Trabzonspor-Liverpool maçı bitti. Ama benim üzüntüm sürüyor. O maçta çünkü, Şenol Güneş ve futbolcuları, göz göre göre ellerindeki büyük fırsatı ellerinden düşürdüler, harcadılar.
Kazanacaklarına, tur atlayacaklarına bir türlü inanamadılar.
Serkan Balcı, kaleci Onur ve golü atan Teofilo’nun dışında takımda elle tutulur, gözle görülür bir coşku ve gayret yoktu.
Şenol Hocam dahil!
Bunları maç kritiğinde de yazdım.
Ertesi gün gazetelere baktığımda, Trabzonspor’un gücünün sınırlı olduğu, Şenol Hoca’yı eleştirmenin haksızlık olacağı, Liverpool’un büyüklüğü öne çıkarılmıştı.
Çok şaşırdım.
Futbolda her türlü ilgisini skor tabelasına bağlayıp gerisiyle ilgilenmeyenler, umarım yakın zamanda yanıldıklarını anlayıp maçları farklı bir bakış açısıyla seyretmenin keyfine varırlar.
Karabük’te dün goller vardı... Pozisyonlar vardı... Elbette zengin bir skor tabelası vardı...
Ama aynı zamanda bireysel becerilerle, hatalarla, “show”a dönüşen bir oyun da vardı.
Emanuel Emenike örneğin... Gol gösterisini başlatan adamdı. Bunun da ötesinde Beşiktaş defansını, özellikle de İbrahim Toraman’ı maç boyunca sıkıntıya soktu. Hiç yerinde durmadı... Sağa sola attığı deparlarla, buluştuğu her topta pozisyona girmesiyle Karabükspor’un “kara elmas”ı olduğunu gösterdi...
Guti, Quaresma ve herkesin umudunu kestiği “emektar” Nobre... İlle de Tabata... Gösterinin büyük ortaklarıydılar.
Beşiktaş, 6+2+2 ile yabancı kontenjanında tavizi ve sınırları sürekli genişleten Federasyon’a ironi yapar gibi 5 yabancı ile başladı maça... Schuster’in UEFA Avrupa Ligi elemelerinde 8’e kadar yabancıya başvurmasına karşılık dünkü maçta yerli oyuncu sayısını 6’ya çıkarması ilginçti.
Artık yadırgamayalım, Alman hoca takımın her hattında rotasyon uyguluyor. Ne var ki savunmanın göbeğinde sezon başından beri
Resmen şoktayız. Pazartesi gecesi sezonun en keyifli oyunuyla Fenerbahçe’yi yenen ve bize şampiyonluk sinyalleri veren Trabzonspor, “çakma” Liverpool karşısında inanılmaz bir uyuşuklukla havlu attı.
Şenol Güneş’in de Trabzonsporlu futbolcuların da bu kadar kontrolden aciz kaldığı; donuk, şaşkın ve ne yapacağını bilemez halde böylesine teslimiyetçi bir havaya girdiğini hiç hatırlamıyorum ben...
Liverpool’da teknik adam değişmiş... Henüz ne yapacağını bilemez haldeki Roy Hodgson tüm planlarını erteliyor. Takımı takım yapan Steven Gerrard yok. Fernando Torres yok. Futbolcuların çoğu formsuz. Liverpool’un 1976’da Trabzon’a gelen o efsane takımla hiçbir benzerliği yok.
Ama Trabzonspor’da da heyecan yok, coşku yok, bilinç yok. Özür dilerim ama, kulübedeki teknik direktörün varlığından bile kuşkuluyum ben... Sahi, Şenol Güneş var mıydı? Varsa bile orada mıydı?
Tükeniş süreci, Umut Bulut’un yarattığı bir oldu bitti ile başlamıştı bir gün önceden... Fransız Toulouse yöneticileri, menajerleri pazartesi gecesi izledikleri Umut’u istemişler çarşamba günü... Yönetim sudan ucuza (3,5 milyon euro) verimkar olmuş. Jaja geldi ya, forma bulamama sıkıntısına erkenden kendini kaptıran Umut,
Hediye paketinden bu defa Mehmet Aurelio çıktı... Beşiktaş taraftarları Schuster’in ısrarla istediği santrfor, golcü adayları için “Robinho mu, Klose mi ?” diye papatya falı açarken, hiç hesapta olmayan Mehmet Aurelio’nun bir anda oldu bittiye getirilerek siyah beyazlı renklere bağlanması, elbette sezonun en büyük sürpriziydi.
Tıpkı bir gecede Mathias Delgado’nun uçup gitmesi gibi...
Doğrusu bu transfere ben de şaşırdım... Lig Radyo’da Mehmet Ayan’ın, NTV’de Mehmet Demirkol’un, Aurelio transferiyle ilgili soruları vardı :
“-Peki Necip Uysal ne olacak?”
Aynı soru beni de rahatsız etti... Hiddink her ne kadar orta alanın ortasında savunma karakterli oyuncu olarak herkesten ve her şeyden önce ilk tercihini Mehmet Aurelio’dan yana kullansa da Beşiktaş’ın elinde 19 yaşında bir yıldız adayı vardı : Necip Uysal...
Mehmet Ayan, Aurelio’nun gelişiyle Necip’in yolunun kapanacağını iddia ediyor : “Ligde 34 maç tamamlandığı zaman, Necip’in maksimum 3-4 maç oynayacağını düşünüyorum...Yazık, hem de çok yazık!”
Demirkol’a göre Aurelio Beşiktaş’ta yılın transferi olabilir. Elbette Guti’yi ve Quaresma’yı da hesaba katarak bu tahmini yapıyor Mehmet... 33 yaşındaki oyuncunun, tecrübesi ve
Futbolsever kimliğiniz taraftar kimliğinizin üstündeyse... Tribünde ya da televizyonun karşısında gol görmek için oturuyorsanız, bildiniz.
Bu maç sizin maçınızdı.
Bırakın puan hesabını onlar yapsın! Kazanmanın coşkusunu, kaybetmenin hüznünü onlar yaşasın...
Siz böyle güzel ve masum oyunlardan keyif almaya bakın. Kendi adıma ben çok keyif aldım.
İki tarafın da birbirine saygı duyduğu, önem verdiği, işini yaparken dikkatle özendiği güzel bir maçtı.
Evet, yavaştı. Temposuzdu ama... Hareketli ve bereketliydi.
Öncelikle Aykut Kocaman’a saygı duymalı... Alex’i kenarda tutarak başladı oyuna... Onun rolünü Semih’e verdi. Böyle bir karar hem cesaret, hem de cür’etdi! Dahası Stoch’u da kulübede bekletti. Cristian ve Emre ile savunmayı tahkim etmeyi, Topuz, Semih ve Özer’le hem savaşmayı, hem de üretmeyi düşündü.
Abdullah Avcı ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor takımı büyüklerin belalısı... En çok da Beşiktaş'ın!
Her defasında takım olmanın, takım oyunu oynamanın dersini veriyorlar bize.
Büyük takımlara karşı çok özel bir motivasyonla santraya geliyorlar, ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Kendi yarı alanlarında toplaşmadan, savunmaya gömülmeden, adam gibi her yerde basarak, yardımlaşarak, kimseden de ekstra bir katkı beklemeden büyük bir dayanışma örneği sergileyerek oyun oynuyorlar...
Kendi adıma ben bu dersi her defasında yeniden okuyor, dinliyor ve öğreniyorum...
Ama Beşiktaşlılar'ın hocası değişiyor, kadrosu değişiyor, yıldızları geliyor, bir türlü öğrenemiyorlar...
Öğreninceye kadar daha çok tekrar edilecek bu ders... Ne zaman öğrenirler, onu bilemem!
Bernd Schuster sezona çok iyi bir başlangıç yaptı. Quaresma ve Guti de öyle... Ama heyecanlarını ve coşkularını anlaşılan o ki, çabuk eskitmişler.
İnönü Stadı’na yaklaşırken büyük değişimi görebildim. İstanbul Guti olmuş yürüyordu. 14 numaralı Guti yazılı çubuklu, siyah, beyaz formalar anlaşılan o ki çok satmış... En azından pazarlama anlamında büyük bir başarı bu...
Tribünde herkes Guti...
Saha içindeki Guti sayısı ise 1...
İşte o Guti’yi çıplak gözle izledim,
Fazlasıyla sakin, ağır ve yavaş sergiledi becerilerini... İkili mücadelelere fazla iştahlı girmedi. Top sürmedi. Ama hakçası çok rahat tek top oynadı, hele Quaresma’ya attığı derin bir pas vardı ki, alkışı hak etti.
Görünüşte Quaresma daha iştahlı, daha hareketliydi. Çalımlarıyla, faul getiren driplingleriyle trivela ortalarıyla kendini yine pahalı sattı.
Oyunun tümüne gelince...
Adamın kumaşı çok sağlam. Belli ki sadece ayakları, kafası, meşin top becerisi ile yıldız futbolcu değil, kişiliği ile de büyük sporcu
Adamın kumaşı çok sağlam. Belli ki sadece ayakları, kafası, meşin top becerisi ile yıldız futbolcu değil, kişiliği ile de büyük sporcu!
Dünya Kupası dışında her türlü şampiyonluğu, onuru ve gururu yaşamış...
Gün görmüş, final görmüş... Kazanmanın coşkusunu da, kaybetmenin hüznünü ve öfkesini de yaşamış...
Sonra durulmuş, dinlenmiş, demini almış...
Son derece doymuş ve olgun bir performans sergiledi dün...
Sezonun en yenisi, takımın en kıdemsizi olarak hiç sırıtmadan, arkadaşlarıyla uyum içinde, gösterişsiz ama istekli, sakin ve etkili bir oyun oynadı.