Şimdi hedef de Kocaman!

5 Nisan 2013

Lazio, tipik bir İtalyan takımı... Savunma ilkelerinden asla ödün vermiyor. Ama bir fazlalığı var. Aynı zamanda hücumcu karakterini de öne çıkarıyor. Bu özelliği UEFA Avrupa Ligi’nde onları hem yenilgisiz bir ekip haline getirmiş, hem de golcü bir kimlik kazandırmış... İçeride ve deplasmanda birer düzine gol atmışlar.
Bu özet Aykut Kocaman’ın Saracoğlu’ndaki ilk randevu için belirlediği oyun planını da etkilemiş anlaşılan. O nedenle rakip 10 kişi kalana kadar (dk 62) Fenerbahçe “sıfır risk” ilkesiyle oynadı... Savunma önlemlerinden vazgeçmedi. Hücumda Kuyt, Webo ve Sow’la sık sık yer değiştirerek akıllı koşular ve baskı ile Lazio’nun savunma hattını adeta cezaalanına hapsettiler. Dahası İtalyan takımının orta alanı da savunmasına yardım için geriye çekilince Mehmet Topal, Meireles ve Baroni’ye geniş alanda oynama, sürpriz şutlarla skoru arama şansı doğdu. Baskılı oyunda İtalyan defansı kadar Saracoğlu’nun direkleri de direnişe katıldı. İlk yarıda Sow’un, ikinci yarıda Meireles’in şutları direklerden döndü.
İskoç hakemin Onazi’ye ikinci sarı ve kırmızı kartı göstermesi, Fenerbahçe’yi rahatlattı. Hücumda daha etkin ve daha cesur girişimlerde bulundular. Duran top kullanma

Yazının Devamı

Başbakan’a dilekçe

3 Nisan 2013

EC gitti, olimpiyat gündemi bitti! Yeniden Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, Real Madrid ve Lazio ile kapışacağı çeyrek final maçlarına odaklandık. Yeniden salonlara, sahalara döndük. Ama böyle olmamalı. Gündemin peşinden koşarken, ajandamızdaki büyük randevuları, önemli olayları atlamamalı, unutmamalıyız.
O nedenle, izniniz olursa, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC), Değerlendirme Komisyonu (Evaluation Commission/EC) ziyaretini ve sonrasını irdelemeye devam edeceğim.
Heyecanla, umutla, sevgiyle ve özlemle dile getirdiğimiz İstanbul 2020 Olimpiyat Oyunları adaylık çalışmaları ve sunumlar, her ne kadar kaygılandığımız biçimde büyük arızalar yaratmamış, Türkiye daha derli toplu ve ciddi biçimde kendini ifade etmişse de, aşırı duygusallığa ve iyimserliğe kapılmadan gerçekçi değerlendirmeler yapmalıyız.
EC Başkanı Sir Craig Reeddie’nin sunumlar sırasında “Biz politikacılarla değil, doğrudan milli oimpiyat komiteleri ile muhatap oluruz” demek gereğini duyması, diplomatik uyarıdır. Adaylık sürecinde bu ince mesajın çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Öte yandan Sir Reeddie’nin üç aday kentle ilgili olarak yaptığı İngilizce tanımlamalar da dikkatle değerlendirilmeli.

Yazının Devamı

Yaşasın Nobre (!)

2 Nisan 2013

Kolayca paylaştığımız bir ilke var: Futbolun dili evrenseldir. Tamam, hiçbir itirazım yok da... Beşiktaş, futbolun dilini bilmiyor.
Takımın kendi içinde hâlâ yerli yerine oturmamış, iğreti bir durum var. Takım içi iletişim bir türlü kurulamıyor.
Fernandes ve Niang, futbolun evrensel dilini konuşuyorlar. Oğuzhan Özyakup da zaman zaman onlara ayak uyduruyor. Ama ötekiler, bu dili konuşmuyorlar. En çok da Olcay Şahan’a şaşıyorum. Yeteneğine, ulusal formadan aldığı davete ve tüm samimiyetine rağmen, Olcay henüz bu dili öğrenebilmiş değil.
Takımın arkadaşlığı, dayanışması, koşusu iyi de, Beşiktaş’ta “dil birliği” yok!
O yüzden Niang’la Fernandes topu kullanırken birbirlerini anlıyorlar.
Oyunun akışını, arkadaşlarının ne düşündüğünü çözüyorlar. Ötekilerin çözümleme noksanı ya da iletişim kopukluğu Beşiktaş’ın oyununu yavaşlatıyor, verimliliği düşürüyor. Kolay maçı içinden çıkılması zor labirentlere dönüştürüyor.
Mersin İdmanyurdu, sezonun en çok yanlış yapan, yanlışlar içinde bocalayan takımı. Üçüncü antrenörle çalışıyorlar. Kadroda gelen-giden birçok oyuncu var, ama henüz bir takım aidiyeti oluşmuş değil...

Yazının Devamı

Muhteşem üçlü

1 Nisan 2013

Açık söyleyelim. Fenerbahçe’nin üç adamına hem alkış hem saygı borcumuz var. Çünkü onlar, hem birbirlerine hem formalarına hem de oyuna saygı göstererek her maç değişmeyen istek ve enerjiyle görev borçlarını ödüyorlar. Kuyt, Sow ve Webo, Fenerbahçe’nin son yıllarda yakaladığı en değerli, en uyumlu, en etkili ve en verimli üçlüsü onlardan oluşuyor.
Akhisar Belediyespor sanki miniklere futbolun nasıl oynanıp, nasıl oynanmayacağını gösteren laboratuar takımı gibi. Evet, Sonko ile topları iyi kesiyorlar. Kenan, Merter, Emin ve Sertan (sonradan Giray ve Bruno) orta alanda kaptıkları topu çok güzel paslarla, biraz da yavaşca ileri taşıyorlar.
Bunlar güzel. Ama bir takım tüm umudunu yorgun emektar Gekas’ın ayaklarına bağlarsa, o orta alandaki oyun başka türlü olmalı. Gekas’ı doğru dürüst, etkili biçimde pozisyona sokamadılar. Kanattan top taşıyamadılar. Duvar pası yapacak biriyle de Gekas’ı eşleştiremediler. Ne yapsın Yunan golcü. Hem gurbette yalnız, hem de saha içinde!
Fenerbahçe’ye dönersek, Lazio maçı öncesinde sakatlara, cezalılara rağmen iştah ve enerji gösterdiler. Savunmada zorlanmadan, orta alanda akıllı ve sakin bir oyunla öndeki üç adama topu atıp gövde gösterisi

Yazının Devamı

Önce öğren, sonra oyna!

27 Mart 2013

Bazı anlar vardır, yüreğinize taş gibi oturur o yaşadıklarınız... İşte 71. dakika... Macarlar taç atışı yapıyor, kale alanımıza indirilen bir top. Semih’le Böde göğüs göğse... Semih müdahale ediyor ama sektiriyor topu. Böde fırsatı kaçırır mı? Kale ağzından tavana çakarcasına vuruyor...
Hepimizin kanı donuyor adeta. Gerçeklerimizle baş başa kalıyoruz.
Aynada kendimizi görüyoruz. Hayallerimiz gitmiş, görmek istemediğimiz tablolar geri gelmiş. Ne yazık, aynadaki resimler hiç silinmiyor.
Bir taç atışında bile en temel savunma ilkeleri unutuluyorsa, yapılmaması gereken hatalar yapılıyorsa, söz bitiyor... Söylenecek laf kalmıyor.
Oysa büyük bir sabır maratonuydu tanık olduğumuz oyun... Milli Takım, özellikle ilk yarıda Arda ve Alper’le oyuna güzellikler katıyor, şahsiyetli bir duruş sergiliyor, Selçuk’un da katkılarıyla pozisyon üstüne pozisyon yaratıyordu. O pozisyonlardaki “esas oğlan”ımız Burak Yılmaz’dı. Nedense istediği vuruşları yapamıyor, ya zamanlama ya da şiddeti ayarlayamama yüzünden çok değerli fırsatları harcıyordu. Dedik ya, sabır maratonuydu bu. Milli Takım her şeye rağmen telaşlanmadan, paniğe kapılmadan hem topa, hem de oyuna sahip oldu... Ancak golün bir

Yazının Devamı

Köprülü sınav

27 Mart 2013

Haydi sır gibi saklanıp Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç tarafından açıklanan İstanbul 2020 sloganından başlayalım:
Bridge together.. Birlikte köprü (kuralım)... Kıtalar arasında, dinler, diller, cinsiyetler, ırklar, kültürler, ülkeler arasında iletişim kurmaya, insanlığın birbirini anlamasına, birbirine ulaşmasına, barışa, kardeşliğe uzanan bir köprü çağrısı bu.
Hemen belirtmeliyim ki, derdimi anlatıp yazacak kadar İngilizce bilmeme rağmen hiç iddialı değilim. Daha iyi bilenlerin yanında hep susmayı tercih ederim. Ayrıca bir dili konuşmak ve yazmak farklı, o dilin uzmanı olmak çok daha farklı. Böyle bir çerçeveden bakınca, haddim olmayarak o sloganın başında sanki bir “let’s” sözcüğü eksik gibi duruyor. Daha akademik değerlendirmeyi elbet uzmanlar yapar. Yine de bu sloganın anlaşılır, basit, ama derin içeriği bana sıcak geliyor.
Tokyo’nun sloganı “Discover tomorrow” (Yarını keşfet), Madrid’inki “İlluminati...Future” (Aydınlanma...Gelecek) olarak belirlenmiş. Bizim arkadaşlar da, ben de o kadar beğenmedik. Kolayca, zahmetsiz, geçiştirilivermiş algısı yaratıyor. İçi çok da dolu olmayan bir slogan bu. Kimbilir, belki de bu konuda tarafsız olamadığım için böyle düşünüyorum.

Yazının Devamı

Fil ve fare

23 Mart 2013

Türkiye ile Andorra’nın futbol terazisindeki oranları işte aynen başlıkta görüldüğü gibi... Bu küçük ülkelerin Avrupa ve Dünya Kupaları Elemeleri’nde “çerez olmak” gibi bir kaderi var. Bu kaderi değiştirmek de o kadar kolay değil... O nedenle dünkü gibi karşılaşmalar hem futbolun tadını ve keyfini azaltıyor hem de gereksiz acınma duyguları yaratıyor.
Yine de oyuna saygı duymak gerek... Kurallar belli... Oyuncu sayısı da eşit olduğuna göre doğru oynamak, iyi oynamak, hamleleri doğru yapmak beklenir...
Andorra iyi niyetle kendi güçsüzlüğünün ve yetersizliğinin kabulü ile oyunu olabildiğince ceza alanından uzakta oynamak istedi. O nedenle topu sürekli olarak savuşturup uzun vuruşlarla bizim ceza yayımızın önüne doğru attılar. Bu serseri toplar bir kazaya da neden olabilirdi. Can sıkıcı tablolar yaşamadığımıza sevinelim... Öte yandan Abdullah Avcı elindeki oyuncularla doğru ve isabetli bir 11 belirlediği halde rakibin futbolsuzluğundan dolayı Milli Takım da istediklerini yapamadı.
Skor tabelasında elbette iki golümüz var. Maçı kazandık... Biri duran toptan, biri de Arda-Umut-Burak trafiğinde güzel bir çapraz vuruştan geldi... Selçuk ve Burak’ın ayaklarına sağlık... Ancak

Yazının Devamı

Madrid’in sihirli kriz formülleri

20 Mart 2013

THY’nın İstanbul-Madrid uçuşunda yol arkadaşım Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Sayın Ayşe Sinirlioğlu... Keyifli ve şanslı bir yolculuk oldu. Sayın Büyükelçi, arkadaşlarımla sürekli futbol konuştuğum için “Maça mı gidiyorsunuz?” diye sordu. Kendisine Tokyo, Madrid ve İstanbul’un 2020 adaylık yarışını anımsattım ve görevimizin bu defa futbol değil, olimpik gözlemlere dayandığını söyledim.
Üç kız babası, ikiz kız torun dedesi olarak yol arkadaşımla gurur duyuyorum. Sayın Büyükelçi, sporu seviyor. Arda Turan ve Mesut Özil’in sık sık elçiliği ziyaret ettiğini, onlarla ilgilendiğini söylüyor.
Arda’nın maçları için fırsat buldukça Vicente Calderon Stadı’na gittiğini anlatıyor. İspanya’nın sıkıntılı bir dönemden geçtiğini belirtiyor. Anlattığına göre özellikle işsizlik yüzde 26’ya dayanmış, gençler arasında bu oran yüzde 60... Bir de Barcelona’dan kaynaklanan sıkıntı var: “Katalan otonom yönetimi merkezi hükümeti sıkıştırıyor. Yeni vergi talepleri var. Toplanan vergilerden daha yüksek pay almak istiyorlar. Bazı vergilerin de tümüyle otonomide kalması önemli hedefleri arasında!”.

H

ayal sayılmaz mı?
Evet, İspanya 1975’de ölen Franko’dan sonra demokratik bir ülke, AB’nin

Yazının Devamı