<#comment>#comment>Rize’deki gerçek, artık iki takımın da puan ve zaman kaybına tahammülünün kalmamasıydı. Ev sahibi Rizespor da, Beşiktaş da kader mücadelesine çıkmışlardı. O nedenle zaman zaman sertleşen, gerginleşen, ama yeniden futbol gerçeğine dönüp hızlı ve çekişmeli oyuna dönüşen bir maç izledik.
Takımların gerçeği bu olunca MHK’nın da daha gerçekçi hakem ataması yapması beklenirdi. Gelin görün ki Bülent Uzun, maçın ağırlığını taşıyacak kararlılık, anlayış ve dikkatin sahibi olarak görünemedi. Omar’ın sert müdahalesiyle ceza yayının üzerinde düşen Ahmet Dursun’un doğal tepkisini acele bir önyargıyla sarı kart göstererek karşıladı. Buna karşılık iki kez düdük sonrası topu dışarı vuran Ümit Ozan için ilkinde sarı kartı gösterdi, ikincisinde kuralı da, görevini de ihmal etti. Neyse ki, Beşiktaş’la Rizespor’un futbolcuları didişerek tükenmenin değil, oynayarak üretmenin daha doğru olacağını biliyorlardı. Maç, gerilimin kontrol altına alınmasıyla maça benzemeye başladı.
Tümer’siz Beşiktaş, Erman’ı kulübede bırakıp, Ahmet’in dönüşüyle bir anlamda yeniden savunma güvencesi bulur gibi oldu. Ne varki, orta alanda Baya’nın gayretlerine, Tamer’in sağ kanattaki etkili oyununa rağmen
<#comment>#comment>Bu kadar değişik ve çelişik duygu bir arada yaşanmaz! Bir yanda kuşku, öte yanda coşku... Arif’in 15. saniyedeki şutuyla coşmaya başlıyorsunuz. Ümitleriniz ve beklentileriniz artıyor. Ama geçen her dakikada, biten her saniyede kuşkularınızın ibresi yükseliyor. Galatasaray bugüne kadar hiç başımızı öne eğdirmemiş. Futbolumuzun gururu ve umudu olmuş. Ne var ki, Şampiyonlar Ligi’nin ikinci grup maçlarında bileği bükülmediği gibi rakiplerini de yenememiş. Profilin hep bir yanından baktık Galatasaray’a. Yenilmezliğine alkışlarımızı gönderdik. Yenemediğini hiç göremedik. Kim bilir, belki de görmek istemedik. Dünkü maç herşeyi ile önümüzdeki net Galatasaray fotoğrafı idi. Mağrur, başı dik, onurlu, ama yenik!..
İlk yarıda Hasan Şaş ve gerisinde Ergün Pembe ve ileride Arif’le Galatasaray Barcelona’yı eziyor, büzüyor, ne yazık ki üzemiyordu. Evet, topun yüzde 55’ine sahip olan onlardı, Barcelona yarı sahasının egemenliği de onlardaydı ama Hasan Şaş’ın, Ergün’ün ortaladığı toplara ne Arif, ne de Ümit Karan bir son darbe indirebiliyordu. Oysa Real Madrid maçından yorgun ve Rivaldo’suz gelen Barcelona zamanın kendi lehine çalıştığının farkındaydı. Teknik Direktör Rexach’ın
<#comment>#comment>İnönü Stadı Beşiktaş için korku tüneli... Taraftarın şampiyonluk beklentisi, futbolcuların kontrolsüz kazanma arzusu duygularını ön plana çıkarırken akıllı rakipleri puana ulaştırıyor. İşte, dün geceki maç... Denizlispor, Kartal’a İnönü’de 15. puanını kaybettiren ekip oldu. Üç yenilgi, üç beraberlik... Siz hiç kendi sahasında böylesine puan kaybeden bir takımın şampiyon olduğunu gördünüz mü? Hele ki, Galatasaray’ın (sıfır), Fenerbahçe’nin (sadece üç) puan kaybettiği iç saha egemenliklerine karşı Beşiktaş’ınki olsa olsa safça bir konukseverliktir: "Ben yiyemedim, sen ye!"
Oyunun ilk yarıdaki görüntüsü Beşiktaş adına bir güç ve gövde gösterisiydi. Tümer’in altı korneri üst üste kötü kullanmasından, hücumda top kaybetmesinden sonra sahneye Zübeyir Baya çıktı. Beş muhteşem gol pası ve zor pozisyonda attığı golle Baya oyunun lideri olarak alkışlanıyordu. 40. dakikada Tümer’in çıkışından sonra Baya ortaksız kaldı. Orta alanda yaratıcı, dengeli ve verimli oyun kurgusu biranda bozuldu. Buna karşılık Denizlispor ileride sadece Veysel’i gösteriyordu ama onun hemen ardında Levent ve Timuçin forveti üçleyen akıllı ikizlerdi. Hem orta alanda top kavgasına giriştiler, hem de
<#comment>#comment>Sevgili dostum Christoph Daum, meslek hayatının en çelişkili dönemini herhalde Beşiktaş’ta yaşıyor.
Huysuzluklar, kararsızlıklar, takıntılar ve tutarsızlıklarla dolu bir dönem bu.
Elbette anlayışlı olmalıyız... Ona hak ettiği saygıyı göstermeliyiz. Daum’u, Beşiktaş’ı yıpratan, Beşiktaş’a zararlı bir kişi olarak göremeyiz. Buna hakkımız yok.
Ne var ki; Christoph, eylemiyle hem kendi kariyerini ve karizmasını yıpratıyor, hem de Beşiktaş’a kazandıracağı başarıları - en azından geciktirerek - zora sokuyor.
Sanırım kokain davasının haftalık seyir defteri Daum’un çelişkilerinde en önemli etken. Almanlar, hocayı haftalık ömürlerle yaşamın bir ucundan ötekine sallayıp duruyorlar. Bundan Beşiktaş da etkileniyor.
Sezona girer girmez bir kaleci sorunu yarattı. Shorunmu, Fevzi, Kjaer, Myhre ve Asper... Siz hiç beş kalecilik bir macera sezonuna tanık oldunuz mu? Bu sorun doğrudan doğruya Daum’un huysuzluğundan kaynaklanmıştır.
<#comment>#comment>Büyüklerin üçünü birden ilgilendiren ligin saklı finali, ilk yarıda "çiftler buz dansı" gösterisi gibiydi. Galatasaray ve Beşiktaş tedbirli, temkinli ve uyumluydular. Herşeyden önce kontrolu elden bırakmamak için olağanüstü çaba gösterdiler. Önleme dayalı, kaza korkusuna endeksli oyun elbette zevk vermedi, ama derbide zevk kimin umurunda ki!
Daum, Beşiktaş’ı yine tek forvetle, 3 - 6 - 1 düzeniyle Ali Sami Yen’e sürdü. Bu oyun anlayışı belki Denizlispor’a, Kocaelispor’a karşı galibiyet getirebilirdi, ama karşısında Galatasaray’ın olduğunu hesaplayamadı. Galatasaray’ın içine düştüğü formsuzluk ve noksanlık sürecinin devam edeceğini sandı. Ne var ki, Galatasaray, rakibinin değerini biliyordu. Daum’un tam aksine onlar sahada daha bütüncü, her görevi eşit paylaşan bir oyunun sahibi oldular. Beşiktaş ilk yarıda daha çok faul kazandı, ancak Baya, Tümer ve Tayfur hücum organizasyonuna girişirken, anormal top kaybettiler. Ümit Karan’ın Myhre tarafından kornere çelinen, İlhan’ın da direkte patlayan şutları dışında ilk 45’te yüzde yüz gol fırsatı oluşmadı.
Galatasaray ikinci yarıda savaşçı, organize ve usta kimliğini gösterdi. Hasan Şaş, Bülent, Arif, Ayhan oyuna
<#comment>#comment>Tek maçlık kader formatı, kupa yarı finaline futbol zenginliği getiremedi. Ev sahibi Denizlispor da, Beşiktaş da yavaş, temposuz ve zaman zaman iç uyutan bir oyun sundular seyirciye. Bu renksizliğin ve yavanlığın elbette temel nedenleri var... Beşiktaş Teknik Direktörü Christoph Daum, cumartesi günü Galatasaray’la oynayacakları lig derbisini düşünerek belki, Kocaeli maçında olduğu gibi Beşiktaş’ı tek santrforla - İlhan’la - çıkardı sahaya. Takım, oyuna dörtlü savunma görüntüsüyle başlayıp, kısa sürede 3 - 6 - 1’e döndü. Orta alandaki kalabalık kurguya, Denizlispor da aynen karşılık verince, maçın markaj ağırlığı artarken, yaratıcı düzeyi düştü. Denizlispor’da Bülent, Hakan Çimen ve Alper’le kurulan savunmaya Marek, Muzaffer ve Levent de destek oluşturdular. Tolunay, oyunun başlarında hücum organizatörü olarak rol üstlendi. Denizlispor’un silahı belli ki Coulibaly’ydi. Onun çabukluğuna sığınarak, Tolunay ile Veysel’in yaratacağı pozisyonlardan golü aradılar. İlk yarıda böyle bir fırsat yakalayan Coulibaly, topu anlaşılmaz biçimde auta attı. Beşiktaş’ta da Baya’nın direkte patlayan bir şutu var...
Bunca alan ve adam kontrolü içinde, sıkışık trafikte golü bulmak,
Tek maçlık kader formatı, kupa yarı finaline futbol zenginliği getiremedi. Ev sahibi Denizlispor da, Beşiktaş da yavaş, temposuz ve zaman zaman iç uyutan bir oyun sundular seyirciye. Bu renksizliğin ve yavanlığın elbette temel nedenleri var... Beşiktaş Teknik Direktörü Christoph Daum, cumartesi günü Galatasaray’la oynayacakları lig derbisini düşünerek belki, Kocaeli maçında olduğu gibi Beşiktaş’ı tek santrforla - İlhan’la - çıkardı sahaya. Takım, oyuna dörtlü savunma görüntüsüyle başlayıp, kısa sürede 3 - 6 - 1’e döndü. Orta alandaki kalabalık kurguya, Denizlispor da aynen karşılık verince, maçın markaj ağırlığı artarken, yaratıcı düzeyi düştü. Denizlispor’da Bülent, Hakan Çimen ve Alper’le kurulan savunmaya Marek, Muzaffer ve Levent de destek oluşturdular. Tolunay, oyunun başlarında hücum organizatörü olarak rol üstlendi. Denizlispor’un silahı belli ki Coulibaly’ydi. Onun çabukluğuna sığınarak, Tolunay ile Veysel’in yaratacağı pozisyonlardan golü aradılar. İlk yarıda böyle bir fırsat yakalayan Coulibaly, topu anlaşılmaz biçimde auta attı. Beşiktaş’ta da Baya’nın direkte patlayan bir şutu var...
Bunca alan ve adam kontrolü içinde, sıkışık trafikte golü bulmak,
<#comment>#comment>Futbolda para büyüdükçe danışıklı maç organizasyonu "şike" örnekleri de çeşitlenerek çoğalır... Paranın cazibesi önce göz yumulan hak edilmemiş başarıları olanaklı kılar... Sonra çıkar ağları genişler ve başlangıcından itibaren spor ve ahlak dışı bir kavram olan şike, sporun can damarlarında ilerleyip, her kesimi etkisi altına alarak korkunç bir hastalık biçimine dönüşür.
Tuncay Özkan’ın karanlık dünyalarda iz sürme becerisi, gazetecilikteki başarılarına bir yenisini ekledi. Susurluk sanıklarından Ali Fevzi Bir’in başka nedenlerle dinlenen telefonlarından bazı hakemlerle yoğun ve derin ilişkiye girdiği, arada kadınların da kullanıldığı anlaşıldı. Öylesine yeni bir şike biçimiyle karşılaştık ki, şikenin tanımlamasında varolan "danışıklı maç organizasyonu" kavramları havada kaldı. Bazı maçlarda iki takımın da sonuçtan haberi bile olmadı.
Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı, bir hakemin - Sadık İlhan - tutuklanmasıyla süren soruşturmayı her geçen gün derinleştiriyor, geliştiriyor.
Bizler spor gazetecisiyiz. Duyarlılıkla izleyeceğiz. Haberleri Tuncay Özkan ve onun gibi polisiye olaylarda deneyimli uzman meslektaşlarımızdan öğreneceğiz.
Kesin olan şu ki,