Zor zahmet, nihayet!

28 Şubat 2009

Futbolun ne olduğunu, nasıl soluk soluğa bir savaşa dönüşebileceğini, skorun karşılıklı gidip gelmesiyle insanların hangi sarsıntıları geçireceğini perşembeden (Galatasaray ) sonra cuma akşamı da bir kez daha görmüş olduk.
Beşiktaş’ın tatlı belası Büyükşehir Belediyespor karşısındaki dünkü oyunu da öncekiler gibi tatsızdı. Denizli’nin, Gaziantep’te başarıyla uyguladığı çift santrforlu oyun, İnönü’de de tekrarlanıyordu. Şu farkla ki, Mustafa Hoca’nın prensi ve takımın kaptanı Delgado, Bobo ve Nobre’nin arkasında hücum koordinasyonunu üstlenirken, Ernst ön liberoda tek kalmıştı. Savunma önünde tek kalan Ernst, oyunun her iki yönünü de oynama isteği gösterirken, Büyükşehir de sık sık kontratak fırsatları buldu. Adriano’nun, Erman’ın, İskender’in kaçırdığı goller siyah-beyazlı tribünlerde yürek hoplattı.
Evet, en iyi hücum formatlarından biri çift santrfordu. Hele onlar Bobo ve Nobre ise. Ne var ki, Beşiktaşlılar golü bulana kadar kan ter içinde kaldılar. Doğru dürüst gol pozisyonlarına giremediler. Bunun en önemli nedenlerinden biri, sağ ve sol kanattan topu taşıyamamalarıydı. Ekrem, omuzundaki geçici sakatlıktan sonra oyundan düşüp hiçbir varlık gösteremedi. İbrahim Üzülmez de,

Yazının Devamı

KORKUyorum!

25 Şubat 2009

Türk Futbolu’nun en çok gün görmüş, umur görmüş, onur kazanmış kaptanı kesinlikle O’dur...
2000’de UEFA Kupası’nı kaldırmış 2002’de FIFA Dünya Kupası üçüncülüğü kazanan takımın başında podyuma çıkmıştır.
Dahası, tanıdığım ve saygı duyduğum sporcuların ilk sıralarında yer alır...
O’nunla birkaç kez buluştuk... Radyo, te- levizyon, gazete röportajları için... Her defasında yanında eşiyle birlikte geldi. Kendilerini bir tür “yarı tanrı ” olarak gören “benmerkezli ” oyunculardan değildi. Sosyal davranışlarına özen gösteriyor, bir camiayı temsil ettiğine inanarak, daha sorumlu ve örnek davranıyordu.
En çok etkilendiğim davranışı da, Fenerbahçe’de kalp rahatsızlığı geçirerek hastaneye yatan Brezilyalı Washington’u eşiyle birlikte ziyaret etmesi oldu. O sırada Fenerbahçeli futbolculardan henüz takım arkadaşını ziyaret etmemiş olan var mıydı, yok muydu ? Bilmiyorum.
Oyun sırasında bir savunma oyuncusunun olması gerekenden kat kat fazlasıyla saldırgan ve sert bir kimlik sergilemesini yadırgardım... Maç bittiği zaman hepsiyle arkadaştı, dosttu.
Galatasaray’ın hangi vedası dramatik olmamış ki! Bülent Korkmaz da Hagi ve Hakan Şükür’de olduğu gibi, çok buruk ayrıldı kulübünden.

Yazının Devamı

Beksiz, liberosuz, ruhsuz!

23 Şubat 2009

Üç stoperli, üstelik liberosuz ve beksiz bir oyun... Orta sahanın sağında ve solunda oynayan Sabri ve Kewell 3-5-2’nin gerektirdiği kanat oyuncusu özelliklerine sahip değiller. Türkiye’ye geldiği günden beri kariyeri tartışılan Skibbe’nin Bordeaux yorgunluğundan (!) sonra Baros’u, Arda’yı ve Barış’ı kulübede dinlendirerek diplerdeki rakip Kocaelispor’a karşı tercih ettiği oyun planı bu. Bu planla olur mu, olmaz mı? Bunu düşünmeye bile gerek duymadı Skibbe...
Rakibi ciddiye almamak, küçümsemek, önemsememek ne kadar sportmence bir tutum, ne kadar Alman ciddiyeti ile açıklanabilir? Karar sizin.
Şimdi lafı hiç eğip bükmeden, kıvırmadan, skor tabelasına da bakmadan görünmeyen gerçeği söyleyeyim size: Bunun adı mesleksel saygısızlıktır. Siz tribünde oturan Fatih Terim’in döneminde böyle bir lagarlık, ciddiyetsizlik ve saygısızlık örneği hatırlıyor musunuz? UEFA’da finale, ligde şampiyonluğa koşarken, Hagi dahil, hiç biri dinlenmiyordu!..
Kocaelispor’da bir turnike sezonu yaşanıyor. Paraları ödenmediği için serbest kalıp giden oyuncular... Ümit Kayıhan’dan Yılmaz Vural’a, ondan “yerel hoca” Erhan Altın’a geçen teknik direktörlük nöbeti... Gelenler, başka takımlara transfer

Yazının Devamı

Üç adam, üç gol!

21 Şubat 2009

Olmak ya da olmamak maçıydı. Beşiktaş için. Lig zirvesinde üstündeki takımlara karşı maç kazanamayan Beşiktaş, Trabzonspor beraberliğinden sonra Gaziantep’te de puan kaybederse, Mustafa Hoca ne derse desin, yarış dışı kalacaktı. Kredileri tükenmişti.
Bu kriz hali, Beşiktaş’ta bilinçli, disiplinli, ayağa toplarla yardımlaşmalı bir oyun anlayışı oluşturmuştu.
Dahası, hücum felsefesinin en önemli liderlerinden biri olmasına rağmen santrforlarını tek tek oynatmakta ısrar eden Mustafa Denizli, bu kritik yolculukta Nobre ve Bobo’yu birlikte oyuna sürmüş, daha baştan ap-açık kazanma niyetini ortaya koymuştu...
Yine de Bekir ve Beto’nun akıl almaz biçimde kaçırdığı gollere şükretmeliydi Beşiktaş. Rüştü’ye teşekkür etmeliydi. Gaziantepspor, Tabata’nın yokluğuna rağmen oyun felsefesini sahanın her yerinde mücadeleye ve iyi oyuna dayandırıyordu. Kanatlardan, ortadan kazandıkları her topla yüklendiler Beşiktaş’a... Pozisyonlar da buldular. Onların çoğunu Rüştü rahatlıkla bitirdi. Bu haliyle savunmacı arkadaşlarına da, öteki yoldaşlarına da inanılmaz güven duygusu ve cesaret aşıladı.
Beşiktaş’ta Fabian Ernst, yıllardır ezberimizdeki Aurelio adını bize unutturabilir. Topun olduğu her yerde

Yazının Devamı

Beşiktaş’ı sorgulamak

18 Şubat 2009

Rekabet kavramı, hep ikili karşıtlıklar biçiminde yerleşmiştir insanoğlunun bilincine... O nedenle cumhuriyetçilerle demokratlar, doğu ile batı, sosyal demokratlarla muhafazakarlar çatışırlar... Arada liberaller, yeşiller, akla gelmez ilk etapta.
Cola rekabeti de ikili bir Pazar savaşına dönüşmüştür, biliyorsunuz.
Sporda da ikili rekabet kavramı yaygındır... En azından rakipler sezondan sezona değişse de yarış hep ikililer arasında koşulur....
Siyasetten spora, dünyadan yurdumuza, oradan futbolumuza bakacak olursak, bu yıl alışılmadık biçimde genişlemiş ve derinleşmiş bir rekabet havuzunun içinde buluyoruz kendimizi...

Yarışın dışındalar
Alışılmış kavramlar çözülüyor... Klişeler bozuluyor. Ligin 20. haftasında hesaplanmamış liderler (Sivasspor ile Trabzonspor ) zirveyi paylaşmaya devam ediyor. Bu gidişle inmeye hiç niyetleri yok... Peşindekilerde de istikrar dediğimiz o kararlılık, devamlılık hali yok.
Üç Büyükler, bu yılı şaşkınlıklar içinde yaşıyor.

Yazının Devamı

Ligi bırak, kongreye bak!

16 Şubat 2009

İnönü’de zirve mücadelesi izledik. Şu farkla ki, Trabzonspor, zirvenin sahibi olmakta iddialı, kararlı ve ısrarlıydı. Beşiktaş sadece heves etmekle sınırlı bir mücadele sergiledi. İnat ve ısrarla havadan kullanılan ve hemen her defasında kaleci Sylva ile önündeki, iki yıkılmaz kuleden (Song ve Egemen) dönen topları konuklarına kaptırdılar. Yoğun, çözümsüz ve bıktırıcı biçimde sonuç üretmeyen ataklarıyla konsantrasyonlarını kaybettiler. Anormal top kayıpları ve inanılmaz zamanlama yanlışlarıyla oyuna hükmetme iradesini bıraktılar. Belki çok koşup, çok çalışıyorlardı ama nafile!
Bu maça çıkarken Mustafa Denizli yine hatalı bir on bir seçmişti. Serdar Özkan’ın dağınık ve etkisiz oyunundan hiçbir şey beklenemeyeceğini galiba unutmuştu. Yusuf’un bu maçı taşıyamayacağını düşünmemişti. O nedenle Delgado’yu ancak ikinci yarıda oyuna sokabildi.
Çift ön libero (Ernst ve Cisse) ile yine cesaretini değil, korkusunu yansıttı sahaya... Böylece Yusuf baskı altında dağılırken, önünde bitmeyen bir özveriyle mücadele eden Nobre de yalnız kaldı.. Bobo ikinci yarıyı bekledi. O’nun girişi geç de olsa beraberlik golünü getirdi ama, fazlasına zamanı yetmemişti.
Nobre’nin maç boyunca en başta

Yazının Devamı

Keskin sirke küpüne zarar!

15 Şubat 2009

Galatasaray Türkiye’dir iddiası ne kadar doğru? Yönetim Kurulu’nun dehşet bildirisindeki haklılık payı nedir? Adnan Polat ve Adnan Sezgin’in hakemler için verdiği “güvensizlik” oyundan sonra Galatasaray maçlarını yönetmek nasıl bir hakemlik becerisi ve dikkati ister? Bu kadar gerilimli bir ortamda siz Galatasaray’ın futbolcusu olsanız ne kadar rahat oynarsınız? Federasyon’a karşı açıktan cephe alan bir şampiyon adayına karşı oynamak Antalyaspor’da ne tür bir motivasyon katkısı sağlayabilir?
Halis Özkahya’nın Milan Baros’a gösterdiği sarı kart, oyun kurallarına göre hakemi aldatmanın sonucu mudur, yoksa bir komplo mu?
...Ve son soru: Bu kadar yoğun paranoya ile bir futbol maçı seyredilebilir mi ?
Son soruya “hayır” diyorum... Baştan beri sıraladığım sorulara her türlü yanıtı verebilirsiniz.
Maça dönelim...
Galatasaray, Lincoln’le başka oynuyor, Lincoln’süz daha başka... Dünkü oyunda Lincoln olmayınca Nonda ve Baros’la çift santrforlu bir düzeni tercih etti Skibbe... Klasik 4-4-2’yi sergilediler... Orta alanın sağında Barış, solunda Arda... Ortada Ayhan ve Mehmet Topal... Bu ikiliden etkin ve verimli derin toplar gelmeyince Baros ve Nonda garanti gollük toplarla buluşamadı.

Yazının Devamı

Mesut’lar mutlu olsun!

11 Şubat 2009

Frankfurt,18 Ekim 2008... Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye onur konuğu ülke olarak seçilmiş. O nedenle hemen tüm etkinliklerde Türkiye’nin önceliği var.
Alman Futbol Federasyonu (DFB) da Türk Alman futbol ilişkileri üzerine bir panel düzenlemiş. Panelle ilgili tüm giderleri üstlenmiş. Ne var ki Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), panele arzulandığı biçimde katılmıyor. Son anda vizesi olan ve yabancı dil bilen Ahmet Güvener katılıyor toplantıya.
Konuşmacı, DFB Genel Sekreteri Wolfgang Niersbach... Alman toplumunun kültürel şifrelerini açıklayarak bir giriş yapıyor:
“- Bizler Amerika gibi dışa dönük bir toplum değiliz. Yabancıları kucaklayan, onlarla bütünleşen bir yapımız yok. Bu anlamda içe dönük, içbükey bir toplum olduğumuzu söyleyebilirim. Bu durum elbette sorunlar yaratıyor. Örneğin Almanya’da en az üç milyon ‘misafir Türk’ bulunuyor. Bu insanlar 60’lı yıllarda bu ülkeye geldiler. Başlangıçta onlar da kendi içlerine dönüktü. Ama bugün üçüncü kuşak Türkler de, Alman toplumunun içinde yaşıyor. Alman toplumu ile birleşme bütünleşme çabaları uzun süre yeterli olmadı. Bugün geldiğimiz noktada içimizdeki yabancılarla birleşip bütünleşmemiz artık kaçınılmaz hale geldi. Bu herkes

Yazının Devamı