Oyunu kontrol etmek, topa sahip olmak önemli ise Beşiktaş, Hamburg önünde bunu yaptı. Bir futbol maçının gerek şartı. Ama kazanmak için Beşiktaş’ta yeter şartlar var mıydı? Yoktu. En azından yeteri kadar yeter şartı yoktu Beşiktaş’ın.
Adı ne olursa olsun, devre arası hazırlık aşamasında daha etkin, daha yaratıcı bir oyun oynamaları beklenirdi. Bunu göremedik.
HSV Alman Ligi Bundesliga’nın dişli takımlarından biri... Çoğu asları da sahada. Bunun yanı sıra 1990 doğumlu iki kardeşimize de (Tunay Torun, Tolgay Aslan) forma veriyor. Beşiktaş’ta 1991 doğumlu Batuhan’ın durumu belli değil, neyse ki umut veren yaşıtları Necip Uysal ile Rıdvan Şimşek, hiç değilse şu hazırlık maçlarında oynuyorlar.
Beşiktaş, maça bilinen 9 oyuncusundan farklı bir on birle başladı. Özellikle Sivok, Ferrari, Ernst, Fink, Ekrem, Tello, Bobo, Nobre, Nihat’sız bölümde neler yapacaklarını merakla bekledik. Takımın en önemli yeniliği, ligin ilk yarısında çok özlenen Holosko’nun dönüşü ve kalede Ramazan gibi gerçek bir alternatifin varlığı idi...
Fizik olarak eksikleri var. Arkasındaki Tabata ile birlikte oynarken doğal uyumsuzluk halindeydiler. Yusuf’un daha hamleli ve hareketli oyununda birkaç yaratıcı pas
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak, sadece Trabzonsporluların değil, futbola gönül vermiş herkesin saygı duyduğu, unutamadığı örnek bir kaptandı. Bugünkü kuşaklar O’nu ne kadar tanıyor, bilemem... Ama şunu söylemeliyim ki O gerçek bir şampiyondu.
Hayır, Trabzonspor’un kazandığı şampiyonluklar nedeniyle değil... En büyük galibiyeti, kendi egosunu yenerek elde ettiği için!
Başarısını ve şöhretini, insanların ruhunda boza pişirmeden, onlara yük olmadan sportmen bir tavırla taşıdığı için..
Futboldan aldıklarını, kulüp başkanlığı gibi çileli bir yükü sırtlayarak paylaşma cesareti gösterebildiği için.
Faruk Nafiz Özak, üzerine düşen tüm rollerin hakkını vermesini bildi.
Sonra siyasete girdi... Orada da oturtulduğu koltukların hakkını vermeye çalıştı.
Futbolumuzun temiz ve güler yüzü, dost sesi oldu. Futboldan kazandığı enerjiyi, sporun tüm dallarına taşıyarak olimpik bir kimlik sergiledi.
Hiç kuşkunuz olmasın. Kimse boşuna ümitlenmesin artık. Türkiye’nin Euro 2016 adaylığı dün itibariyle bitmiştir.
Şubat ayını bekleyip UEFA’nın alacağı karara kadar tüm enerjisiyle çalışacak olanlara kolaylıklar dilerim.
Şunu anlayalım artık : Bu tür büyük organizasyonlar, toplumun idealleri ve ortak aklıyla rüyadan gerçeğe dönüştürülebilir ancak.
Türkiye, bu rüyayı gerçeğe değil, kâbusa dönüştürmüştür.
Sinerji yoktur, dayanışma yoktur... Kenetlenme, paylaşma yoktur. Çözülme, ayrışma ve zıtlaşma vardır.
Bir yandan her şeyi en iyi kendilerinin bildiğine inanan ve tüm öneri ve eleştirilere ısrarla, inatla kulak tıkayan, kapalı kapılar ardında, loş köşelerde karar alıp tercih belirleyen federasyon görevlileri vardır; bir yandan da o federasyonla zıtlaşıp sürtüşerek, çarpışarak kendi iktidarlarının ve ille de kendi çıkarlarının peşinde koşanlar.
Turkcell Super Lig’in ilk yarısı, yıllardır alışık olduğumuz görüntüler ve gürültülerle bitti. Yine kaçan goller, yine hakem hataları, yine yönetici isyanları...
Ama her şeye rağmen bu yıl da ligin değerini bilmemiz gereken bir özelliği var :
Rekabet alanı genişliyor... Zirveye ortak takım sayısı artıyor. Geniş rekabet alanında ayrıca giderek artan bir yoğunluk da var.
Üç Büyükler, Bursaspor, Kayserispor ve de Trabzonspor... Hiç kuşkunuz olmasın, bu ligin zirvesindeki mücadeleyi ikinci yarıda da artan bir tempo ile sürdüreceklerdir.
Şimdiden söyleyelim, bu sezon şampiyonluk yarışının son dört haftaya kadar çoklu koşularla süreceğini, zirve grubundan kolay kolay hiçbirinin kopmayacağını düşünüyorum.
Süper Lig’i yıllardır Fenerbahçe Galatasaray rekabetine indirgeyip sürekli olarak ikili yarış ya da düello dizayn etmeye heveslenenler, en azından otuzuncu haftaya kadar avuçlarını yalamak zorunda kalacaklar. İki ezeli rakibi olağanüstü gayretlerle parlatıp pazarlayarak ötekileri yok sayan zihniyet, artık pek de sağlıklı görünmemektedir.
Fenerbahçe’nin, Başkan Aziz Yıldırım’ın kongrede verdiği “üst üste üç şampiyonluk” sözüyle ne kadar baskı altında kaldığı, ne kadar bunalıma
Hiç kimse denizdeki fırtınayı, tayfaların isyanını dinlemez. Limana bakar herkes...
Gemiyi getirebildin mi, getiremedin mi?
Getirdiysen ne ala!.. Getiremediysen, git kendi kendine ağla!
Beşiktaş için İnönü’deki maç olabilecek en zor koşullarda başladı. Metrekareye düşen su miktarı, topun bir metre bile sürülmesini engelliyordu. O nedenle ev sahibi Beşiktaş da, Bursaspor da anormal sayıda top kaybettiler. Sulu zeminin azizliğinde oluşan bu ikram toplarını alanlar da yeniden ikram (!) ederek oyuna katıldılar.
Sulu zemin, oyunla ilgili zaten çözülememiş bir yığın sorunu bulunan Beşiktaş’ı daha da zorladı. Bursaspor savunması yerinde çakılı dururken Beşiktaş’ın etkisiz forvetlerine karşı hiç sıkıntıya düşmedi ilk uyarıda.
Bursaspor’un Volkan - Ozan İpek hava hattından gelen kafa topunu ne Rüştü, ne de savunma engelleyebilirdi. Konuk takım öne geçtiği sırada oyunu zaten Beşiktaş yarı alanına yıkmış olmanın avantajıyla oynuyordu.
İlk yarının sonlarında Rüştü’nün sakatlanarak kaleyi genç Korcan’a teslim etmesi endişeleri daha da artırdı. Ancak Mustafa Denizli, Nihat - Nobre değişikliği yaparak çift santrfora dönüp Bursa yarı alanında ve ceza sahasında daha etkili bir oyunla
2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın dün yapılan kura çekimi, dünya barışı açısından yepyeni bir fırsat sundu insanoğluna.
ABD ile İran, 6 takımdan oluşan B Grubu’nda buluştular...
Nükleer enerjinin silaha mı, yoksa elektrik santrallarına mı yöneleceğine henüz karar veremeyen İran ile dünya jandarmalığına soyunup yandaşlarıyla birlikte tehditler savuran Amerika, yıllardır çatışıp duruyorlar...
Bu çatışmaların tansiyonu zaman zaman yükseliyor, savaş olasılıkları tartışılıyor.
Bir yandan Ahmedinejad, bir yandan Obama birbirlerine meydan okuyorlar.
Basketbol Dünya Şampiyonası, bu iki huysuz (!) ülkeyi, 1 Eylül 2009 günü potanın altında buluşturacak.
1 Eylül, biliyorsunuz insanlık tarihindeki en büyük savaşın (II. Dünya Savaşı) başladığı gün. 1939’da Nazi Almanyası’nın askerleri Hitler’in emriyle sınırı aşarak Polonya’yı işgal etmiş, altı yıl süren savaş, 52 milyon ölü, yüzbinlerce yaralı, moloz yığınına dönen kentlerle tarihin en kanlı sayfalarına yazılmıştı.
Hepimiz bu toprakların çocuklarıyız. Manisa’da bir anne var, binlerce yıldan beri çocukları için ağlıyor. Onun adı Niobe. Doğal bir rastlantıyla bir kadın başı biçiminde oluşmuş kayadan şıp şıp billur sular düşüyor toprağa... Efsaneye göre Niobe, çocuklarının yiğitliği ve güzelliğiyle övünür, tanrılarla alay edermiş, “Hiçbiriniz yarışta benim oğlumu geçemezsiniz!” diyerek. Bu durum canını sıkmış tanrıların. Sonunda çocuklarını elinden almışlar o güzel ananın...
Niobe, çocuklarının acısına ağlıyor işte...
Bu ülkede analar binlerce yıldır ağlıyor. Savaşta kaybettiği, öfkeye kurban verdiği çocuklarına, ışıksız kömür ocaklarında sönen hayatlara, yollarda trafik canavarlarına teslim olan canlara ağlıyor.
Spilos Magnesiası (bugünkü Manisa) ve Niobe efsanesi, bende böyle çağrışımlar yarattı işte.
Niobe futbolu bilir miydi? Sanmıyorum. Ama dünkü maçı izleyebilse, herhalde onlarca gencin saha içindeki oyununa, binlercesinin tribündeki coşkusuna bakarak masum oyunun tadını çıkarırdı, diye düşünüyorum.
Maça dönersek...
Beşiktaş ile Manisaspor, beraberliğe asla razı olmayacaklarını oyun başlar başlamaz gösterdiler. Orta alanı boş veren, uzun ve çabuk toplarla aşmaya ve hücum bölgesine
Beşiktaş’ın çelişkisi de bu: Kendi sahanın efendisi değilsin!.. Üç maçta da boynu bükük dönüyorsun soyunma odasına. Aldığın dört puanı endüstriyel futbolun en zor ülkelerinde (İngiltere - Almanya), oranın şampiyonlarından (Manchester United - Wolfsburg) deplasmanda elde ediyorsun. Onca uğraşıp yenemediğin, puan alamadığın takım CSKA Moskova, Rusya Ligi’nin beşincisi.
... Ve sen de Turkcell Süper Lig’in şampiyonusun!
Yazık... Hiç de iyi hazırlanmamışlar. Oyun planı var, sadece savunma üzerine... Toraman’ı Zagoev’e “bekçi” tayin edip sıkı takiple oyundan düşürmeye çalışıyorlar... Oysa oyundan düşen CSKA değil, Beşiktaş’ın kendisi.
İlk yirmi dakikada oyunun üstün tarafı Beşiktaş... Hele 12. dakikada Tello’nun kaçırdığı mutlak gol var ki, coşarak ayağa kalkanlar, hayalkırıklığı ile oturuyor..
Dakikalar ilerledikçe Rus takımı daha dayanıklı, daha dirençli, daha istekli oyunuyla fark yaratıyor. Belli ki daha çok isteyenler onlar. Oynadıkları oyundan keyif alanlar, sahanın her yerinde dik duranlar yine onlar. Onların bu istek ve coşkusuna karşılık Beşiktaş anormal top kayıplarıyla kendi sahasının şaşkını oluyor. Krasic ve Aldonin’in golleri bu şaşkınlığın acı bedeli.
Tello, baskı