Geçen hafta Ankara’da toplanan Türkiye Futbol Federasyonu mali genel kurulunda 311 delegeden 234’ü hazır bulundu. Yaz mevsiminin durağanlığı içinde normal bir durum. Ayrıca seçim ve iktidar kavgası yokken futbolun bütçesinin ve temel sorunlarının irdeleneceği bir genel kurul da, itiraf edelim, bizim futbolumuza ağır gelir.
Yine de Galatasaraylı olduğunu bildiğimiz Divan Başkanı Mehmet Helvacı’nın oturum başlarken “Önce hep birlikte şampiyonları alkışlayalım” biçimindeki çağrısı sportmen bir duruş örneği olarak dikkatimi çekti. Helvacı’yı kutluyorum.
O genel kurulu izlemedim. Arkadaşlar, başlangıçtaki 234 delegenin açılıştan hemen sonra dağıldığını, salonda oy hakkı bulunmayan gazetecilerle birlikte ancak 80-100 kişi kaldığını söylüyorlar.
Yasanın hazırlık aşamasında Şenes Erzik dahil, “FIFA böyle istiyor. Kulüplerin federasyonu olacak” dayatmasıyla ortaya çıkıp çalım atan futbol erbabı, anlaşılan o ki yasanın kulüplere verdiği sorumluluğu da pek anlayamamış... Anlasalar, 182 milyon liralık
Yıllar önce Beşiktaş Başkanı Süleyman Seba, telefonda dert yanıyordu : “Yahu bu Daum delirmiş. Almanya’dan bana haber gönderip, Ertuğrul Sağlam alınmadığı takdirde görevi bırakacağını söylüyor.. Adamın maliyeti 76 milyar lira. Bu parayı nasıl öderim !”
Süleyman Abi’ye “seve seve ödeyeceğini” söyledim. Çünkü kozlar Daum’un elindeydi. Ertuğrul da bu değeri hak ediyordu.
Topuz olayında merak edilen şu : “Acaba Mustafa Denizli mi istedi Kayserili’yi ?”
Hayır. Böyle bir istek yok... Öğrendiğime göre, Başkan Demirören Hoca’yı arayıp sormuş, “Alalım mı ? Ne dersin?” diye... Hoca’nın söylediği de şuymuş : “Topuz Kayseri’de zaman zaman çok bireysel, kendi havasında oynadı... Ama büyük takımlarda kısa sürede eğitilerek takımın parçası olmayı öğrenebilir.”
Şimdi tatilde ya, Hoca ile ilgili bilgileri “endirekt” yollardan alıyoruz... Frank Rijkaard’ın Galatasaray’a teknik direktör olmasını da heyecanla karşılamış hoca, “Böyle
İsyanların EfendisiMUSTAFA DENİZLİ
Yıllar sonra İnönü’de yeniden Türkiye Kupası için buluşmuştu Galatasaray’la Altay... Yine Mustafa sayesinde alışılmayan, beklenmedik bir şey oldu ve finali Altay kazandı. Kavgalı, hırlı-gürlü, gürültülü bir finaldi.
Federasyon yöneticileri gergin atmosferi dikkate alarak, Galatasaray taraftarlarının önünde kupa töreni yapmaktan kaçındılar. Kupa’yı İzmir’deki bir maçtan önce Altay seyircisinin önünde düzenlenecek törenle vereceklerini söylediler. Altaylı yöneticiler itiraz etmedi.
Ama o ne? Formasını henüz çıkarmamış, beyaz çoraplarıyla tünelin ağzında görünen adam, seyircinin öfkeli tezahüratına aldırmadan çimlerin üzerinden yürüyor, herkes ne yapacağını bekliyordu merakla. Görevlilerin şaşkın bakışları arasında şeref tribününün önüne geldi. Sağ elini kaldırdı, parmağıyla “Bekleyin” dercesine bir işaret yaptı ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Yukarı çıktığında o şaşkın sessizlikte
Beşiktaş’ın şampiyonluğu, Türk toplumuna biraz durup dinlenmek, soluklanmak, yeniden değerlendirmek, olayları ve kararları gözden geçirmek fırsatı verir.
Fenerbahçe ya da Galatasaray’ın şampiyonluklarında kamuoyuna servis edilen genel kabul şudur : “Zaten büyüktü, büyüklüğünü gösterdi!” Ya da “Aslan payı Aslan’a!”
Karizmatik liderlerin başarı öyküsü olarak da anlatılmıştır o şampiyonluklar...
Aziz Yıldırım’ın kararlı ve isabetli tutumu, rakipleriyle girdiği kavgadan her seferinde olduğu gibi (!) zaferle çıkmasını bilme yeteneği ve gücü... Ya da Hagi, Hakan Şükür, Popescu gibi süper starlarla Fatih Terim gibi efsanevi bir hocanın buluşması...
Galatasaray’ın son iki şampiyonluğu gibi, futbolcuların dayanışmasından ve ortak isyanından kazanılmış bir ödüldür şampiyonluk. Fenerbahçe’de de Alex ve arkadaşlarının kahramanlıkları üzerine az destan yazılmamıştır.
Her neyse... Tarihe saygı duymalıyız. Onları, iz bırakan başarıları nedeniyle takdir etmeliyiz.
Temiz, şaibesiz, lekesiz... Dedikodusuz, tartışmasız, şikesiz!
Bu lige kimse çamur atmasın artık... Düşene de, zirveye çıkıp bayrak dikene de herkes saygı duysun...
Rekabet halkalarının alabildiğine büyüyüp genişlediğini, zirvede de dipte de derinleşip korkunç girdaplar yarattığını gördük Super Lig’in...
Dayananlar, direnenler, inananlar ayakta kaldı. Kaybedenler de onurlarıyla dimdik ayakta bitirdiler ligi.
Hepsine selam, hepsine teşekkür, hepsine alkış!
Elbette alkışların en büyüğü Beşiktaş’a...
Sezon başından beri her türlü macerayı yaşadılar. Antrenör kıyımı, yönetici yanlışı, bazı yıldızların yarattığı hayalkırıklıkları...
Futbol analistleri (bunu da ben uydurdum), yorumcuları, taktik ve teknik mühendisleri istedikleri gibi yorum yapabilirler...
Aragones’in takımla ve kulüple iyi iletişim kuramadığını öne sürüp, o zengin kadrodan bir başarı öyküsü çıkaramadığını söyleyebilirler.
Güiza geyikleri, Semih muhabbetleri, ön liberoda Aurelio yokluğu ya da Appiah’ın dönüşü üzerine döktürecekleri fikirlere de saygı duyarım...
Alex’i sevip heykelini dikme ölçüsünde tapınanlara güler geçerim...
Deivid, Roberto Carlos, Edu konusunda da elbet ahkam kesme hakları saklıdır.
Lugano’nun saha içindeki mücadeleci, saldırgan halini çok severim. Bir sporcu portresine sahip olmasa da Lugano iyi futbolcudur. Beğenirim. Hakemlerle diyalogunda yakın plan çekimleri, uzman psikologlar için ilham verici olabilir.
Kısacası, Fenerbahçe’nin kadrosuna bakarak başarısızlığın teknik analizini yapanlar, gitmesi gereken, kalması icap eden futbolcu listeleri üzerinden geleceğe dönük öngörüde bulunanlara
Kupa’dan sonra ligde de ilk derbi galibiyeti... Üstelik bu galibiyet, düşenlerin büyük ölçüde belli olduğu bir ligde Beşiktaş’ın son hafta Denizli yolculuğuna rahatlık da kazandırır...
Sivasspor’un sıkı takibine rağmen Beşiktaş şampiyon...diyemeyiz elbette. Maçlar bitmeden, mutlak matematik üstünlük oluşmadan bu hükmü vermek doğru değil!
Hadi bir hafta daha bekleyelim... Baştanbaşa heyecan, coşku, sürpriz ve soluk soluğa bir koşuyla dolu bu muhteşem maceranın sonu için bir hafta beklemeye değer...
Evet, Beşiktaş bir adım önde girdi son haftaya.
İnönü’deki Galatasaray maçında zaman zaman bir adım arkaya düşmesine rağmen... Daha çok koşanın, topla daha çok oynayanın şampiyon adayı ev sahibi değil, ezeli rakibi olduğunu gördük. Beşiktaş’ın kestiği her topun, sanki ayaklarında mıknatıs varmışçasına Galatasaraylılara gittiğine tanık olduk.
Kalede yine Rüştü harikaları izledik. Baros’tan, Arda’dan, Kewel’dan mutlak goller çeldi. Cezaalanına inen Galatasaray ortalarında da ikinci
Her iki takımın hâlâ savunma ve sakatlık sorunları var. Bunları iyi değerlendirmek için iki takıma da zengin fırsatlar doğacak. Bence, hedefe yakın ve sıcak kalan vuracak. Derbi derbidir. Ama Beşiktaş daha ağır basmakta!
Beşiktaş, Galatasaray derbisi, bu yıl lige damgasını vuracak tarihsel bir önem kazandı. Beşiktaş İnönü’de sezonun son maçını ezeli rakibiyle yaparken, uzun yıllar sonra ilk kez lider unvanını da taşıyor.
Kimilerine göre Beşiktaş’ın bir beraberlik kredisi de var. Ama ben bu eğreti hesaplara güvenilmemesi gerektiğini düşünürüm. Elbette derbilerin favorisi olmaz. Ne var ki bugüne kadar izlediğim derbilerden çıkardığım bir sonuç var: Hangi takımın hedefi daha yakında, galibiyete ihtiyacı varsa, hangi takım rakibinden daha çok isterse başarıya daha yakındır.
Beşiktaş 100. yıl şampiyonluğundan sonra zaman zaman şampiyonluk ne kelime sıra takımına dönüştü. O hedefin de hayalin de uzaklarında kaldı hep.
Bu duyguyu ve hedefi bir gerçeklik olarak Beşiktaş’ın gündemine katan adam, hakkını teslim edelim Mustafa