UEFA, organizasyonu büyütmüş, adını “Avrupa Ligi ” koymuş... Galatasaray da eski organizasyonun patronları arasında. Ama gelin görün ki, futbol protokol filan dinlemiyor. Bir zamanlar şampiyon da olsa ön elemeye buyur ola!..
İlk bakışta Rijkaard için de Galatasaray için de küçük çaplı bir prova gibi görünebilir. Ama Tobol da teslim olmaya gelmemiş İstanbul’a. O yüzden tüm ön eleme maçları gibi bu da zor oldu. Bir de bilinçaltında Galatasaraylı oyuncuları rahatsız eden Trömsö faciası vardı ki, tekrarından Tanrı korusun!
Ön eleme maçları, büyük takımlarımız için büyük handikap! Hoca yeni, futbolcuların fizik ve teknik seviyeleri henüz istenen çizgide değil. Kaldı ki, Rijkaard büyük bir dönüşüme hazırlıyor Galatasaray’ı... Hem bol paslı, bol yardımlaşmalı 4-5-1 oynayacaksınız, hem de bu oyun felsefesini öğrenip uygularken, resmi maçı da kazanıp tur atlayacaksınız. Ali Sami Yen’e yeni hocayla ilk kez çıkmak da ayrı bir mahalle
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, sportif başarılardaki istikrarsızlıkla kendisini eleştirenlerin etkisiyle elbette, son kongrede “üç yıl üstüste şampiyonluk” sözü verdi.
Bu sözün, hem Aziz Yıldırım’ı bağlayan, hem de Fenerbahçe ve Türk futboluna ipotek koyan bir ağırlığı var.
Biliyoruz, Aziz Bey verdiği her sözü tutar. Vaadlerini gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapar.
Gerekirse, şu gergin ve çılgın rekabet ortamında Kulüpler Birliği Vakfı gibi bir kuruluşun başkanlığını da bırakabilir.
Tahmin ediyorum, bırakacaktır da. O sözün gerçekleşmesi için vereceği mücadelede ister istemez bazı kulüp başkanlarıyla, bazı kurumlarla karşı karşıya kalabilir. Sözünü gerçekleştirme gayretleriyle tüm kulüplerin çıkarını savunma durumundaki kimlikleri çatışabilir. Bir arada yürütmek zordur. Aziz Bey’in enerjisi yeter ama, kulüplerin ve kamuoyunun desteği yetmeyebilir.
Her neyse... Bu Aziz Yıldırım’ın vereceği bir karardır. Zamanı gelince, yol ayrımında
Beşiktaş’ın ilk yarıdaki kadrosunda dört yeni oyuncu, dört de yabancı vardı. Beş Avrupa temsilcimizin arasında hazırlık maçı için en geç sahaya çıkan da Beşiktaş. Hele ki bu maç İnönü’de oynanıyorsa, seyircinin beklentisi ve coşkusu daha da büyür. O nedenle ilk yarı doğal olarak beklentilere uymadı. Her şeyden önce sahadaki oyunun bir lideri yoktu. Lider kimliği taşıyanların çoğu da kulübede bekliyordu.
Gökhan Zan’ın formasını Ferrari’ye vermişler. Sırtındaki gibi (10 üzerinden) 5 alabildi ancak. Tamam, çabuk oyuncu... Zaman zaman dikey hareketleniyor ama, bir duran toptan da Jorge Martinez’e kafayı vurdurmamalıydı. Elbette bu günler çabuk geçer... İtalyan, uyum sağlayabilir ve daha oturmuş bir oyun anlayışını sunabilir bize. Biraz sabretmek gerekiyor.
İsmail Köybaşı, topla buluştuğunda sürekli derinlik kazandırdı oyuna... Ancak Serdar Özkan, geçen yılki gibi sık sık tutukluk yapınca sol kanatta iyi bir işbirliği göremedik. Erhan ve Erkan’ın sağdaki gayret ve yardımlaşmaları iyiydi. Ama etkin
“-Küçük bir servet nasıl yapılır ?”
“-Büyük bir servetle işe başla ve bir futbol kulübü satın al!”
Son yıllarda İngiltere’de iş alemiyle futbol piyasasında yaşananlar, yukarıdaki espriyi o kadar çok hayata taşımış ki, dilden dile dolaşan bu soru yanıtın sahibi kim, bilinmiyor. Anonim bir söylem olarak kabul ediliyor.
Yine de bu duruma somut bir örnek vererek biraz açıklık getirelim.
Sugar çekildi
Türkiye Futbol Federasyonu, geçen hafta Süper Kupa maçının Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında, 2 Ağustos Cumartesi günü Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanacağını açıkladı.
Sessizce alınan bu kararın itirazlara yol açtığını biliyorum.
Önce hem Super Lig Şampiyonluğu’nu hem de Fortis Türkiye Kupası’nı kazanarak “duble” yapan Beşiktaş arıza (!) yarattı.
Süper Kupa, biliyorsunuz lig ve kupa şampiyonlarını karşı karşıya getiriyor. 60’lı yıllarda Fenerbahçe duble yaptığında o günkü adıyla Cumhurbaşkanlığı Kupası, maç oynanmadan doğrudan sarı-lacivertli kulübe verilmişti.
Sonradan doğru bir ilke benimsendi ve maçın mutlaka oynanması kuralı esas alındı. Uygulamalar farklı... Zaman zaman Kupa finalisti, zaman zaman da lig ikincisi oynuyor “duble ” yapan şampiyonla.
Fenerbahçeliler alınmasın ama, bu yıl Süper Kupa’da oynayacak takım, Kupa finalisti değil, Lig ikincisi (Sivasspor) olmalıydı. Kabul etmemiz gereken gerçek, ligin kupaya oranla daha zorlu ve daha değerli bir organizasyon olduğudur.
Her neyse...
Bir dünya, bir top... Zayton Cup’ın sloganı bu. Altını nasıl isterseniz öyle doldurun. Sezon başında fizik, teknik ve taktik kavramlarının iç içe girdiği turnuvaları çok önemsemiyorum ben... Kaldı ki gelecek yıl aynı takımların katılıp katılmayacağını da bilmiyoruz. Bir geleneği de oluşmuş değil.
Yumuşak ve yavaş bir hazırlık maçı izledik... Al Ahly de Mısır’da, Galatasaray kadar büyük ve önemli.
Bu tür maçlarda futbolcular genelde sert mücadelelere girmekten kaçınırlar. Ama aynı zamanda Rijkaard gibi yeni ve karizmatik bir hocaya da kendilerini kanıtlamak isterler.
Dün izlediğim Galatasaray, Rijkaard’ın geldiği günden beri anlatmaya çalıştığı iç-içe geçmiş bloklarıyla bol pasa dayalı oyun düzenini canlandırmaya çalıştı.
Zaman zaman anormal sayıda pas yaparak topa sahip oldular. Ne var ki bu paslaşma yoğunluğunun sonunda zekice tasarlanmış bir gol pozisyonu da izleyemedik.
Yaser’in rakibiyle girdiği sert mücadelede topu kazanarak ceza alanına girmesi, takımın bir penaltı kazandırdı. Galatasaray, Barış’ın ceza
Tamam, uygarlıkların beşiği Akdeniz’dir. İnsanın en doğal iklimi, yaşam bölgesi de Akdeniz’dir, kabul...
Akdenizli olmakla hepimiz mutluyuz. Dünyanın en hızlı kirlenen denizi de olsa, kıyısında yer alan tüm ülkelerin ortak bir kültürü vardır. Bu denizin suyundan tadını alan, rüzgarından beslenen... Tarihi de hep birlikte yazmadık mı o denizin dalgalarında ve kıyısında ? Homeros, Heraklit, Thales, Yunus Emre, Barbaros, Piri Reis, Sartre, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk hep bu deniz tarihinin, uygarlıklarının sembolleridir.
Bizim tarihimiz de “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir... İleri!” komutuyla bir kurtuluş destanı yazmadı mı ?
Evet, yazdı.
Spor tarihimiz de Akdeniz Kupası maçları, Akdeniz Oyunları’nın evsahipliği, Akdeniz Oyunları madalyaları ile süslendi hep...
Sporumuzun emekleme, yürüme dönemlerinde Akdeniz bizim için bir ölçüydü... Tıpkı Balkan Şampiyonaları gibi.
O’nun için “Camdan Çocuk” dediler...
Sık sık tekrarlanan sakatlıklarından ötürü.
Satır aralarında dalga geçer gibi “tek hamlelik oyuncu, sakatlanmazsa, formdaysa, oyuna iyi başlarsa, eh işte!” diyerek küçümsediler.
Sürekli olarak değerini aşındırdılar.
Fazlasını da söyleyenler oldu, burada hiç değinmeyeceğim.
Camdan Çocuk’sa, onun kırılabilir özelliğini de dikkate alıp en azından kalbini kırmamaya özen göstermeliydiler.
Hayır, onu da yapmadılar.