Hollanda - Arjantin buluşması, kuşkusuz yarı final ilk maçının tarihi sonucundan (Almanya 7 - Brezilya 1) fena halde etkilenmişti. Gerçi iki takım da Brezilya kadar yanlış, dağınık ve zayıf değildi ama, olsun. Kazaya uğramamak, sarsılıp dağılmamak adına kontrolu ve ciddiyeti elden bırakmadan oynamaya çalıştılar.
Hem kazaya uğramaktan korkuyorlardı, hem de rakiplerine saygı duyuyorlardı. Böylece “tedbir” (savunma) öne çıktı, “teşebbüs” (hücum) ertelendi.
İlk yarı Arjantin topla daha çok oynayan, daha baskılı görünen taraftı. İkinci yarıda Hollanda oyuna ortak oldu. Özellikle normal sürenin son dakikalarında baskısını arttırdı.
Yine de sahadaki yıldız oyunculara bakarak maçın “yavanlaştığını”, “kısırlaştığını” söyleyebiliriz. Tamam kimse 8 gollü, sarsıcı bir maç beklemiyordu ama, iki dünya devinin normal süreyi gol bulamadan bitirmesi keyif kaçırdı.
Mircea Lucescu ile başladı. Sonra Almanya’ya dönüp Tuchel’in adını attı ortaya. Derken Dünya Kupası’na yöneldi. İsviçre Milli Takımı Teknik Direktörü Ottmar Hitzfeld, Almanya’nn patronu Joachim Löw ve ABD’nin hocası Jürgen Klinsmann’la yoklama çekti. Bu temasları sırasında sık sık ortaya atılan Mustafa Denizli’nin, listesinde olmadığını, hocayı kırmayacak biçimde kibarca beyan etti. Özellikle vurguladı ki Alman ekolünün, Alman teknik adamlarının peşindedir. Vizyonlarında Alman hocalardan yana bir tercih vardır.
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, yukarıdaki kısa öykünün sonunda hepimizi ters köşeye yatırarak Çizme’den tavşan değil, bir İtalyan çıkardı: Cesare Prandelli!
Yine de ön yargılı olmayalım... Prandelli’nin hocalığı hakkında yapılan yorumların ortaya koyduğu ortak kanı “saygıyı hak eden bir kariyer”e sahip olduğudur. Tıpkı Roberto Mancini gibi, yaptıklarını ilginç ve tuhaf karşılasak da saygı duymalıyız.
Prandelli ile ilgili en somut gerçekler, İtalya’da onca başarısına rağmen lig şampiyonluğunu kazanamaması ve ilk kez yurt dışında bir takımı çalıştıracak olmasıdır. Evet, şampiyonluk kazanamamıştır ama, çalıştırdığı takımlarla Şampiyonlar Ligi’nde grup liderliğini
Dünya Kupası’nda oynanan onca maçın, yaşanan onca dramın, rezaletin ve sürprizin içinden bizim payımıza abuk bir polemik çıktı.
Hamza Hamzoğlu- Sneijder arasında TRT aracılığıyla oluşan, sosyal medyada da köpürtülerek bu köşeye kadar uzanan bir polemik.
Dünya Kupası ikinci tur maçlarını yerinde izlemeye giden Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim ve yardımcısı Hamza Hamzaoğlu hazır gelmişken TRT’nin canlı maç yayınında “konuk yorumcu” olarak yer alıyorlar.
Spiker arkadaşımız Hünkar Kutlu, Hollanda - Meksika maçını anlatırken Hamzaoğlu’na Wesley Sneijder’in Worl Soccer dergisinde yayınlanan sözlerini hatırlatıyor: “Holanda’da oynamaktan Türkiye’dekine göre çok daha zevk alıyorum. Hollanda’da çok daha hızlı paslaşılabiliyor, tek pas yapılabiliyor. Dolayısıyla çok daha hızlı ve zevkli bir oyun oluyor. Ama Türkiye’de topa 2-3 kere dokunmadan pas atamayan çok futbolcu var.”
Saldırgan yorum
Hamza Hamzaoğlu’nun bu teknik gözleme yaptığı yorum dikkat çekiyor: “Sneijder, Türkiye’de koşmuyor. Pres yapmıyor. Hollanda’da ise savunma yapıyor. Acaba Türkiye’de aldığı parayı hak ediyor mu?”
Abartılı biçimde sert, saldırgan ve o kadar da gereksiz bir yorum bu. Sneijder’in
Polemikleri sevmem. Konunun aslından sapıp küçücük detayları pireden deveye döndürerek sporun sorunlarını kişisel soruna çevirerek düelloya tutuşanlardan değilim.
O nedenle Sevgili Ercan’ın (Güven) “Ergin Ataman’dan Milli Takım Antrenörü olmaz!” ana fikri ile yazdığı yazıya saygı duyuyorum, ama katılmıyorum.
Milli Takım’ın her zamandan daha çok Ergin Ataman’a ihtiyacı var. Şaka değil, üstüne para vererek elde ettiğimiz Wild Card’la 30 Ağustos’ta başlayacak Dünya Şampiyonası’na katılacağız.
Yıllar sonra -nihayet- Tanjeviç’ten soyutlanmış bir kadro ile, yepyeni oyuncularla yeni bir yol arayacağız.
Ergin Ataman, bu ülkenin yetiştirdiği önemli değerlerden biri. Enerjisini, bilgisini, hırsını, tutkusunu ve vizyonunu görmek bizim, göstermek de onun hakkıdır.
Bu haktan kirlenmiş ve örselenmiş “ezeli rekabet” uğruna vazgeçemeyiz. Ne biz, ne de o!
Basketbolun “öksüz final” dışında da sorunları var.
Nihayet, ev sahibi, ev sahipliğini hatırladı... Açılış maçında rahat bir galibiyet aldılar. Meksika’ya karşı tutukluk yaptılar, sıkıntı yarattılar. Ama dün geç ısınan eski dizel motorları gibi açıldılar...
Evet, Brezilya biraz daha Brezilya gibi oynadı. Neymar daha Neymar’dı. Maça 2 golle ağırlığını koydu, zaman zaman ipleri eline alarak lider karakterini sergiledi. Sağıyla yaptığı iki muhteşem vuruş gerçekten topa yıldız tozu konduran büyülü dokumuşlardı.
Haydi Neymar’ı bir kenara koyalım. Ne yaptığını, nasıl oynadığını anlamadığımız göstermelik santrfor Fred bile gol attı dün. Sonradan giren Fernandinho da öyle.
Özetle Brezilya, zaman zaman Avrupalılara özenerek sağlam savunma organizasyonlarına girişse de genlerinde hücumun ve golün şifrelerini taşıyan bir futbol ülkesi olduğunu gösterdi dün.
Kamerun karşısında Silva ve David Luiz’e rağmen zorlandılar. İnanılmaz açıklar verdiler. Ama her defasında hücumcuların golleriyle rahatladılar. Kamerun’un geç kalmış bir enerji ve istekle körlemesine yaptığı ataklar 1 golün fazlasını getiremedi. Dahası zaman zaman yaptıkları anlamsız sertliklerle (Nyom’un Neymar’ı itip kakması gibi) can sıkan çirkinliklere de yöneldiler.
Brez
Arjantin - İran ilişkileri, aradaki okyanusa rağmen çok yakın ve sıcak... İran’ın ilk nükleer yatırımlarında Arjantin’in ciddi yardımı ve katkısı var. Öte yandan Arjantinli genç kızla İranlı delikanlının aşkını, farklı kültürleri karşılaştırarak anlatan bir de belgesel yapmışlar.
Futbolda Dünya Kupası’nın en renkli taraflarından biri akla gelmeyecek eşleşmelerle farklı kültür ve coğrafyaları buluşturması.
Doğrusu, en sıkıcı maçlardan birine tanık olduk. İki Dünya Kupası kazanmış Arjantin, gelmiş geçmiş en büyük futbolcu olarak gösterilen Messi’li kadrosuna, Di Maria, Mascherano, Higuain ve Aguero gibi yıldızlarına rağmen yavaş futbol oynuyor. Delici ve yaratıcı hamleler yapamıyor. Higuain, Real Madrid’den ayrıldıktan sonra beklenmedik biçimde inişe geçmiş. Böyle olunca Messi’nin de canı sıkılıyordur elbet... Kendini yalnız ve çaresiz hissediyordur zaman zaman. Ama unutmamalı, o kendini çaresiz hisseden adam, bizatihi takımının çaresi! İran karşısında daha çok pas yaptılar, daha çok gol pozisyonuna girdiler, daha çok korner, frikik attılar. Ama bekledikleri golü bir türlü atamadılar. İran santra çizgisinin gerisine 5, önüne de 5 adam dizerek acaip bir alan savunması
A vrupa’da kulüp formaları, Latin Amerika’da ise milli formalar en büyük aşktır futbolcu için... Benim uydurmam değil. FİFA’nın 1990 Dünya Kupası’ndan sonra saptadığı bir gerçek bu. Giderek derinleşen, büyüyen bir gerçek. Rio de Janeiro’nun ünlü Maracana Stadı’nda bu gerçek bir kez daha hükmünü icra etti.
Şampiyonlar Ligi final turlarına adeta abone olan Barcelona (4) ile Real Madrid (3), toplam 7 oyuncu ile İspanyol Milli Takımı’nın omurgasını oluşturuyordu. Bunlara son finalist ve İspanya Şampiyonu Atletico Madridli Diego Costa’yı da ekleyin, kulüp formalarıyla saltanat süren, her türlü zafere doymuş “yorgun” bir Dünya Şampiyonu ile karşı karşıyasınız..
...Ve yine İspanyolca konuşan bir Latin Amerika ülkesinin takımı : Şili... Orada sadece 1 Barcelonalı (Alexis Sanchez) ve 2 Juventuslu (İsla, Vidal) var... Ötekiler de ülke dışında İspanya’dan Galler’e, Brezilya’dan İngiltere’ye uzanan gurbet coğrafyasında daha mütevazı takımlarda oynuyorlar. Ama bir araya geldikleri zaman büyüdüklerini, bayraklarını ve ülkelerini alkışlatmak için müthiş heyecanlandıklarını görüyorsunuz.
Allende ve Neruda ile sevdiğim Şili, futbolda da işte bu nedenle ruhumu okşuyor. O futbolculara
Katar’ın 2022 Dünya Kupası’nın ev sahipliğine seçilmesi, FİFA’nın kaynayan kazanlarında basıncın artmasına, kapakların oynamasına neden oldu.
Dünya futbolunun en karizmatik liderlerinden “Kayzer” Franz Beckenbauer de FİFA’nın bağımsız soruşturmacısı Michael Garcia’nın kenara çektiği sanıklar arasında yerini aldı. Garca, Franz Beckenbauer’e tam 130 soru sordu. Bunları yanıtlamaya yanaşmayan, iddiaların aydınlatılması için işbirliğinden kaçınan Beckenbauer, 90 günlük cezayı alınca durmak zorunda kaldı. 130 sorunun 129’unu İngilizce, “rüşvet”le ilgili 130. soruyu Almanca yanıtladı.
Garcia, Katar’la ilişkilerini sordu Beckenbauer’e...
Onlarca ayrıntılı soru ve yanıtlarının ortaya çıkardığı bir gerçek var: “Kayzer”, 2009 ve 2011’de iki kez Katar’a gitmiş... İkinci ve son ziyaretinde Hamburg merkezli bir Alman firmasının danışmanı olarak davetliler arasına katılmış. İmparator, Katar’ın adaylığıyla ilgili herhangi bir anlaşma imzalamadığını, yanlış işler yapmadığını söylüyor. Süddeuszche Zeitung gazetesi ise Beckenbauer’i “kibirli” ve “uzlaşmaz” kimliğiyle eleştiriyor.
Almanya - Katar ilişkilerinde dikkat çeken başka noktalar da var. Örneğin geçen yıl 9 Eylül’de Uluslararası