Önce masaldı. Sonra kâbus ve işkenceye döndü. Umutlarımız, hayallerimiz üç dakika içinde söndü.
Galatasaray hedefini şaşırdı. Yolu ve rotayı karıştırdı.
İhtirasını taşıyamadı.
Kolay bulduğu gollerden sonra çok kolay goller yedi. Hem de bir gol daha atabilmek için yanıp tutuşurken, rövanş gecesini masala dönüştürürken...
Olmadı.
Eksikli- noksanlı kadro, bir de uyumsuz ve dengesiz oynayınca cehennem azabı çektik topluca.
Şimdi Ali Sami Yen’i rakip takımlar için cehennem ilan eden ve “ Welcome to the hell” (Cehenneme hoşgeldiniz) pankartları asanlara sormak gerekiyor: Ali Sami Yen kimin cehennemi ? Bizim mi rakiplerimizin mi ? Belleğimde Werder Bremen’le başlayıp Roma ve Chelsea ile devam eden, Steaua Bükreş’le asla unutamadığımız öyle acılı,öylesine azaplı maçlar var ki, bu cehennemin tapusunu kime çıkarırız, artık bilemiyorum.
Futbolda çoklu şampiyonluk yarışını tartışaduralım, yakın gelecekte hepimizin kar ve buzla önemli bir sınavı bekliyor bizi.
Universiade 2011 Kış Oyunları, 27 Ocak -6 Şubat 2011 tarihleri arasında Erzurum’da gerçekleştirilecek.
Kayaktan snowboard’a, curling’den sürat patenine, artistik patinajdan buz hokeyine kadar, spor kültürümüzde büyük bir değişime hazırlanıyor Türkiye.
Değişim çoktan başladı.
Erzurum Palandöken salonundaki buz hokeyi maçlarını binlerce yurttaşımız ilgi ile izledi. Futboldan salona taşıdıkları tezahüratla ortamı ısıttılar. Çin’in Harbin kentindeki bu yılın organizasyonunda buz hokeyi maçlarını izleyenler, ilgiyi kıyaslıyor ve umutlanıyorlar. “Bizim seyircimiz ateş gibi. Binlerce meraklı salon dışında, kapıda kaldı. İçerdekiler de coştu, coşturdu!”
Artistik patinajda Alper Uçar ve Kutay Eryoldaş’la erkeklerde, Tuğba Karademir’le kadınlarda temsil edildik Harbin’de. Tuğba 11. oldu. Erzurum’da altın madalya alır mı ? Neden olmasın ? İyi bir hazırlık programıyla elbette!
Peki kayak atlama gibi, Eurosport’tan hayranlıkla izlediğimiz o müthiş gösterilerde Türkiye temsil edilecek mi ?
İkişer puan kaybı, onları yarıştan koparır mı? Hiç sanmıyorum. Belki kaybeden yarıştan kopabilirdi. Ama şimdi her şeye rağmen umutları var
Ligin zirve mücadelesi, futbollu ve futbolsuz sahnelerle doluydu. Şampiyonluğa oynayan iki takımın maçında oyunun zenginliklerini izlemeye hazırlanırken, zaman zaman inanılmaz ölçüde gerilimlere de tanık olduk. Öncelikle her iki takımın hakemle ilişkileri son derece “asabi” görüntüler verdi. Evet, Yunus Yıldırım’la bir türlü anlaşamıyorlardı. Yıldırım da maçı anlaşılmaz kılmak için özellikle fauller ve fena hareketler bağlamında öylesine çelişkiler sergiledi ki, bizim de kafamız karıştı.
Trabzon’un plakası 61... İşte o dakikada taraftar da kendini ifade etmek istiyor, saygı duymak gerekir. Ama o balonlu, konfetili gösteri, oyunun akışını engelliyor. Önce ev sahibinin, sonra da konuk takımın soğumasına neden oluyor.
Elektrik kesintisine bu ülkede hâlâ çare bulunamadı. Ameliyathane jenaratörü hastaneye ne kadar gerekliyse, stada da o kadar gerekli. Neyse, bu konuyu bir yere kadar anlayabiliriz. Ama Baros’un kafasına atılan bozuk paralar, Arda’nın bacağında delik açan krampon darbesine de itirazımız var. Çok ayıp oldu.
Futbola dönersek...
İk
Denizli’nin Beşiktaş’ı, dörtte dört yaparak inancını ve enerjisini tazeledi... Hoca’ya ve Çilingirler’e evet... Ama ille de Ernst!
Almanca bilmem. Dün birlikte maçı izlerken Almanca bilen bir meslektaşım, Fabian Ernst’in soyadını tercüme etti: Ciddiyet! Ne kadar da sahibine uygun bir isim... Geldiği günden beri hayranlıkla izliyorum Alman’ı... Müthiş bir enerji, devamlılık, akıl ve sorumlulukla oynuyor. Hele dün, savunmanın önü ile rakip kale arasında adeta mekik dokudu. Her rakip atağında kademeye girip rakibin yüzünü kaleye döndürmemek için mengene gibi yapıştı. Top çaldı, çalım attı, şut attı... Gol attı... Bu ciddiyetiyle, tüm meslektaşlarına örnek oldu. Fabian Ernst, maça ön libero gibi başlıyor. Ama yetinmiyor... Her defasında fazlasını yapıyor. Oyun kurucu, savunmacı, pasör ve şutör olarak Beşiktaş’ın çıtasını bir ölçü daha yükseltiyor.
Hayır, hak ettiği bu övgüleri attığı gol nedeniyle yazmıyorum... Baştan sona oyun anlayışı ve katkısını vurgulamak niyetindeyim...
Yıllardır transferde hayalkırıklığı yaşayan ve umduğunu bulamayan Beşiktaş, bu defa Fabian Ernst’le turnayı gözünden vurmuş görünüyor...
Peki turnuvayı (ligi) 12’den vurabilir mi ?
Artık ümitlenebilir
Kayseri Kadir Has Stadı’nın “sportif ” açılışına çağrılınca doğrusu bu ya, heyecanlandım. Stadın temel atma töreninde de oradaydım. Her büyük tesisin projeden inşaata, açılıştan işletmeye yığınla sorun yarattığını biliyordum. O sorunların Kayseri’de de tekrarlanması hiç de sürpriz olmayacaktı. Şu farkla ki, Kayserililer, sorunları çözmede çatışmayı değil, uzlaşmayı, dayanışmayı ve araştırmayı tercih ediyordu.
Kayseri, kanımca ülkemizin sinerji başkenti sayılabilirdi. Ben öyle görüyordum. O ortak enerjiden,o gönül ve kafa beraberliğinden daha çook harikalar çıkardı, bunu biliyordum.
Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, sinerjinin lideriydi...
Kent içindeki köhnemiş eski stadı devralarak karşılığında devletten tek kuruş talep etmeden 78 milyon TL harcayıp Anadolu’nun ortasında ülkenin en modern stadını hizmete sunmak, ancak böyle bir lider ve kadro ile gerçekleşebilirdi.
Kadir Has Stadı’nın mimarlarıyla da görüştüm... Proje müellifi Bahadır Kul ve ortağı Alper Aksoy, dünyanın en önemli ve modern statlarını gezmişler, incelemişler... Her yerden kendilerince ilham almışlar... Böyle olunca ben de “Bu bir eklektik proje mi ?” diye sormaktan kendimi alamadım. İki genç mimar da anında
Şimdi bu maçın sonucuna bakanlar, Beşiktaş’ın şampiyonluk yarışındaki kararlı ve azimli koşusunu takdir edeceklerdir... Kolay değil, üç haftadır üst üste kazanıyorlar. Bu sezon ilk defa sergiledikleri bir başarı bu. Ligin dibindeki Hacettepe’ye karşı elde edilmiş olsa da üç puan üç puandır... Galibiyet şal gibidir, bilirsiniz. Görmek istemediğiniz gerçekleri o şalla örter, yolunuza devam edersiniz.
Hatice’yi bırakıp neticeye bakınca durum böyle. Ama oynanan oyuna bakınca ortada öylesine eğlenceli bir durum yok!
Beşiktaş, çift santrfor oynuyor, güzel! Bobo ve Nobre birlikte gol sevinci yaşıyorlar, demek ki Denizli’nin yeni tercihi doğru. Nobre yine takımın en çok koşan, mücadele eden adamı. Ayağına top beklemiyor... Gerektiğinde kendi takımının ceza yayına kadar gelip oradan kazandığı topu hücuma sokuyor. Saygı duymamak elde değil... Alkışları hak ediyor Nobre. Bobo daha uyanık, fırsatçı. Nobre’ye asist yapıyor, bir de kendi atıyor... Ona da alkışlar.
İyi ama, yine de bu işte ters giden bir şeyler var.
Bobo, Nobre, Delgado ve Tello’nun takım savunması ile hemen hiç ilgileri yok. Hele ki Delgado ve Tello bu anlamda kendilerini kesinlikle sorumlu hissetmiyorlar. Nobre’den sonra
Bizim kültürümüzde terlik, önemli bir yer tutar... Evde ayakkabı ile dolaşılmaz. Gelen konuğun önüne, hemen kapı eşiğinde bir çift özel terlik konur. Son zamanlarda bazı hanımların ziyarete gittikleri evin kapısında, bir poşet içinde getirdikleri kendi terliklerini giyerek ayakkabılarını poşete koyduklarını da biliyorum. Hatta bunu maaile yapanlar da var.
Bir de Irak savaşında Amerikan orduları işgal sürecine girerken, komşumuz Arap halkının o güne kadar ses çıkarmadan kuzu gibi biat ettiği Saddam’ın heykellerini terlikle dövdüğünü görüp burkulmuştum. Neyse bu öykü, bizim konumuzun da kültürümüzün de dışında. Sizinle paylaşıp geçelim.
Gelelim, terliğin bu köşeye girişine...
Biliyorsunuz, sezon başında Avusturya’daki hazırlık kampı sırasında Beşiktaş’ın iki kaptanı, İbrahim Üzülmez’le İbrahim Toraman, terlik kavgasıyla birbirlerine girdiler.Üzülmez, Toraman’ın yemeğe terlikle indiğini görünce arkadaşını azarlamış, kıyamet kopmuştu.
Yönetim, ikisini barıştırıp uygun bir para cezası ile olayı kapatmak yerine, hemen her işte olduğu gibi, bunu da krize dönüştürmekte geç kalmadı. Sinan Engin gazaba gelip ikisini ayrı ayrı uçaklarla İstanbul’a postaladı. İkisi de satışa çıkarıldı...
Avrupa Kupalarının önünde ya da ardında Konyaspor’la oynamak gibi bir kaderi var Galatasaray’ın... Kimi zaman hava koşullarından dolayı erteleme istediler, olmadı. Buzlu zeminde Uğur Uçar’ın diz kapağı kırıldı, çocuk bir türlü işine dönemedi. O yorucu ve muhteşem perşembeden sonra Konya’da lige dönmek Bülent Korkmaz ve ekibi için gerçekten zordu.
Hem fizik, hem de psikolojik olarak sert zeminde zorlandılar.
Galatasaray’ın kendi gerçekleri de var. Takımın iyi çalışmadığını bir gözlem ve değerlendirme olarak söyleyen gazetecilere darılıyorlar ama, fizik yetersizlik göz önünde... Galatasaraylı futbolcular, yeteneklerine bireysel ve takımca sahip oldukları vizyona rağmen ilk saatin sonunda adeta tükeniyorlar. Dün bu gerçeği bir kez daha gördük. Maçın son yarım saati Galatasaray adına kabuslarla doluydu.
Yine de Bülent Korkmaz’ı takdir etmeliyiz. O, Skibbe gibi Avrupa yorgunu aslarını ve yıldızlarını kulübede tutarak başlamadı maça... Bordeaux kadrosunu sakat Mehmet Topal’ın dışında kalanlarla aynen Konya’da da sahaya sürdü. Yıldız oyunculara oradan verdiği “Tükenecekseniz, sahada tükenin!” mesajı bence çok anlamlıydı. Arda’nın golünden sonra sırayla Baros, Kewel ve Arda’yı oyundan