7 kişilik bir çete Paris Hilton’dan Megan Fox’a, Lindsay Lohan’dan Miranda Kerr’e birçok Hollywood yıldızının evini soydu. Hedef, para çalmak değil, yaşam tarzı çalmaktı. İşte şimdi bu gerçek hikayeyi Sofia Coppola imzasıyla “Pırıltılı Hayatlar“da izlemek mümkün
Ünlülere ve pırıltılı hayatlara karşı zaafı olan bir grup genç önce ünlülerin nerede olduklarını takip ediyor. Kimin turnesi ya da şehir dışında çekimi varsa sosyal medyadan öğreniyorlar. Sonra da onların peşine düşmek yerine evlerini soyuyorlar. Herhangi bir hırsızlıktan farklı, sadece para, mücevher ve elektronik aletlerin peşinde değiller. Asıl hedef, lüks markaların koleksiyonları, pahalı çantalar ve ayakkabılar.
Bu, gerçek bir hikaye. Hollywood gerçekten böyle bir çetenin soygunlarıyla sarsıldı. Hollywood yıldızlarının evlerindeki güvenlik sistemlerini aslında kullanmadıkları ortaya çıktı. Paris Hilton’dan Lindsay Lohan’a, Megan Fox’tan Miranda Kerr-Orlando Bloom çiftine kadar birçok ismin evini soydular. Beğendikleri kıyafetleri giymeye ve hatta soygunlara bile o kıyafetlerle gitmeye başladılar. Ellerinde Chaneller, Hermesler ve kırmızı tabanlı Louboutin ayakkabılarla Hollywood’un altını üstüne getirdiler.
7
Eylül itibarıyla şehre döndük, trafikle boğuşmaya başladık. Tatil sonrası İstanbul’da hayatı güzelleştirecek etkinliklere bakmanın şimdi tam zamanı
1- 13. İstanbul Bienali: İKSV’nin düzenlediği, Koç Holding’in sponsor olduğu bienal ayın 14’ünde başlıyor, 20 Ekim’e kadar devam edecek. Küratörlüğünü ise Fulya Erdemci yapıyor. Başlık: “Anne, ben barbar mıyım?” Bu yıl 80’in üzerinde sanatçı katılıyor. Sergiler Antrepo No:3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Arter, Salt Beyoğlu ve 5533’te gerçekleşecek. Üstelik bienal bu yıl ücretsiz.
2- Rock’n Coke: En heyecanla beklenen festivallerden biri. 6-7-8 Eylül’de Hezarfen Havaalanı’nda gerçekleşecek. “Ana sahnede kimler olacak?” derseniz, Hurts, Arctic Monkeys, Editors, The Prodigy,
Jamiroquai diye saymaya başlarım.
Venedik Film Festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden biri, Bret Easton Ellis’ın yazdığı, Paul Schrader’ın yönettiği ‘The Canyons’. Başrol oyuncusu Lindsay Lohan, festivale tedavi sürecini etkilememesi için katılmadı. Peki Meryem Uzerli gibi acımasızca eleştirildi mi?
Hollywood’da 250 bin dolar bütçeli bir film çekilecek. Başrolde bir Hollywood yıldızıyla bir porno starı oynayacak. Hollywood yıldızı milyon dolarlar yerine günde 100 dolar alacak. Üstelik de filmi “Amerikan Sapığı”nın da yazarı olan Bret Easton Ellis yazacak, “Amerikan Jigolo”nun yazarı ve yönetmeni Paul Schrader yönetecek. Yapımcı da Braxton Pope olacak. Yönetmen Gus Van Sant bile filmde küçük bir rol alabilmek için can atacak.
Kickstarter ile para toplandı
Bütün bunları ilk duyduğunda gülüp geçenler oldu. Sonraysa bu üçlünün “The Canyons” filmi için bir araya geldiğini duyunca artık her şeyin mümkün olacağını gördük. Aslında bu üçlü “Bait” adlı başka bir film çekmek istiyorlardı. Daha sonra finansman bulamayınca daha küçük ölçekli bir film yapmaya karar verdiler.
Braxton Pope, internet sitesi Kickstarter ile para toplamayı önerdi. Hedef 100 bin dolar toplamaktı. İki ayda Kickstarter’da tam
Sezonun son haftası diye Bodrum gece hayatı daha da renklendi. Son durak, Club Catamaran’da DJ David Guetta’nın çaldığı partiydi. Peki ama nasıl geçti?
Bodrum sezonu geçen hafta itibarıyla resmen kapandı. Her ne kadar Bodrum’da eylül ve ekim ayları daha güzel geçse de 30 Ağustos yazın son günü kabul ediliyor. İşte bu yüzden son hafta eğlencenin dozu giderek arttı. Bunun üstüne bir de mercan fırtınası eklenince, denize açılmak söz konusu bile olamadı. Bu durumda gece hayatına daha da yüklenildi.
Leros’ta bile konuşuluyor
İşte böyle çılgın bir gece Bodrum’da Club Catamaran’da geçti. Her şey Maki 29’da sakin bir yemekle başladı. Çılgın kızlardan biri “Bu gece Catamaran’da David Guetta çalıyor” deyince gözler faltaşı gibi açıldı, Türkbükü’nden Bodrum marinaya uçuldu.
Son Leros seferinde Bodrum’dan geldiğimizi duyan Yunan taksi şoförü Catamaran’ı anlata anlata bitirememişti. Bizse “Açıldıktan sonra sabaha kadar geri dönememek kötü değil mi?” diye anlamsız sorular soruyorduk. Yunan taksi şoförü bize cahil muamelesi çekip “İsteyince botla geri dönebiliyorsunuz” diye bir açıklama yaparak meğer içimize su serpmiş. Doğrusu bir gün bu bilginin işimize yarayacağı hiç aklıma
İstanbul-Paris hattını çoktan fethetti. Şimdi, Bergdorf Goodman’a kabul edilen koleksiyonuyla New York’u fethetmeye hazırlanıyor. Moda tasarımcısı Arzu Kaprol bu sezon bizzat “Amerikan rüyası”nı yaşıyor
Moda markaları için uluslararası olmanın yolu böyle trend belirleyici mağazalardan geçiyor.
Geçen hafta yeni tanıştığım biri teknesini anlatıyordu: “Hollanda tasarımı bize uymuyor tabii, değişiklikler yapmak zorunda kaldım.” “Peki o zaman niye Türk tasarımı almadınız, çok iyi Türk markaları da var” deyiverdim. Sanki çok tuhaf bir şey söylemişim gibi şaşırdı.
Türkiye’de aynı durum tasarımın her aşamasında geçerli. Tekne tasarımından moda tasarımına gereksiz bir yabancı marka merakımız var. Türk moda tasarımcılarının işi daha da zor. Dünyanın en güçlü ve en köklü markaları ile rekabet etmeleri gerekiyor, üstelik de büyük mağazalar
bu markalara indirim üstüne indirim uygularken.
İşte bu yüzden bir Türk markasının Amerika’nın en önemli lüks mağazası Bergdorf Goodman’a girmesi çok önemli bir gelişme. Çünkü ne yaparsak yapalım, ne kadar “dünyaca ünlü” dersek diyelim aslında biliyoruz ki uluslararası olmanın yolu böyle trend belirleyici mağazalardan geçiyor.
Onunla aynı fikirde olmayabilirsiniz. Söylediklerini acımasızca eleştirebilirsiniz. Ama kabul etmeli, onu sahnede izlerken etkilenmemek mümkün değil. Bugünkü konumuz: Fazıl Say’ın Turgutreis konseri
DMarin Turgutreis Klasik Müzik Festivali’nin kapanışındayım. Bu sefer açılıştan daha coşkulu bir kalabalık var. Söz konusu Fazıl Say olunca, klasik müzik izleyicileri katlanarak artıyor. Filiz Akın’dan Halit Kıvanç’a yılların eskitemediği isimler izleyiciler arasında.
Popstar gibi karşılanıyor
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) sahneye çıkıyor. Fazıl Say anons edildiğinde kıyamet kopuyor. Sanırsınız, Fazıl Say bir popstar ve bu pek ağırbaşlı görünen hayranlar ergen birer fan. O kadar coşkulu alkışlıyorlar. Telefonlar bin kez kontrol ediliyor, sesi kapatıldı mı diye. Fazıl Say’dan fırça yemekten de korkan da var ama işin aslı bu değil tabii. Herkes müziğine ve konsantrasyonuna müthiş saygılı.
Ruhsal çöküntü yaşayan ve halen tedavi görmekte olan eski sevgiliden çocuk sahibi olmak istememek bu kadar acımasızca yargılanacak bir şey mi? Meryem’i seviyoruz, o ayrı!
Günlerdir her sohbet ortamında konu dönüp dolaşıp Meryem Uzerli’ye geliyor. Ayşe Arman’ın röportajını okuyan herkes Meryem Uzerli için üzülüyor. Belli ki, Can Ateş’i görseler bir kaşık suda boğacaklar. Tabii bunda Meryem Uzerli’nin sevişme ve korunma yöntemlerine kadar her türlü detayı bizimle paylaştığı, literatürümüze “coitus interruptus” gibi kelimeler kattığı röportajda öğrendiklerimizin etkisi çok.
“Kafelerde, gece kulüplerinde birlikte gezip sonra o evine, ben otele gidiyordum” demeçlerine üzülmemek mümkün değil. Herkesin bir yarası var sonuçta, Meryem’le bu yaralar özdeşleştiriliyor, empati yapılıyor. Ama birlikte olduğunuz kişinin sizi sadece şöhretiniz yüzünden dışarıda birlikte görünmek için kullandığını düşünüyorsanız yapılacak tek bir şey var, kendisinden ayrılmak. Tamam, duygularınıza yenik düşebilirsiniz. İntihara kalkışacak kadar kendinizi tükenmiş hissedebilirsiniz. Anadilinizde profesyonel yardım alabilmek için sizi maddi manevi bir anda parlatan işi yüzüstü bırakıp kaçacak kadar kötü bir
Biyografisini istediği yazara yazdırabilmek için beş yıl peşinden koşan Steve Jobs’ın hayatını anlatan film, ‘Jobs’ vizyonda. Kitabı okuyanlar filmi beğenmiyor, okumayanlarsa etkileyici buluyor. Peki ama neden?
Daha vizyona girmeden kötü eleştiriler almış başını yürü-müştü. Steve Wozniak, “Bizim hayatımızı yansıtmıyor” demişti, Ashton Kutcher’lı “Jobs” filmi için. Film eleştirmenlerden çok kötü not aldı ama buna rağmen gişe yapacağı baştan belliydi. Ne de olsa Steve Jobs, Apple ve Ashton Kutcher’ın hayranı çok.
Filmi Kanyon’da fikirlerine çok güvendiğim bir arkadaşımla izledim. Etkilendi, iki saat nasıl geçti anlamadı. Ben daha önce Walter Isaacson’un yazdığı Steve Jobs biyografisini okduğum için doğrusu filmden çok etkilenmedim. Ama hep öyle değil midir? Kitaplarda okuduklarınız sizi başka bir dünyaya götürür ve film aynı etkiyi vermez.
Pixar unutuldu mu?
“Jobs”, Steve Jobs gibi bir efsaneyi anlatmak için çok sığ kalıyor. Hatta Steve Jobs’a servetini kazandıran Pixar’dan filmde hiç bahsedilmiyor bile. Film tamamen Apple üzerine kurulu ama arada çok da başarılı olamadığı Next’ten de bahsediliyor.