97 yıl... Ya da 1 saniye!

19 Ağustos 2009



İnsanoğlunun yeryüzündeki macerası yüz binlerce yılla yaşanıyor. Doğanın en huysuz, en geçimsiz varlığı da insandır kuşkusuz. Bulunduğu ortamla yetinmez, hep yeni yerler arar. Doğanın bir parçası olduğu halde onunla geçinemez, sürekli değiştirmeye çalışır. Ağaç altından mağaraya taşınır. Sonra orada da sıkılır sazdan kulübeler yapar, beğenmez. Çamurdan, kerpiç tuğlalar örer. Taşı yontar kaleler yapar. Tekerleği icat eder, mesafeleri kısaltır. Arşimet’ten binlerce yıl önce, acaba salı mı bulmuştur ilk, yoksa kayığı mı? Suyun kaldırma kuvvetini hesaplayamasa da gemiler inşa etmiştir.
Yetinmez dedik ya bulduğuyla, sürekli değiştirir. Yenilerini dener. Uygarlık dediğiniz de işte hep bu değişim tutkusudur.
Kuşkusuz, yaşamı da etkilenmiştir doğadan... Avcılığı öğrenmiştir. Kaçıp kovalayarak koşmaya başlamıştır.
Önce hayvanlarla başlamıştır bu sonsuz koşu... Sonra insanlarla, kendisiyle devam etmiştir.
Derken, doğanın güçlerine karşı, yerçekimine, rüzgâra inat sürmüştür koşu...

Yazının Devamı

Pazartesi sendromu

18 Ağustos 2009

Galatasaray, Ali Sami Yen’de geriye düştüğü maçı çevirip 4 golle gösteri yapmış... Fenerbahçe son yirmi dakikada uyanıp Sivasspor’u şık gollerle üçlemiş... Diyarbakırspor, toplama takımla gidip Trabzonspor’un bileğini bükmüş... Bunlar iyi haberler değil Beşiktaş için. Haftanın son maçının hafta başında seyircisiz, hem de Antalyaspor’la oynamak o kadar kolay değil!..
Bu psikolojik durum Beşiktaşlı futbolcuların özel sorunlarıyla birlikte maçı gergin bir mücadeleye dönüştürüyor.
Beşiktaş hem savunmada, hem de hücumda sıkıntılı takım... Savunmasında İbrahim Toraman dönene kadar pek rahat edeceğe benzemiyor. Dahası, hücum hattı oluşturan kalabalalık, savunmaya hiç yardımcı olmuyor. İleri uçta rakibine pres yapıp yıpratan tek adam Nobre... Ötekilerin kafası karışık... Tello örneğin... İlk yarıdaki döküntü futboluyla kulakları çınlasın Delgado’nun top kaybetme yüzdesini geçiyor belki de. Nihat, bir an önce dönüşünü golle süslemek için bireysel arayışlar peşinde. Belli ki maç formu denen şeyden henüz çok uzak. Bobo, St. Etienne - Figer pazarlıklarından yılmış... O kadar kararsızlıkla ancak dünkü kadar dağınık oynayabilir. Gayet normal...

Nafile çabalar
Fabian Ernst de bunalmış

Yazının Devamı

Üç adamlık senaryo

12 Ağustos 2009



Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Ersun Yanal... Türk Futbolu’nun yetiştirdiği gözbebeği üç teknik adam.
Kariyerleri boyunca bu topluma bir şeyler anlatmak için yoruldular, yıprandılar, kendilerini adadılar.
Üçü de birbirinden farklı başarı öykülerinin kahramanı oldu.
Üçü de Türk Futbolu’nun yoluna taş döşedi, baş koydu.
Kimi içe dönük, domestik, kapalı futbol rekabetini dışarı taşıdı, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final onurunu tüm ülkeyle paylaştı. Milli Takım’la Avrupa Şampiyonası’nda çeyrek final oynadı.

Yazının Devamı

Kartal’ın büyük derdi

8 Ağustos 2009

Ernst ve Fink, oyunun merkezini ileri taşıyamı-yorlar. Genellikle savunmanın önünde, forvetlerin oldukça gerisinde mücadele ediyorlar


Dünya Kupası’nda da aynı gelenek söz konusu. Açılış maçlarını şampiyonlar oynar. Böyle bakınca bizim ligimizde de ilk haftanın ilk maçını Beşiktaş’ın oynaması güzel... Ne var ki, Beşiktaş’ın rakibi, büyük derdi Belediyespor olunca, açılışın neşesi de coşkusu da kaçıyor.
Atatürk Olimpiyat Stadı, maalesef yaşananlar ve biraz da önyargılarla futbol dünyamızın en netameli stadı oldu. Ev sahibi de olsanız, deplasmana da gitseniz, işler gönlünüzce olmuyor. Beşiktaş’ın, Süper Kupa maçından sonraki ilk maçını yine aynı sahada oynaması da ayrı sıkıntı yarattı dün.
Dış koşullar bir yana, kendi sıkıntıları da vardı Beşiktaş’ın. Hem savunmada, hem de hücumda.
Savunmada, Sivok dışında üç yeni adamla oynadılar. Hakçası hem yuvadan uç(urul)an Gökhan Zan’ı, hem de İbrahim Toraman’ı aradılar. Sivok-Ferrari ikilisi İbrahim Akın’ın bireysel slalomuyla attığı golde inanılmaz derecede etkisiz ve tepkisizdi. Erhan Güven ve İsmail Köybaşı’nın da Ekrem Dağ, İbrahim Üzülmez’den fazla neleri vardı ? Hiçbir şeyleri! Beşiktaş, İstanbul Belediye gibi takım oyununu

Yazının Devamı

Mahşerin dört atlısı

5 Ağustos 2009

Dördü de alabildiğine iddialı... En cömert bütçelerle en çılgın transferleri yaptılar... En keskin, en kariyerli hocalarla hazırlandılar. Transfere büyük stratejik hesaplar ve hedeflerle baktılar.
Kaybetmeye asla tahamülleri yok. Kesinlikle kazanacaklarına inanıyorlar. Başkanlar, “nihai zafer” için şimdiden genel kurul önünde söz veriyorlar... Kendilerini bağlıyorlar. Taraftarlarını koşullandırıyorlar. Federasyonu ve kurumları baskı altına alıp görünmez öncelikler elde etmeye çalışıyorlar.
Ligin başlamasına sayılı günler kala Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan Süper Kupa finali, bize gelecekle ilgili karanlık mesajlar veriyor.
Daha maç başlamadan birbirlerinin yolunu kesen, kavga eden, fırsatı bulunca kitle halinde üç beş delikanlıyı kıstırıp ıslatan(!), otoyolda otobüs durdurarak rakip taraftar yoklaması, örgütsel döküman ( pankart, bez afiş vs.) malzeme (tişört, kazak,atkı vs.) araması yapanlar, kulüplerine ne kadar bağlı(!), başkanlarına nasıl sadık(!) olduklarını kanıtlama yarışında!
Süper Kupa finali, ülkenin spor tarihini birlikte yazmış iki güzide takımın paylaştıkları bir onur değil sanki, sadece savaş provası olarak görülüyor.
Futbol emekçileri sahada terlerken,

Yazının Devamı

Alex sahnede!

3 Ağustos 2009

Ligden önce son sınav... Hem ciddi, hem de resmi bir sınav. Süper Kupa finali, bu yıl yurda döndü ve Atatürk Olimpiyat Stadı’nda tahminlerimizin üzerinde bir ilgiye mazhar oldu.
Organizasyonda emeği geçenlere teşekkürler.
Ama yine de bir itirazım var.
Süper Kupa maçları, lig ve kupanın kazanıldığı sezonun sonunda oynanmalı. Eski unvanlarla yeni sezonda değil. Bu en azından, o başarıların ortağı olmuş ve yeni sezonda takımdan ayrılmak durumunda kalmış futbolculara karşı bir haksızlık... Federasyon sezon planlamasını yaparken, futbol emekçilerine biraz daha saygı göstermeli.
Maça dönersek. Yılın şu (erken) zamanında bir derbi için beklenenden de fazlasını verdiler. Evet, tempo düşüktü. Oyunculardaki eski yeni farklılıkları yer yer anlaşılmaz top kayıpları ve pozisyon hatalarıyla dikkati çekiyordu.
Fenerbahçe de Beşiktaş da “önce savunma” mesajı veren bir ciddiyet sergilediler. Zaman zaman rakibe beklenmedik pozisyonlar vermelerine rağmen, uzun süre direndiler.
Açıkçası bu maçta karşılıklı goller ve skor tabelasında

Yazının Devamı

Farklı, keyifli, ezici ve etkili

31 Temmuz 2009

Evet, yavaş oynadılar... Evet, savunmada henüz tam organize değiller. Evet, Ayhan ve Mustafa Sarp’ın hücum oyununa katkıları yok gibi... Dahası, savunmanın zahmet ve sorumluluklarına da ortak olamıyorlar.
Evet, evet... Galatasaray’ın eksiği çok... Henüz Rijkaard’ın kafasındaki vizyona uygun değiller. Taraftarın beklediği yırtıcı ve ezici kimliğe de uymuyorlar şu an.
Ama yine de fark ediliyorlar...
Türkiye’nin en iyi takımı olmaya niyetlendiklerini gösteriyorlar. İsrail’de bunaltıcı ve nemli sıcak, onları elbette yavaşlatmış olabilir. Ayrıca hem fizik kondisyon ağırlıklı çalışmak, hem de resmi eleme maçlarında taktik ve teknik üst düzey beceriler göstermek, yılın bu zamanında o kadar kolay gerçekleşebilecek bir şey değil!
Elverişsiz koşullara rağmen, farkını ortaya koydu Galatasaray.
Savunmadaki yanlışlarının ve oturmamışlığının bedelini geriye düşerek ödedi. Leo Franco iyi bir kaleci. Dün o savunma zaaflarından iki mutlak golü önledi. Yediği golde Gökhan - Servet ikilisinin henüz uyum sağlamadığını gördük. Yampolsky’nin

Yazının Devamı

Seni de bekleriz Tuncay!

29 Temmuz 2009

Transferin rakamları, çekişmesi, parıltısı, coşkusu manşetleri süsleyedursun, benim için en önemli olay Nihat Kahveci’nin Beşiktaş’a dönüşüdür. Belki başarıyla sürdürdüğü Avrupa kariyerinde tasarladığı mutlu son bu değildi, daha da ötelere uzanmak istiyordu, yapamadı. Olabilir.
Ama Nihat’ın dönüşü asla bir boynu bükük U dönüşü değildir. Oynadığı takımlarda hem kümede kalma mücadelesi vermiş, hem de Şampiyonlar Ligi hedefine ulaşmıştır. Ronaldo gibi bir süperstarın ardından La Liga’da gol krallığı yarışının ikinci sırasına oturmuştur.
Ağır sakatlık dönemleri yaşamasına rağmen, her defasında değerini daha da katlayarak sahalara dönmüştür.
Asıl kazancı ise, endüstriyel futbol kültürünü tümüyle sindirmiş olması, İspanyolca’yı en az bir İspanyol gibi rahatça kullanabilmesidir. Yanı sıra Nihat, Avrupa’da futbolla ilgili herkesin bildiği bir isimdir. Antrenörlerin ve hakemlerin kafasında yer etmiş bir futbolcudur. Bu kimliği, kuşkusuz futbolculuk kariyerinden

Yazının Devamı