeden itibaren arkadaş olacağı 28 erkeğin evine gitmiş, mutfaklarına dalmış,