Nihayet, dördüncü maçta Beşiktaş Süper Final’e dahil oldu... Nihayet, Manisaspor’u deplasmanda 4-1 yendikten sonra girdiği hasret serisini 7. maçta bitirip galibiyetle yeniden (!) tanıştı.
...Ve nihayet Türkiye Kupası dahil, çıktığı her maçta zincirleme goller yiyen Beşiktaş, 20. maçında kalesini gole kapattı.
Başkan Fikret Orman ve arkadaşları da Beşiktaş’ın galibiyetine tanık oldu, nihayet!
Hem de ezeli rakibi Fenerbahçe ile oynadığı dördüncü maçta oldu bütün bunlar...
İnönü Stadı’nda... Çarşı’nın ortasında, kadın ve çocukların tanıklığında!
Oysa çok da galibiyeti vadeden bir oyunu yoktu başlangıçta Beşiktaş’ın... Fenerbahçe, bir gün önceden ayağına kadar gelen fırsatı kaçırmamak için iştahla saldırıyor, Alex ve Semih’le adeta tehdit ediyordu... Kaptan sakat sakat gelmişti İnönü’ye... Tam iyileşmeden, yeterli idman yapmadan, takımla birlikte çalışmadan büyük kredisiyle arkadaşlarına katılmıştı. Emre yedek kulübesindeydi, oyunun merkezi Selçuk ve Baroni’ye kalmıştı. İlk yarıda üst üste kornerler kazanan, sağdan Gökhan, soldan Stoch’un yıpratıcı hamleleriyle hücum organize eden Fenerbahçe’ydi... İbrahim Toraman ve Egemen, çok disiplinli bir çizgi savunma
Galatasaray, Arena’da ikinci hayal kırıklığını yaşadı. İki maçta toplam kayıp 5 puan... Trabzonspor’u deplasmanda 4-2 yenerek adeta meydan okuyan sarı-kırmızılı takım, dün kendi evinde oynadığı oyunla aynı gürültüyü kopardı. Yüksek perdeden hücum borusu çaldı ama, bir türlü golü bulamadı.
Fatih Terim’in bol bol gol adamı vardı...
Elmander, Necati... Melo, duran topların canavarı Selçuk...
İlaveten Baros... Ayrıca Aydın... Emre ve Engin de gol için kendilerini paraladılar...
Ama olmadı!
Elmander, inanılmaz derecede tutuk, durgun ve etkisiz bir oyun çıkardı. Trabzonspor savunmacılarıyla boğuştu ama ayağından doğru dürüst bir şut da çıkmadı. Bu maçı izleyen Galatasaraylılar, özellikle Necati Ateş için tahmin ederim ki çok hayırlı sözler etmeyecektir. Yine de yiğidin hakkını yiğide verelim. Onca pozisyona giren, kale ağzından, kalabalık savunmanın içinden inanılmaz vuruşlar yapan Necati Ateş şanssızdı, bir... O pozisyonlarda dönen ya da seken topları tamamlayacak arkadaşı yoktu, yalnızdı iki... Bir de Giray’ın liderliğindeki Trabzonspor savunmacıları vardı... Kaleci Tolga’yı da unutmayalım... O yüzden Necati Ateş’i eleştirmek yerine anlamak gerektiğini düşünüyorum.
Trabz
TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in açıklamaları ve Profesyonel Futbol Disiplin Talimat’nın 58.maddesinde yapılan değişiklikler, ilk bakışta refleks yorumlara neden oldu.
Siyasetin, Sayın Başbakan’ın söylemleriyle futbola yansıyan görüşleri ve Demirören’in verdiği mesajlara bakıldığında gözle görülür bir paralellik söz konusuydu.
Örneğin kişilerle kulüpler ve kurumlar birbirinden ayrılıyordu.
Ama daha derinden bakıldığında şunlar da bir gerçekti:
3 Temmuz süreci başladığından beri sıkça dile getirdiğimiz ağır ve gaddar 58. madde, yapılan değişiklikle suçun gerçekleşmesi ve teşebbüs halini ayırıyordu. Kendi adıma, “teşebbüs halinde ilgili kişinin yöneticisi olduğu kulübe bu talimatta öngörülen disiplin cezaları uygulanabilir” ifadesinden rahatsız olduğumu da burada belirtmek durumundayım. Bu “uygulanabilir” sözcüğü, ilk bakışta hemen “uygulanmayabilir” sözcüğünü de akla getiriyor. Hukukun sübjektif değerlerle zedelenmesinden elbette kaygılanmalıyız.
58. madde, TFF eski başkanı Sayın Aydınlar’ın da başlangıçta ısrarla savunduğu, koruduğu, ama sonradan değişiklik önerisiyle TFF Genel Kurulu’na taşıdığı bir maddeydi. O genel kurulda, daha önce değişikliği savunan kulüp
İte-kaka top oynamaya çalıştılar, oynayamadılar. Oyuna tempo, hız, çabukluk, beceri katamadılar. Skoru belirleyen de duran top kazaları (ya da becerileri) oldu.
Bunun adı derbi... Üstelik Süper Final’e dahil derbi.
Fenerbahçe de Beşiktaş da kötü ve sıkıntılı bir oyuna ortak oldu. Bulundukları yere, iddialarına, asırlık geçmişlerine hiç yakışmayan didişmeydi sergiledikleri.
Fenerbahçe hafta içinde Karabükspor’la Türkiye Kupası için oynayıp çoğu alternatif oyuncularla final biletini aldı. Hadi yine de fiziksel yorgunluklarına verelim. Beşiktaş’ın nesi vardı acaba? Onlar da farklı sorunlarla mental yorgunluğun tutsağı oldular. Özellikle zamanlama yanlışları yaparak hakemin sık sık çaldığı faul düdükleriyle oyunun akışını engellediler.
Beşiktaş’ta cezalı Almeida dışında hemen hepsi oradaydı. Ama hakça söyleyelim, hiçbiri yoktu! Beşiktaş’ta çoğu futbolcu hedef duygusunu, motivasyonunu kaybetmiş, kontağı kapatmış durumda. O yüzden belki didişip durdular, mücadele ettiler, ama oyuna kişilikli ve yaratıcı katkıda bulunamadılar.
İlk yarıda Edu ile Volkan’ın fiziksel teması, Fenerbahçe kalecisinin en az sekiz dakika süren tedavisiyle maçın gerilmesine, oyunun soğumasına neden
Süper Lig’in zirvesinde sıralanan 4 takımı, aradaki büyük puan farkını da traşlayarak “yılın icadı” play off’ta buluşturur, buna da Süper Final adını koyabilirsiniz...
Ama bilmelisiniz ki zorla güzellik olmaz. Olsa olsa acıklı bir komedi çıkar ortaya.
Yaşadığımız travmatik sezonun traji-komik göstergelerinden biri de Trabzon’da sergilendi.
Türkiye’nin tartışmasız en iyi oynayan takımı Galatasaray, büyüklüğünü, ciddiyetini, kadrosundaki oyuncuların profesyonelliğini, disiplinini ve yaratıcılığını bir kez daha ortaya koyarken, zor deplasmanı keyifli bir skorla kazandı. Görüldü ki Trabzonspor, tıpkı Beşiktaş gibi şeklen play off’a kalsa da bu yükü taşıyamıyor.
Selçuk, Eboue, Necati, Elmander maçın kare asıydı...
İlk yarıyı 3-0’la bitirirlerken anlattılar ki bu ligin en değerli yerli oyuncusu Selçuk İnan’dır. Frikikten bir gol... Duran toptan Necati’ye muhteşem bir asist... Sonra (Necati’nin ikinci golünde) Elmander’le birlikte Eboue’yi gol pozisyonuna sokan büyük zeka gösterisi...
Ayağına, aklına sağlık Selçuk... Dileyelim, daha büyük başarıları uluslar arası alanda da tekrarlarsın!
Sevgili Ercan (Güven) hiç darılmasın. Play Off ya da ambalaj markasıyla “Süper Final” diye pazarlanan organizasyona baştan beri karşıyım.
Bu sistemi yanlış ve haksız buluyorum.
Süper Final’in keyfini çıkarmaya da çok gayret ettim. Ama olmadı. Özellikle ilk haftanın maçları, beni hayal kırıklığına uğrattı.
O hayal kırıklığına karşılık hoş bir sürprizle karşılaştık geçen hafta sonunda.
Fenerbahçe, Galatasaray’ı Arena’da yendi.
Şampiyonluk için geri sayımı yeniden programladı.
Heyecan, tavan yaptı.
Onların Nou Camp’ı, Mourinho’su varsa, bizim de Arena’mız, Aykut Hocamız var. Onların Guardiola ve Barcelona’sı varsa, bizim de Fatih Hocamız ve Galatasaray’ımız var.
Rekabet dediğin, adına Süper Final dediğin şey de, işte böyle olmalı.
Bir tarafta oyun disiplini, ortak akıl ve emek... Bir tarafta fırsat ve zeka...
İşte futbol bu demek.
Futbol asla, sadece futbol değil ama hayatla benzeşen, örtüşen çok yanı var.
Dün ezeli rekabet hayata bir pencere açtı.
Sistemi, oturmuş oyun düzeni, yıldızları-mıldızları, puan farkı, adına ne derseniz deyin artık, her şeyiyle günün favorisi olan Galatasaray, dün kaybetmek durumunda kaldı.
Kendilerine kalan “ikincil” hedefe ulaşmaları için zirvedeki iki takıma değil, birbirlerine karşı üstünlük sağlamaları yeterliydi. Trabzonspor’la Beşiktaş maç boyunca bu bilinçle oynadılar...
Beşiktaş, gol yeme serisini 17. maça taşırken Trabzonspor, Burak’ın yokluğunda Halil’le golü buldu ve kazandı...
Elbette hak ederek.
Çünkü onlar istekliydiler... Kalpten oynuyorlardı. Daha organize, daha gayretli ve dün takımca daha kaliteliydiler.
İstatistiklere bakarsak, topa daha fazla sahip olan, daha çok korner atışı kullanan, daha çok pas yapan takım Beşiktaş...
Ama hakçası, daha ciddi olan taraf, Trabzonspor’du!...
Beşiktaş, sezonu çoktan kapatmış, bezgin, yorgun ve moralsiz oyuncu grubuyla sözüm ona mücadele etti. Sadece Fernandes ve biraz da Ernst işlerini daha doğru, daha iyi ve daha ciddi yapma çabasındaydı. Ötekiler, çoğunlukla saklambaç oynamayı tercih ettiler. Quaresma, Simao, Necip... İbrahim Toraman, Ekrem, İsmail... Oynuyor görünüyorlar ama, ya kendilerini ya da bizi kandırıyorlardı...