Gaziantepspor-Bursaspor maçında yardımcı hakem Muharrem Yılmaz’ın başına atılan ve yaralanmasına neden olan cisim, bitime 27 dakika kala hakem Deniz Çoban’ın maçı tatil etmesine yol açtı.
Hakemin verdiği ‘kaçınılmaz’ karar, doğru!
Şimdi o doğru karardan yola çıkarak olayı her yöne çekip çevirerek kaosa dönüştürüyoruz.
Özellikle medyada böyle bir olayı fırsat olarak bilen bazı yorumcu ve yazarlar, ne yazık ki sportif ruh ve ahlakı unutuyorlar.
Küçük, minik ayrıntılarla esastan sapıp, farklı alanlara dalıyorlar.
Kimi kulüplere yağcılık yapıyor, kimi tribündeki toplulukları (taraftarları) kırmamak, kenti küstürmemek, camiaları incitmemek adına olayın boyutunu klasik “kendini bilmez” kişilere indirgeyip “kantaşı” politikası uyguluyorÖ
Pazartesi gecesi o ayrıntıları dinlemekten kafam şişti.
Derbi maçların tarihteki izdüşümü bu: Favoriler kazanamıyor!.. Dünkü maça gelmeden önce hafta boyunca favori olarak gösterilen takım Beşiktaş’tı. Fenerbahçe için maçı kaybetmemek daha önemliydi. Aksi sonuçla Aykut Kocaman yönetimde “tartıya” girerdi.
Şimdi hakça söyleyelim; maçı Aykut Kocaman kazandı!.
Skor tabelasındaki beraberlik, Aykut Hoca’nın güçlükle elde ettiği 1 puanı değil, kaçırdığı galibiyeti simgeliyor. 1-0’dan sonra 60 dakika süreyle rakibinin hep önünde olan, Emre ve Alex gibi çok önemli iki oyuncusunu değiştirmesine rağmen, fazlasıyla gol pozisyonuna giren Fenerbahçe’nin hocası, günün kazananıdır.
Beşiktaş’ta yüksek tempo ve etkili hücum varyasyonlarıyla başlayan Kadıköy rüzgârı çabuk dindi. Bunda perşembe yorgunluğunun rolü olduğunu düşünüyorum.
Alex’in kullandığı korner atışında Fenerbahçe, çok adamla cezaalanında yerleşmenin ödülünü aldı.
Oysa Beşiktaş, rakibinden daha çok korner (8-5) kullandı ama, bunların hiçbirinde kafa vuruşu göremedik. Öte yandan Fenerbahçe Niang’ın yanı sıra Alex, Topuz, Santos ve Lugano dahil, her zaman çok adamla cezaalanına daldı. Beşiktaş’a oranla daha net gol pozisyonları yakaladı.
Favori olarak gittiği Saracoğlu Stadı’nda
Bernd Schuster’in rotasyonunu elbette normal karşılıyoruz. Üç kulvarda da hedef iddiasıyla yola çıktığı için bu zaten zorunlu. Öte yandan kadro derinliğini ve forma rekabetini de iyi değerlendirmesi gerekir.
Dün gece normal olmayan, Schuster’in belki de hafta sonundaki büyük derbi maçını düşünerek fazla tedbirli davranmasıydı...
Quaresma ve Bobo’yu o kadar uzun süre yanında oturtup sakladı ki neredeyse maçı kaybediyordu...
Elbette skor tabelasına bakanlar, son dakikada gelen bu Ernst golünün en az altın kadar değerli olduğunu biliyorlar...
Biz de kabul ediyoruz... UEFA Avrupa Ligi’nde gruplardan çıkmak istiyorsanız, kendi evinizde mutlaka kazanmak zorundasınız... Aksi halde bir beraberlikle uçan iki puan, sizi büyük hayalkırıklığına uğratabilir.
Şimdi bu “altın” değerindeki galibiyetin gölgesinde kalan gerçeklere bakalım...
Beşiktaş, fizik olarak diri, inatçı ve mücadeleci rakibinin hiç de beklemediği direnişiyle karşılaştı. Bulgar temsilcisi, kontralardan net gol pozisyonlarına da girdi... Bu direnişi çözecek beceriyi son dakikaya kadar gösteremedi siyah - beyazlılar... Guti, Tabata, Nobre ve Holosko, çok pozisyona girdiler. Çok baskılı göründüler ama hemen her defasında
Bursaspor ligimizin saygı duyulan şampiyonu... Bu onura erişirken herkesin, her kesimin, rakiplerinin bile saygı ve hayranlığını kazandılar...
Valencia, La Liga’nın isyankâr ekibi, Real Madrid ve Barcelona’ya karşı her zaman kafa tutuyorlar. Şampiyonlar Ligi’nde, final oynamışlıkları var. Hector Cuper gibi değerli ama "looser" (kaybeden), bir hoca ile sıkça gündem yaptılar. Şu sıralar ekonomik darboğazda transferin küçülen takımı Valencia, bizim Mehmet Topal’ı alırken David Villa’yı Barcelona’ya kaptırdı.
Biri endüstriyel Avrupa Ligi’nin başa oynayan, evrensel hedefler kovalayan takımı, biri de yerel aidiyetler ile ulusal unvan kazanan ama çıktığı ilk uluslararası turnuvada evrensele ulaşamayıp yerel kalan bir ekip.
Bursaspor, Valencia maçının skor tabelasına da yansıyan gerçekliği bu işte!
Bizim şampiyonumuz, yerel... Onların temsilcisi evrensel. Bu eşiği aşmak o kadar kolay değil. Basketbol dünya şampiyonası sabırlı yatırımlar ve ısrarlı çalışmaların yarattığı bir eşik atlama, evrensele sıçrama örneğidir. Bursaspor’un yaptığı ise saygı duyulacak bir iç başarı. Daha çok uzun yolları var. Tecrübesizler. Ligin ilk 4 haftasında ful 12 puan bulan takım kimliği ve başarı,
Çift ekranda maç izleyebilir, zaman zaman şaşkına dönebilir, ellerle ayakları birbirine karıştırabilirsiniz...
Şayet Türkiye’de yaşıyorsanız, dünkü gibi kaçınılmaz bir durum olur bu!
Bir yanda Beşiktaş - Ankaragücü, bir yanda Türkiye - Sırbistan... Yani hem futbolu, hem de basketbolu sevebilirsiniz... Beşiktaşlı... Ya da Ankaragücü taraftarı da olabilirsiniz... Elbette ulusal duygularınız da var...
Siz iç-içe çifte heyecana mahkumsunuz... Dayanabilirseniz, bravo!
Hesapta olmayan bu fikstür ve program çakışmasını TFF Başkanı Sayın Özgener’e sordum... Programı 15 gün önce yaptıklarını, Basketbol Milli Takımı’nın yarı finale yükselmek gibi hoş sürprizini hesaplayamadıklarını söyledi... Beşiktaş’ı Perşembe UEFA maçı nedeniyle Pazartesi günü oynatamayacaklarını, yayıncı kuruluşun haklarını da gözeterek Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın müsabakalarını aynı saate alamadıklarını anlattı.
Her neyse... Bu kadar zengin bir sportif yaşam biçimine de hazır değiliz zaten... Bazı şeyler bize fazla geliyor ve galiba sıkıntı (!) yaratıyor.
Maça dönersek...
Dünya Basketbol Şampiyonası’ndaki “dördüncü çeyrek” heyecanını dün futbolda yaşadık...
Hiddink’in bize göre yanlış kurguladığı verimsiz ve etkisiz 4-3-3’te Tuncay uygun bir santrfor tipi değildi... Hamit de sağ kanatta takıma beklenen katkıyı sağlayamıyordu... Arda yalnız ve baskı altında çaresizdi. Orta alanda Selçuk, Aurelio ve Emre ile ne ofansif bir üretkenliği sağlayabildik, ne de savunmaya destek olabildik.
Belçika’nın alt kategorilerde uzun süre bir arada oynamış, eğitilmiş ve gençlerle yenilenmiş kadrosu, Hiddink’in bu oturmamış ham taktiği karşısında rahat rahat oynamaya başladı. İleride top tutamıyor, orta alandan ve geriden oyun kuramıyorduk...
Van Buyten’in, Belçika’nın kullandığı ilk korner atışından attığı kafa golü, dibinde duran ve hiç sıçramayan Tuncay’ın, stoperlerimiz Ömer ve Servet’in, kaleci Onur’un kolektif hatasına verilmiş bir cezaydı.
Ama cezanın büyüğü Hiddink’e!... Hollandalı Hoca, göz göre göre harcadı ilk yarıyı. Oyunun ilk 15 dakikasında, bilemediniz yarım saatte değiştirmesi gereken düzeni devre sonuna kadar korumayı (!) tercih etti...
Bu macera için Hiddink’in de pişmanlıkları vardır elbette... Umarız, önümüzdeki Almanya maçında yeniden
Dünya Basketbol Şampiyonası 2010, son yıllarda yokluğunu fazlasıyla hissedip özlediğimiz duyguları yaşattı bize.
-Ulusça “evet -hayır” diye bölündüğümüz, partileriyle, liderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, posterleri, pankartları ve panolarıyla, bol bütçeli reklam kampanyalarıyla demokrasinin gereği olduğu halde gürültüsüyle huzursuz olduğumuz anayasa referandumu, hiç değilse maç günlerinde ve maç saatlerinde gündemin gerisine kaydı.
- Milli takımlarımız, en başta basketbol, futbol ve voleybolda inanılmaz heyecanlar ve sevinçler yaşattı bize... Hayatın hepimizi birden kucakladığını gördük. Ekonominin, siyasetin, kulüpçülüğün, inançların, renklerin, cinslerin ve dillerin çatışmasını unutup paylaşacağımız güzelliklerin tadına vardık.
- Lider ve arkadaşları... Orta Asya’dan beri kültürel genlerimizdeki temel belirleyici özelliğin değişmeye başladığını, takım ve ekip kavramının, kurumsal değerlerin, bireysel yeteneklerle yeni bir kimya oluşturduğunu ve bize çok daha fazlasıyla çağdaş bir yaşam biçimi sunduğunu Basketbol Milli Takımımız’ın gerçek “12 Dev Adam” doğruluğuyla anladık.
- Hücum etmek kolaydır. Yaratıcılık ve cesaretle saldırırsınız... Savunma zordur, disiplin ister.
Sakatlıktan yeni çıkmış, formsuz ya da takımında oynamayıp yedekte bekleyen 6 oyuncuyla Astana’nın yapay çimine çıkmak, doğal olarak hepimizi tedirgin etmeye yeterdi...
Dahası, kendimize göre küçük gördüğümüz takımları yeterince ciddiye almayıp hayal kırıklığına uğrama sıkıntısından kurtulduğumuzu da tam olarak söyleyemeyiz.
Kısacası, netameli, soru işaretleriyle dolu bir başlangıç maçıydı bu.
Sevinelim ki korktuğumuza uğramadık.
Kazakistan, geçmiş yıllarda dört attığımız, yarım düzine golle selamladığımız eski dost değildi dün. Belli ki futbolda unutulmuş bir Asya ülkesi olmaktan çıkıp gerçek bir UEFA ülkesi olmaya niyetlenmişler. Fizik olarak bizden çok daha güçlüydüler. Daha çok koşuyorlardı... Tüm acemiliklerine rağmen yine de gol pozisyonlarına girdiler, cesaretle hücum etmeyi denediler ama hâlâ arada çok fark vardı... Bu farkı aşamadılar.
Ev sahibi takımın çoğu kez topu savuşturmak için başvurduğu “uzun top” formülüne, hiç gereği yokken bizimkiler de ayak uydurdu. O yüzden topu kısa paslarla cezaalanına taşıyıp hücumda çoğalarak pozisyon üretmeyi düşünemediler... Kazakistan’ın savunmasının çabuk ve sert müdahalelerinden sakındılar... Bir de Hiddink’in ilkelerine uyarak